Altınoluk Dergisi, 2005 – Ekim, Sayı: 236, Sayfa: 005
İnsanoğlu Rabbı’nın sınırsız nimetleriyle perverdedir. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’inde buyurur: “Allah size istediğiniz şeylerin hepsinden verdi. Allah’ın nimetlerini saymakla bitiremezsiniz. İnsan ise her hâl u kârda çok zâlim ve nankördür.” (İbrahim, 14/34) “Var olmak” ve “insan olarak var olmak” nimetlerin ilki ve en büyüğüdür şüphesiz. Sağlık; özellikle de akıl, beden ve ruh sağlığı peş peşe gelen büyük nimetler cinsindendir. Müslüman olmak, Müslümanca yaşamak da bu nimetler nev’indendir.
İnsan – Allah ilişkileri îman, ibadet ve şükür zemînine oturmaktadır. Var olma ekseninden yola çıkarsak bu bize Rabbimizin ikramıdır. O dilediği ve var ettiği için varız. O’nun iradesi olmasaydı nasıl var olabilirdik ki… Ya hiç olmayabilirdik ya da başka bir varlık olabilirdik. Yeryüzünde milyarlarca varlık arasından canlı olabilmek, milyarlarca canlı arasından insan olabilmek ayrı ayrı birer nimettir. Kaya parçası, taş ya da toprak, hayvan ya da haşerat da olabilirdik. Bunlardan herhangi birinin seçimi konusunda bizim irademizin dahli olmadı.
Bu dünyaya gelirken bize sorulmadı. Dünyaya ne olarak geleceğimiz konusunda da bir tercihimiz olmadı. Tamamen bir lutf-i ilâhî olarak yaratıldık. İnsan olarak yaratılma konusunda da dahlimiz olmadı. Kimin çocuğu olarak, ne zaman ve nerede doğacağımız hususunda da tercih bize âid değildi. Bütün aczimize ve iradesizliğimize rağmen Yüce kudret bizi bu âleme insan olarak gönderdi. Sağlıklı bir beden ve akıl verdi. Fıtratımıza kulluk ve îman istidâdı koydu. Bu dünyada yaşama imkânı verdi. Bütün bunlar meccânen; bizim hiçbir bedel ödemeden elde ettiğimiz kazanımlardır. Hiçbir dahlimiz olmadan sahip olduğumuz bu nimetler için şükür borçluyuz.
Şükre varmanın ilk eşiği marifettir; nimeti vereni tanımaktır. İkinci basamağı ise nimetin kadrini bilmektir. Nimetin kadrini bilmek onun mahzâ lütuf olduğuna inanmak ve nimet sayesinde kulluğu güçlendirmektir. Üçüncü basamağı ise nimetin hakkını vermektir. Nimetin hakkını vermek demek, nimeti gösterilen yerde, ifrat ve tefrîte düşmeden bilinçle kullanmaktır.
Kulun Allah ile buluştuğu en değerli şükür ortamlarından biri ibadet vasatlarıdır. Bir ibadet mevsimi, Kur’an ve oruç iklîmi olan Ramazan, kadirbilirlik açısından ayrı bir öneme sahiptir. Bu ay yoğun bir muhâsebe ve kullukla işe başlamak en sağlıklı yöntemdir. Çünkü hayatın akışı ve dünyevî meşguliyetler nimetleri sıradanlaştırmakta ve insana, bunlar en tabiî hakkı imiş duygusu vermektedir. Böyle bir duygu da nimetlerin kadrini gözden düşürmektedir.
Türkçemiz’deki “Her nimetin kadri yokluğunda belli olur” ifâdesi bu gerçeği ne kadar güçlü bir biçimde anlatmaktadır. Ramazan nimetlerden kısmî ve irâdî mahrûmiyetin yaşandığı; sabır ve şükür tâliminin birlikte yapıldığı bir zamandır. Bu bakımdan da ayrı bir güzellik bahşetmektedir insan hayatına… Daha derin bir ifâde ile Ramazan kadirbilirliğin de kadrini öğretmektedir. Gerek insanlar arasındaki ilişkilerde, gerekse Allah ile ilişkilerde insanı insan yapan değerlerin başında vefâ ve kadirşinaslık gelir.
