Altınoluk Dergisi, 2007 – Mart, Sayı: 253, Sayfa: 020
Adl ya da adâlet hem Allah’a izâfesi hem de kullarla ilişkisi bakımından iki boyutlu bir kavramdır. Allah ile ilişkisi açısından el-Adl her şeyden önce Allah Teâlâ’nın esmâ-i hüsnâsındandır ve esmâ-i hüsnâ hadîsinde zikredilmektedir.1
Kur’an’da Allah’ın sözünde âdil olduğuna vurgu yapılmakta2, adâletin zıddı olan zulümden berî/uzak bulunduğu pek çok âyette haber verilmektedir.3 Allah’a izâfe edilince adl, her şeyi yerli yerince yapan, kâinatı ve kâinattaki varlıklarla olayları bir denge üzere yaratan, her varlığa layık olduğu ya da hak ettiği imkân ve kabiliyeti veren demektir.
Kelime olarak adl mastar vezninde mübâlağa ifâde eden “çok âdil” anlamına bir isimdir. Kur’an’da değişik türevleriyle birlikte seksen küsür yerde adl ya da adâlet kelimesi geçmektedir.
Adâletin ne olduğunu bilmeden Allah’ın âdil oluşunu kavramak, fiillerini, yarattığı ve idare ettiği kâinatı tanımadan O’nun adâletini anlamak mümkün değildir. Adâleti kavramak için O’nun hikmetini bilmeye ve geniş mânâsıyla marifete ihtiyaç vardır. Adâletin tecellilerinde ayrı ayrı hikmetler bulunmaktadır.
İnsanın yaratılışını anlatan ve Allah’a yabancılaşmasına dikkat çeken âyette Allah’ın insanı yaratmasının adl ile olduğu ifade edilmektedir: “Ey insan! Seni yaratıp düzgün ve dengeli (adl üzere) kılan, seni istediği bir şekilde birleştiren ihsânı bol Rabbına karşı aldatan nedir?”4 Allah insanı bir denge (adl) üzere yarattığı gibi güneşi, ayı, gökleri ve yeri de kendi içinde ayrı bir mîzân ve denge ile yarattığını beyân buyurmakta ve bu dengenin bozulmamasını istemektedir.5
“Allah’ın her şeyi hakk ile yarattığını”6 bildiren ayetteki hakk kelimesiyle adl kelimesi mutasavvıflar tarafından aynı mânâya kabul edilerek “hakîkat-i Muhammediyye” şeklinde değerlendirilmiştir. Varlıkta adl, vâcib olan Allah’ın mümkün varlıkları yaratması, bâtın/gizli özelliğini ızhâr etmesinin başlangıcıdır. Adl zât-ı ilâhî ile ulûhiyet arasındaki dengedir. Allah varlıkları meydana getirdiğinde âlemde sadece adl vardı. Her şey adl ile yaratılmış ve yerli yerine konmuştur. Kâinatta kusursuz bir denge/adl vardır.
Adâletin insanla ilgili boyutuna gelince o, ferdî ve içtimâî alanı dirlik ve düzene kavuşturan hakkaniyet, müsâvât/eşitlik ve hikmet esasları üzere yürüyen bir erdemdir. Bu yüzden insânî ilişkilerin temel esaslarını belirleyen âyette Allah Teâlâ adl ve ihsân kavramlarını birlikte kullanmakta ve adeta bu iki kavramı ferdî ve içtimâî düzenin temel esasları olarak emretmektedir: “Allah Teâlâ kesinlikle adâleti, ihsânı ve akrabaya yardımı emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.”7 Ayette tarif ve tavsiye edilen hususlar beşerî ilişkilerde ve toplum düzeninde adâletin, dengenin, ölçülü hareketin ve daha fazlasını vermenin, bir işi hakkını vererek icrâ etmenin önemini vurgulamaktadır.
Genellikle adâlet deyince sadece eşitlik hatıra gelir. Eşitlik/musâvât adâletin unsurlarından biridir. Ancak adâlet sadece eşitlik demek değildir. Nitekim Mevlânâ’nın Mesnevî’de anlattığı aslanın kurdu imtihan etmesi hikayesinde adâletin sadece eşitlik demek olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Meraklılarına Mesnevî’den bu hikâyeyi okumalarını tavsiye ederiz.8 Adâlet ve adl insanın yaratılışını belirten “ahsen-i takvîm”9 sırrıyla da alakalıdır. Ahsen-i takvîm en güzel kıvam yani hüsn-i mutlakı idrâk kabiliyeti demektir. Başkalarının rasgele talep ve telkinlerinden etkilenmeden istikrarlı bir doğruluk, ahlâkî bir denge ahsen-i takvîm sırrının özü olan adl ile açıklanabilir. Böyle bir adâlet sıfatı kazanan doğru yola ermiş faziletli birinin bu sıfattan mahrûm dilsiz ve âciz kimselerle eşit olmayacağı açıktır.10
Adâletin ne anlama geldiği hususunda Mevlânâ’nın açıklama ve yorumları insana çok farklı bir ufuk vermektedir. Diyor ki Hz. Mevlânâ:
Adâlet nedir? Meyve ağaçlarına su vermektir. Zulüm nedir? Diken sulamaktır.
