Altınoluk Dergisi, 2006 – Mayis, Sayı: 243, Sayfa: 005
Dinlerin gayesi insanlığın huzur ve mutluluğudur. Dini anlayışa göre insanlık için gerekli olan huzur ve mutluluğun sağlanması ve korunması için gerekli beş temel esas vardır. Bunlara “olmazsa olmazlar” anlamına “zarûriyyât-ı diniye” denir. Bu beş temel esas şunlardır: 1-Nefsin (canın) korunması, 2-Aklın korunması, 3-Dinin korunması, 4-Neslin korunması, 5-Malın korunması Canlı organizmada hücrenin yeri ve özelliği ne ise toplum ve cemiyet için ailenin konumu da odur. Yuva kurma ve evlenmede temel gaye, zaruriyat denilen temel esaslarla örtüşmektedir. Bu bakımdan aile bu şartlarının bütünüyle sağlandığı yegane kurumdur ve toplumun korunması ona bağlıdır.
1- Nefsin (canın) korunması:
Herkesin en değerli varlığı kendi canı; yani öznefsidir. Her can muhteremdir, saygındır, koruma altındadır. Yüce dinimiz her canın korunmasını önemli sayar. Kâinatın gözde varlığı insan daha saygın bir özelliğe sahiptir. Bu yüzden Kur’an’da haksız yere bir cana kasdetmek insanlığa kasdetmekle eşdeğer görülmüş; bir canı ihya etmek ise insanlığı ihya etmek denk sayılmıştır. 1
Mal, can, ırz ve namus koruma altındadır. İnsanlar ne intihar sûretiyle kendi canlarına, ne de katil sûretiyle başkalarının canına kasdetmek hakkına sahiptir. Eğer böyle bir hak söz konusu olacak olsa yeryüzü kan gölüne döner, âlem fesâda uğrardı. Buna engel olmak için her can korunmuştur.
Can mânâsına nefsi korumak esas olduğu gibi insandaki kötülüğü emreden nefsâni duyguların etkisinden korunmak da bir görevdir. Nefse âid duyguların etkisinden korunmanın en iyi yolu evlenmektir. Çünkü eşler evlilik sayesinde birbirlerinin iffet ve namusuna perde olmaktadır. Nitekim Kur’an’da: “Onlar sizin perdeniz siz de onların perdesisiniz.”2 buyurulur. Allah Rasûlü de: “Ey gençler topluluğu içinizden evlenmeye gücü yetenler evlensin, evlenmeye gücü yetmeyenler ise oruç tutsun Çünkü oruçta “vica” tesiri vardır.”3 buyurur. Vicâ enemek sûretiyle cinsel gücün azalması anlamınadır.
2–Aklın Korunması
Akıl, teklifin şartıdır. Yani bir insanın din ve kanunlar nezdinde yükümlü olmasının şartı akıl ve ergenliktir. Akıldan mahrum olanlar tekliften muaftır. Ayrıca Kur’an’da “emanet” olarak geçen sorumluluk ve yükümlülüğün akıl olduğu kabul edilir. Nitekim: “Biz emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara sunduk. Onlar bu yükü yüklenmekten imtina etti. Ancak insan emaneti yüklendi. İnsan çok zâlim ve câhildir.”4 Bu ayette geçen emanet akıldır. Aklın korunması demek, sağlığında ona mukayyed olmak ve onu mâbûdunu tanıyacak şekilde eğitmektir. Hayatı kolaylaştıracak, kulluğu anlamlı kılacak bilgi ve becerilerle donatmak onun korunmasına girer. Akıl doğrudan hidayet kaynağı olmamakla birlikte doğruyu bulmanın aracıdır.