Batı toplumlarında görülen yalnızlık ve monotonluk, temelde mekanikleşerek sıradanlaşan hayat tarzının ürünüdür. Dînî kaygı ve uhrevî sorumluluk taşımayan insanlar, sahip oldukları imkân ve nimetleri kendilerinin kazanmış olduklarını düşünerek Yaratan ve bu nimetleri verene karşı bir minnet hissi duymamaktadırlar. Aynı tavır ve anlayış, ülkemizde de yaygınlaşmakta; kadirbilirlik ve vefâ duygusunu alıp götürmektedir. Bunun sonucu toplumumuzda dünyevîleşme (sekülerizm) süreci hızlanmaktadır. Bir başka ifâde ile sekülerizm kadirbilmezlik ve vefâsızlığı, kadirbilmezlik de vefâsızlık da sekülerizmi tetiklemektedir.
Ortaya çıkan tablo, ibadet ve şükür ortamının önemini daha iyi kavramamızı sağlamaktadır. Sâhip olduğumuz her türlü nimetin; var olmaktan insan olmaya, Müslüman olmaktan ibâdet ve tâate, önemini ortaya koymaktadır. Ramazan olmasa irâdî açlık ve yokluğu yaşayamayacağımız için varlık ve tokluğun kadrini bilemezdik. Ramazan’ın ibadet yoğun atmosferi olmasa kulluğun ve tâatin hazzına eremezdik. Ramazan dışındaki zamanlarda kolay kolay kulluğa yönelemezdik. Dolayısıyla da ibâdetin kadrini bilemezdik. Balın tadını en iyi, tadan bilir. Nitekim tevhîdin tadını da en iyi tadanların bileceğini Hz. Hüdâyî şöyle anlatmaktadır:
“Cimâın lezzetin ne bilsin ınnîn?”
Nimetin kadrini bilmenin ardından hakkını vermek gelir. Nimetin hakkını vermek, sâhip olunan nimeti yaratılış gayesine uygun biçimde kullanmak ve onu Allah’a yakınlığa vesîle ve vâsıta kılmaktır. Gazzâlî’nin ifâdesiyle nimete erenin durumu sultan tarafından kendisine at bağışlanan kimsenin durumuna benzer. Bu durumdaki kimsenin üç sebeple sevinmesi muhtemeldir:
1- İhtiyaç duyduğu ata sahip olmuştur,
2- Halk arasında kendisi böyle bir ihsâna mazhar olmuştur,
3- Bu at ile sultana daha iyi hizmet edip onun gözdelerinden olma fırsatı yakalamıştır.
Nimetin hakkını vermek; üçüncü maddede ifâdesini bulan şekliyle eldeki nimeti sultanlar sultanına yakın olmak için kullanmak yani onu başkalarıyla paylaşmaktır.
Kadri bilinip hakkı verilecek nimetlerin en büyüklerinden biri, içinde bulunduğumuz Ramazan’dır. Kendimizi bir sorgulayalım: Ramazan’ı ihyâ sadedinde neler yaptık? Kaç yıkık gönlü imar ettik? Kaç fakirle soframızı paylaştık? Ne kadar insanla iftar sofrasında buluştuk? İftar saatlerinde ne kadar aczimizi idrak ile kul olduğumuzun farkına vardık? Sahur’un seherini ne kadar istiğfar ile geçirebildik? Kış mevsiminin yaklaştığı şu günlerde kaç garibin yakıt derdiyle ilgilendik? Kaç yetimin okul masraflarına katkıda bulunduk? Kaç yaşlının derdine çare olduk? Kur’an ayı olan bu ayda ne kadar Kur’an okuduk? Zekâtımızı tam hesaplayıp verebildik mi? “Bugün Ramazandır” diyerek her zamankinden farklı neler yaptık? Ramazan’ın hakkımızda şâhid olabileceği nelerimiz var? Yoksa Ramazan aylardan bir ay gibi ömür takvimimizin yapraklarını söküp götürdü mü? Ramazan ayının engin rahmet, mağfiret Cehennemden âzâd olma özelliğinden ne kadar yararlanabildik?
Bütün bu sorular bir kadirbilirlik sorgulamasıdır. Kul olabilmek için bu sorgulamayı yapmaya ihtiyacımız var! Haydi hep birlikte kadirbilirlik çağrısına… İnsan olmanın, Müslüman olmanın, mağfiret iklimine ermenin kadrini bilmeğe…