Altınoluk Dergisi, 2006 – Ocak, Sayı: 239, Sayfa: 007
Kevser, “kesret” kökünden bir kelime. Bolluk, çokluk ve bereket anlamındadır. “Kevser” aynı zamanda Hz. Peygamber’in, ümmetiyle başında buluşacağı Cennet’teki ırmağın adıdır. O ırmağın başında buluşacak olan Muhammed ümmetinin kesretini ve diğer ümmetlere üstünlük ve çokluğunu sembolize etmektedir. Nitekim Allah Rasûlü’nün son erkek evlâdının vefâtından sonra müşriklerin kendisine “soyu devam etmeyecek; zürriyeti kesilmiş” mânâsına “ebter” demeleri üzerine inmiştir.
Âs b. Vâil gibi müşrik liderleri zannediyorlardı ki, insanın erkek evlâdı olmayınca dâvâsını sürdürecek kimse kalmaz ve mesajı kaybolur gider; Muhammed’in ve Kur’an’ın da adı sanı unutulur. Oysa o ilâhi dâvetin sahibi, onun kıyamete kadar rahmet olarak devâmını dilemişti. Bu yüzden bu gerçeği âleme ilân ederek şanlı Nebî’nin (a.s.) gönlünü teselli etmek, Müslümanların özgüvenlerini teyîd etmek üzere bu sûre nazil olmuştu. Buyuruyordu ki Allah Teâlâ: “Biz sana kevseri verdik. Öyleyse sen de Rabbin için namaz kıl, kurban kes! Ebter; soyu sopu devam etmeyecek olan sana bunu söyleyendir.”1 Nitekim öyle de oldu. Allah Rasûlü’ne ebter diyenlerin zürriyetleri yok oldu, nesilleri kesildi; ama O’nun iman nesli; İslâm soyu devâm ediyor ve kıyamete kadar da devâm edecek.
Kevser sûresi, Allah Rasûlü’ne verilen kesreti, ümmet bereketini ifâde ettikten başka namaz ve kurban emrini, Allah Rasûlü’nün şahsında ümmetin omuzlarına yüklemektedir.
Kurban kelime anlamı itibâriyle “takarrüb ve yakınlaşma” demektir. Istılahta ise Allah’a yakınlık niyetiyle muayyen zamanda hayvanların boğazlanmasıdır. Nitekim Allah Teâlâ: “Sizin kurbanlarınızın ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır, Allah’a ulaşacak olan sâdece kalplerinizdeki takvâ duygusudur.”2 buyurur.
Kurbanda dünyaya âid nefsânî duyguları fedâ ve kurban etmeye yönelik remzî bir mânâ vardır. Nitekim Hz. Âdem’in oğulları Hâbil ile Kâbil arasında meydana gelen hased ve çekişmenin çözümü de kurban ile olmuştur. Bilindiği gibi Âdem’in eşi Havvâ anamız her batında biri erkek, diğeri kız olmak üzere ikiz çocuk doğuruyordu. O günün şerîatına göre önceki batında doğan kızla sonraki erkek, önceki erkekle de sonraki kız evlenebiliyordu. Kâbil aynı batında doğduğu kardeşinin güzelliği sebebiyle kıskançlığa kapılıp emre muhâlefet etti ve kendisiyle aynı batında doğan kardeşiyle evlenmede ısrarcı oldu. Babası Âdem Peygamber’in uyarı ve nasihatlerini dinlemedi. Nihayet çözüm için her ikisi de Allah’a birer kurban takdim ettiler. Kur’an olayı şöyle özetler: “İnsanlara Âdem’in iki oğlunun haberini doğruca anlat. Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabûl edilmiş, diğerinden ise kabûl edilmemişti. (Kurbanı kabûl edilmeyen kardeş kıskançlık yüzünden) “Andolsun seni öldüreceğim demişti. Diğeri de Allah ancak takvâ sahiplerinden kabûl eder” diye karşılık vermişti.3 Bu âyette kurbanın şeklî görünüşünden ve fizikî durumdan çok takvâ boyutuna dikkat çekilmektedir.
Kur’an’da zikri geçen bir başka “kurban” olayı İbrahim ile İsmâil arasında geçen hâdisedir. İbrahim(a.s.) Allah’ın “Halil” unvânıyla dost edindiğini belirttiği4 ülü’l-azm bir peygamberdir. O’nun Nemrûd ile mücadelesinde ateşe atılması5 nefsiyle, varlığını ve davarlarını infâk etmesi malıyla ve nihâyet oğlunu kurban etmesi ise ciğerparesiyle imtihânıdır. O, bu üç imtihandan da yüz akıyla çıkmış ve “Halil” unvânını kazandırmıştır. Candan, maldan ve evlâddan geçmek çok kolay bir hâdise değildir. Nefsin ve şeytanın her türlü karşı koymasına direnmek ve onların hazırladığı engelleri aşmak büyük bir başarıdır. Kur’an’ın beyânına göre olay şöyle gerçekleşmiştir: “Biz İbrahîm’i yumuşak huylu bir oğul ile müjdeledik. Nihayet oğul, babasıyla yürüyüp gezecek çağa gelince babası ona: Yavrucuğum! Ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bu konuda senin görüşün nedir? dedi. Oğlu da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun gibi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın, dedi. Her ikisi de Allah’ın emrine teslim olup babası oğlunu şakağı üzerine yatırınca Allah ona şöyle nidâ etti: Ey İbrahim rüyânı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Biz oğlunun yerine büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona iyi bir nâm bıraktık. İbrahim’e selâm olsun.”6
Şüphesiz bu olay bir imtihândı. Hemde bir peygamberin ya da herhangi bir insanın oğluyla imtihânı, gerçekten zorlu bir imtihânı. İbrahim tevhid mücâdelesi, hac ve kurban konusunda İslâm ümmetine sembol ve üsve-i hasene olmuştur.7
Kurban Hz. Âdem’den beri insanlığın tanıdığı bir şiârdır. Takvâ boyutuyla erdirici bir özelliğe sahip olduğu halde takvâdan ve iyi niyetten; nefsi ıslah ve Allah rızasından uzak olunca yorgunluk ve itlâftan ibâret olmaktadır.