Huzur ve mutluluk önce aklı korumakla başlar. Aile yuvası, huzur ve mutluluğun paylaşıldığı bir kurumdur. Birbirine yabancı iki insan evlilik akdi sayesinde birbirine yaklaşmakta; hatta zamanla aynîleşmektedir. Evliliğin fiziki beraberliği onları önce zihnî, sonra da kalbî beraberliğe götürmektedir. Nitekim Allah Teâlâ evliliğin bu özelliğini ilâhî bir mucize olarak değerlendirerek şöyle buyurmaktadır: “Kendileriyle sükûnet ve mutluluğa ermeniz için sizin içinizden eşler yaratması aranıza meveddet (dostluk) ve merhamet (acıma) duyguları koyması, Allah’ın kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır.”5
Âyette evliliğin üç merhalesine dikkat çekilmektedir; sekînet, meveddet ve merhamet. Düzenli bir evliliğin ilk gençlik yılları sekînet, sükûnet, huzur ve cinsel tatmin dönemidir. İkinci dönem ellili yaşlardan sonraki meveddet, yani dostluk, arkadaşlık ve sırdaşlık yıllarıdır. Üçüncü merhale ise altmışlı yaşlardan sonraki yaşlılık ve hastalık döneminde karşılıklı merhamet, şefkat ve acıma hasletlerinin egemen olduğu dönemdir. Bu döneme mutlu bir yuva ile gelmeyi başaran eşler artık birbirine şefkat ve merhamet gözüyle bakmakta; kendi hayatının devamını diğerinin hayatının devamında görmektedir. Hatıraları paylaşmak ve eski günleri anmak eşler için nostalji kaynağıdır. Ya da bir başka ifadeyle evliliğin ilk onbeş yılı “can, cana” ikinci onbeş yılı “yan, yana” üçüncü onbeş yılı ise “annenizi veya babanızı bulun bana!” dönemidir. Üçüncü merhalede eşler birbirine daha çok düşkündür. Çünkü merhamet dönemidir.
3- Dinin Korunması
Din her devir ve her toplumda mevcudiyetini korumuş; fıtrî ve âlem-şümûl bir kurumdur. İnsanla var olmuş ve insanoğlu var olduğu sürece varlığını sürdürecektir. İnsan her zaman yüce ve kudretli bir varlığa sığınma ihtiyacındadır. Kur’an dinin fıtrî oluşunu şu ayetle beyan etmektedir: “Sen yüzünü bir hanîf olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir ki O, insanları bu fıtrat üzere yaratmıştır. Allah’ın fıtrat kanunu değiştirilemez.”6 Bu yüzden yüce dinimiz, fıtratta var olan bu duygunun korunması için dinin korunmasına ayrı bir önem vermiştir.
Evlilik kurumu, dinin ve dini hayatın korunması ve devamı konusunda da insanlara önemli bir sığınaktır. Nitekim Allah Rasûlü: “Allah kimi sâliha bir hanımla merzuk kılarsa ona dininin yarısını tamamlamış olur. Geriye kalan yarısı için de Allah’a saygılı davransın.”7
4- Neslin Korunması
Dünya hayatının korunması neslin devamına bağlıdır. Bu durum bize neslin devamı ve korunması sorumluluğunu yüklemektedir. Geçmiş peygamberler Kur’an’da (İbrahim, İsmail ve Zekeriyâ) Allah’tan mü’min ve hayırlı nesiller istediler. Allah’ın fıtrat kanununda neslin devamı, üreme ve çoğalma iledir. Nitekim Allah Teâlâ buyurur: “Ey insanlar, sizi tek bir nefisten yaratan ve ondan da eşini halk eden ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbınızdan sakının.”8
Allah’tan hayırlı nesil ve sâlih evlâd talebi, duâya dahil edilmesi gereken bir husustur. Nitekim âyette buyrulmuştur: “Rabbımız, göz aydınlığı eşler ve nesiller bağışla! Bizi takvâ sahiplerine önder kıl!”9
Nesil insanın devâmıdır. Bu yüzden insanoğlu ebediyet duygusunu zürriyeti ve geride bıraktığı hizmeti ile tatmin eder. Aile kurmak ve evlilik her şeyden önce insan neslinin devamının biricik vasıtasıdır. Evlenmeden neslin devamı fizik olarak mümkün olsa bile sosyolojik ve ruhi bakımdan mümkün değildir. Bu yüzden Kur’an, aile kurumunu teşkil eden eşleri, birbiri için nesil yetiştiren ekinlik ve tarla gibi değerlendirmektedir.10 Aile böyle şerefli bir hizmet gördüğü için önemlidir. Allah Rasûlü de: “Evleniniz, çoğalınız. Ben kıyamette diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övünürüm”11 buyurur.