Adâlet her nimeti yerli yerine koymaktır. Su emen her kökü sulamak değildir.
Zulüm nedir? Bir şeyi konmaması gereken yere koymak, belâya kaynak olmaktır.11
Adâlet kâinatta cemâl mazharı olan ve Allah’ın kullarından arttırmalarını istediği şeye fiilî ve kalbî desteğin ta kendisidir. Celâl mazharı olan şerre, kötülüğe, çirkinliğe pirim vermek ise Mevlânâ’nın ifadesiyle dikeni sulamak, gülü dikenin gölgesinde bırakacak kadar kâinattaki dengeyi bozucu zâlimâne bir tavırdır.
Kötülüğe çağıran nefse gem vurmadan, onu frenlemeden önünü açmak adâlet ölçülerini yaraladığı gibi kişinin kendi nefsine karşı zâlimâne bir tavırdır. Nitekim Allah Teâlâ Âdem ile Havva’nın işledikleri günah sebebiyle duâlarını şu lafızlarla anlatmaktadır: “(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz (yasak meyveye el uzatmak sûretiyle) nefsimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”12
İnsan için dünyada en değerli şey takvâdır.13 Kur’an’a göre takvâya ermenin yolu adâletten14 ve adâletli söz söylemekten geçer.15 Adâletin ölçüsü ise hakkaniyettir.16
Hz. Mevlânâ diyor ki:
Adâlet nedir? Her şeyi yerine koymaktır. Zulüm nedir? Bir şeyi yerinden başka bir yere koymaktır.17
Mevlânâ sözün devamında adâlet-hikmet ilişkisine dikkat çekerek dünyada hiçbir şeyin boş ve anlamsız bir şekilde karşımıza çıkmadığını, olanların Hakk’ın adâlet ve hikmeti gereği bize ulaştığını şöyle anlatır:
Gadap, öfke, yumuşaklık, nasîhat vermek, hile yapmak, düzenbazlık, bunların hiç birisi boş yere karşımıza çıkmaz. Her şeyin bir hikmeti vardır. Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı hiç bir şey lüzumsuz, yersiz değildir.
Bunların hiç biri, mutlak hayır değildir. Hayır değildir ama hiç biri mutlak şer de değildir.
Her birinin yerinde faydası var, yerinde de zararı… İşte bu yüzdendir ki, bilgi elde etmek vaciptir. Çünkü faydalıdır.18
Adâlet sahibi olan Cenâb-ı Hakk’ın, Hak âşıklarına zulmetmeyeceği inancındadır Hz. Mevlânâ.19 Çünkü adâlet günü demek olan kıyamet gününde her şey yerli yerine varacaktır. Herkes hak ettiğini bulacaktır. Nasıl bu dünyada ayakkabı ayağa, külah başa giyiliyorsa ahirette de hayra mükâfat, şerre mücâzat verilecektir. Çünkü Allah’ın lûtfu ve adâleti; gülün dikene secde etmesini hoş görmez; her şeyin yerli yerince olmasını ister. Allah Teâlâ buyurur ki: Biz, kıyamet günü için adâlet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adâlet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.20
Rabbımızdan dünyada adâlet ve hikmetini kavramayı lütfetmesini, adâlet günü olan kıyamette de lütfu ve rahmetiyle muâmele buyurmasını niyâz ederiz.
Dipnotlar: 1) Tirmîzî, Deâvât, 83. 2) el-En’am, 6/115. 3) et-Tevbe, 9/70; Yûnus, 10/44; el-Ankebût, 29/40; er-Rûm, 30/9… 4) el-İnfitâr, 82/6-8. 5) Bkz. er-Rahmân, 55/5-8. 6) el-En’am, 6/73. 7) en-Nahl, 16/90. 8) Şefik Can, Mesnevi Tercümesi, I, 194-196, b. 3042-3051. 9) et-Tîn, 95/4. 10) Bkz. en-Nahl, 16/76. 11) Mesnevi Tercümesi, V, 95, b. 1089. 12) el-Arâf, 7/23. 13) el-Hucûrât, 49/13. 14) el-Mâide, 5/8. 15) el-En’âm, 6/115. 16) el-Arâf, 7/81. 17) Mesnevi Tercümesi, VI, 522, b. 2596. 18) Mesnevi Tercümesi, VI, 522. b. 2597-99. 19) Mesnevi Tercümesi, I, 160, b. 2354. 20) el-Enbiyâ, 21/47.