Gerek hacdaki kurban, gerekse haccın dışındaki vâcip kurbanın insanlar için mânevî, sosyal ve ekonomik pek çok hikmet ve faydaları vardır. Kurban öncelikle teslîmiyeti, Hakk’ın emrine boyun vermeyi anlatır. İnsanın kendi elleriyle beslediği bir hayvanı icâbında kendi elleriyle boğazlaması kolay değildir. Kurban ibâdetinde bu dünyada her şeyin emânet olduğu ve Hakk’ın dışındaki hiçbir şeye sevginin sınırsız olamayacağı vurgulanmaktadır. İnsan kurbanla beşeri duygularını kurban etmeyi ve faniliğe bağlanmanın yetersizliğini daha iyi anlamaktadır.
Kurban Yüce kudret karşısında aczini itirâftır. Kurban özünden verebilmek, tutkulardan soyutlanabilmektir. Verilen nimete şükrü kalpte yaşamak ve şükrün, nimeti başkalarıyla paylaşmak anlamına geldiğini idraktir. Kurban kalbi korumak için fânîliğe âid yönelişlerden pişmanlıktır. Mâsivâya meyil ve muhabbetten nedâmettir. Nefsin meylini ve kalbe baskısını önleyerek gönlü korumak; yâni takvâdır. Kurbandan bize kalacak olan sâdece takvâ duygusudur. Nitekim oruç ibâdetinin ana gayesi takvâ, namazın zikir, huşû ve huzûr-i kalb, zekâtın mânevî arınma olduğu gibi kurbanın hikmeti de takvâdır.
Allah için kesilen kurbanın şükre vesile olması için başkalarıyla paylaşılması, işin kurbanın mânevî kârıdır. Nitekim Allah Rasûlü kestiği hayvanın dağıtılmasını emretmiş ve akşamleyin hane halkına:”hayvandan ne kaldı?” diye sorduğunda Âişe Vâlidemiz: “Sırt kemiği hariç hepsi dağıtıldı.” demişti. Allah Rasûlü: “Desene sırtı hariç hepsi bizim oldu.” buyurmuştu.8 Bu hadiste verilenin, infak edilenin peşin kâr gibi mânevî kazanca yazılacağı açıkça ifâde buyurulmaktadır.
Kurbanın sâdece kesilip paylaşılması değil, alınıp satılması bile içtimaî hayatta çok önemli bir canlılık oluşturmaktadır. Nitekim temel geçim kaynağı hayvancılık olan yöre insanları kurbana endeksli olarak yıl boyu koyun ya da sığır yetiştirmekte ve hasad mevsimi olarak kurban zamanını görmektedir. Özellikle nüfusunun büyük bir ekseriyeti hayvancılıkla geçinen ülkemizde bu durum çok önemli bir ekonomik hareket ve iktisâdi bir kaynaktır.
Her sene kurban bayramlarında hayvan hakları savunucularının koparmak istedikleri kıyametin amacı bellidir. Maksadları üzüm yemek değil bağcı dövmektir. Sanki kurban bayramı dışında hayvan kesilmiyor, kan akıtılmıyor gibi bir edâ ile kurban bayramı vesilesiyle Müslümanlara saldırmayı kendilerine görev sayıyorlar. Oysa mezbahalarda hergün milyonlarca büyükbaş, küçükbaş hayvan ve piliç kesiliyor ve bunların etleri insanlar tarafından tüketiliyor. Tabii olan da bu. Çünkü nizâm-ı âlem öyle kurulmuş. Belki rahatsızlık veren o kesimin çoğu zaman İslâmi ve insâni usûl ve âdâba göre yapılamamasıdır. Bugün büyük şehirlerimizde karşılaştığımız manzaralar bizim kendi kültürümüze göre bir medeniyet kuramamış olmamızdan kaynaklanmaktadır.
Müstakil bahçeli evlerde herkesin kendi bahçesinde kuyusunu kazarak kurbanını kesmesi çevreye görüntü kirliliği, ya da başka bir rahatsızlık vermiyordu. Ama apartmanlarla dolan bir şehirde önceden plânlanmış kurban kesim mahalleri düşünülmediğinden ortaya çıkan tablo pek hoş değildir. Yeni yeni belediyelerin ve sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları ve tedbirleriyle zavâhir kurtarılmaya çalışılıyor ama henüz istenilene ulaşamadı.
Kurban, yeniden İslâmi hayatla tanışan Balkanlar’da, Kafkasya’da ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde ayrı bir heyecan uyandırmaktadır. Bu yüzden kurbanı kurban gibi değerlendirmek için alınması gereken tedbirleri vakit kaybetmeden almak ve kurbanı İslâmi bir şiar ve sembol olarak usûlûnce yaygınlaştırmak gerekmektedir.
Dipnotlar:
1 el-Kevser, 108/1-3
2 el-Haccac, 22/37
3 el-Maide, 5/27
4 bk. en-Nisa, 4/125
5 bk. el-Enbiya, 21/68–69
6 es-Sâffât, 37/101-111
7 bk. el-Mümtehıne, 60/4
8 Tirmizî, Kıyâmet, 33