5- Malın Korunması
Türkçede “Mal canın yongasıdır” tabiri malın yerini ve önemini anlattığı gibi, malı infak etmekle yongası çıkmış ağacın mobilya olması gibi insanın da anlamlı olacağını göstermektedir. Mal hayatın devamı için bir gaye değil, bir araç ve vesiledir. Nitekim Kur’ân’da bu konuya şöyle işaret buyrulur: “Allah’ın size dayanak kıldığı mallarınızı sefihlere vermeyin”12 Mal bir dayanak ve vasıtadır. Asla amaç ve gaye değildir. Bununla birlikte insanların canı gibi korunmuştur. Nitekim Allah Rasûlü “Kanlarınız (canlarınız), mallarınız, ırz ve namuslarınız muhteremdir.”13 buyurur. İslam’da mülkiyet hakkı ferdîdir. Herkesin mal edinme hak ve hürriyeti vardır. Ancak ferdî mülkiyet sebebiyle toplum ferde fedâ edilemez. İslam’da ekonominin merkezinde Allah vardır. Çünkü Allah ile alâkasını kesen insan sapar. Hem kendini hem de başkalarını zarara uğratır; hem dünyasını, hem de ukbâsını ziyan eder.
Türkçe’de “Nikah’ta kerâmet ve bereket vardır” sözü boşuna söylenmiş bir lakırdı değildir. Uzun yılların tecrübesi ve Kur’an’daki ilahi vaad, evlilik kurumunu bir bereket kapısı ve manevi zenginlik vesilesi olarak görmeye âmil olmuştur. Nitekim Allah Teâlâ buyurur: “İçinizdeki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden sâlih olanları evlendirin. Eğer onlar fakir iseler Allah onları (nikâh bereketiyle) lütfundan zengin kılar; Allah lütfu geniş olan ve her şeyi bilendir.”14
Bu ayette evlilik sayesinde kendisine eş bulanların aş ve iş bakımından lütuf ve bereketle mânevî zenginliğe ereceklerine işaret edilmektedir. Ancak böyle bir lütfa ermek için evlenmek ve salâh ehli olmak öngörülmektedir. Salâh, düzgünlük, dürüstlük ve dönüştürücü amel demektir. Bu âyetin berekâtıyla evliliğe yönelmiş ve bu sâyede lütuf ve inayete ermiş insanların sayısı pek çoktur. Çağımızda pozitivist, rasyonalist ve materyalist duygu ve düşüncelerle evlilik çağına gelmiş; evliliğin şartlarını hâiz pek çok insanın “önce iş ve aş” kaygıları ile evliliği tehir ettiğini görüyoruz. Vaad-i ilahiye güvenip sıdk ve salâh ile eş bulmayı iş ve aşın önüne koyan insanların sayısı gün be-gün azalmaktadır. Bu durum ise hiç de iyi bir haber değildir. Sonucu itibarıyla nüfussuzlaşmayı getirmektedir.
Dînî ve milli hayatın korunması, dinin, nefsin, neslin, aklın ve hatta malın korunması aile ortamında daha da kolaydır. Allah Teâla, ferdî sorumluluğun yanı sıra bize bir de aile sorumluluğu yüklemektedir: “Ey müminler, kendinizi ve ailenizi yakıtı taşlar ve insanlar olan cehennem ateşinden koruyun!”15
Toplumda mâneviyat açlığının telâfisi de en iyi şekilde âilede sağlanabilir. Sağlam yuvalardan oluşan toplumlar, birbirine kenetlenmiş tuğlalardan meydana gelen binâlar gibi içtimaî sarsıntılara karşı direnir ve bakaya doğru yol alır. Dinin olmazsa olmazlarından sayılan zarûriyat, en iyi şekilde ancak sağlam âile yuvasında kurulabilir.
Dipnotlar: 1) bk. El- Mâide, 5/32 2) el-Bakara, 2/187 3) Ebû Dâvud, nikah, 1; İbn Mâce, nikah 1 4) el-Ahzâb, 33/ 72 5) er-Rûm, 30/21 6) er-Rûm, 30/30 7) Heysemi, Mecmau’z-zevâid, Hadis no: 7310 8) en-Nisa, 4/1 9) el-Furkan, 35/74 10) bk. el-Bakara, 2/223 11) bk. Aclûnî, I, 318 Hadis no: 1021 12) en-Nisa, 4/5 13) İbn Mâce, Menâsik,76 14) en-Nur, 24/32 15) et-Tahrîm, 66/6