Altınoluk Dergisi, 2005 – Mart, Sayı: 229, Sayfa: 022
Her şey akar; su, tarih, yıldız, insan ve fikir
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.
Varlık âleminin hızla akıp giden en büyük değeri zamandır. İnsanı ezeliyetten ebediyete; yâni zamansızlık ufkuna taşır zaman. İnsan, bilincine erdiği andan itibaren elinden sür’atle kaçarak fanilik tarafına doğru akıp giden zamanı kalıcı şeylerle donatma çabasındadır. Çünkü insan bilir ki kendisi için zaman, belirli ama bilinmeyen bir dilimden ibarettir. Bu yüzden zamanın boşa harcanması, ya da menfîlik girdâbında zâyi edilmesi en büyük hüsrandır. İslâmî telâkkîde boş zaman yoktur. Nitekim Allah Teala “Bir işten boşaldığın zaman hemen bir başkasına koyul ve yalnız Rabbine yönel!”1 buyurur.
Bu ayetin hükmüne göre müslümanın boş zamanı olmaz ve olmamalıdır. Müslüman zamanını rûhunun ve bedeninin özellik ve ihtiyaçlarına göre doldurur ve en iyi şekilde değerlendirir. Zaman kullanımında ibâdet kadar, iş kadar dinlenme ve eğlenmenin de yeri vardır. İbadet ve tâatını, iş ve dinlenmesini ayetin sonunda dikkat çekilen “Sadece O’na yönelme” hassâsiyetiyle değerlendirebilen insanın boş ânı ve atıl zamanı olmaz. Çünkü ibâdet, tâat ve çalışmaya kuvvet olsun diye istirahat ve dinlenmeye ayrılan zaman, boş zaman değildir.
Zaman kullanımında önemli olan insanın kalbî durumu ve gönlündeki niyettir. Niyetin tashîhi, sürekli teyakkuz hâlinin sürdürülmesiyle yakından ilgilidir.
İslamda namaz, oruç, zekat ve hacc gibi bütün ibadetler zamanla alâkalıdır. Belli bir zaman dilimine bağlı olarak vücûb kesbederler. Oruç Ramazan’da, Hacc Zilhicce’de, Zekat zengin olduktan sonra bir yıl geçmesiyle farz olur ve zenginlik devam ettiği sürece tekerrür eder. Namaz aynı şekilde tayin ve tespit edilen vakitler ile farz olur. Nitekim Kur’an’daki: “Muhakkak namaz, mü’minler üzerine vakitleri belli bir farzdır.”2 âyeti namazın farziyetinin vakte bağlı olduğunu ifade etmektedir. Bu yüzden namazın farzları arasındaki “Vakit” in ayrı bir yeri vardır. Kıyam, hadesten tahâret, istikbâl-i kıble gibi farzlarda bir takım toleranslar bulunduğu halde zaman konusunda yoktur. Nitekim namazı ayakta (kıyam) kılamayanın oturarak kılmasına, tahâret için su bulamayanın teyemmüm etmesine, kıbleyi bilmeyenin gerekli araştırmayı yaptıktan sonra galip olan yöne dönmesine, tam isabet edemese bile, izin ve müsamaha vardır. Ama farz olan namaz vakti girince kılınır. İşte bu hâssasiyet namaz ibadetinin zaman yönetimindeki önemini ve yerini hatırlatıyor.
Müslümanların zamana riâyet konusundaki gevşekliklerini sorgulayan bir olay bu konuda iyi düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. Olay şöyle: Bir Almanca kursunda Alman hoca, kursiyerlere derse ciddiyetle devamlarını sağlamak için bir takım müeyyideler uygular. Bu müeyyidelerin en dikkat çekici olanı, haftalık olarak geç kaldıkları süre kadar öğrencilerini sınıfta tutarak ders yaptırmaktır. Çoğunluğunu iş sâhibi kişilerin teşkil ettiği kursiyerler bu uygulamadan ve verilen cezâlardan hiç de hoşnut değillerdir. Çünkü zaten zaman içinde zaman bulmaya çalışarak kursa katıldıklarını düşünmektedirler.
Alman hoca ise onları, yaptıkları işi ciddiye almadıkları konusunda uyarmak istemektedir. Bu sebeple der ki: “Siz acil işlerinize önem verseniz benden bu cezanın kaldırılmasını istemezdiniz. Ben size Almanya’daki tren tarifelerini göstersem ve her birinin küsûratlı dakikalarda kalktıklarını müşâhede etseniz, bana: “Eh ne olacak gavur aklı?” diyecektiniz muhtemelen. Oysa biz zamanı kullanmayı ve değerlendirmeyi siz Müslümanlardan öğrendik. Çünkü sizin ibâdetlerinizde yer önemli değildir ama zaman çok önemlidir. Çünkü her ibâdetin kendine âid bir vakti vardır. “Vakit” ibadetin ön şartıdır. Üstelik ibâdet saatleriniz de bizim tren saatleri gibi her gün değişen küsûratlıdır 07:30, 12:13 gibi. Bugünkü sabah namazının vakti ile yarınki bir iki dakika değişmektedir. Sadece namaz değil, oruç da böyle ince hesâba dayanan bir zaman ayârı ile her gün değişir. Dolayısıyla hergün değişen zamana uymak durumunda olan Müslümanlar zamanın kıymetini anlamalı ve onu iyi değerlendirmek için hazırlanmalıdır. İbâdetini yapan bir Müslüman her gün değişen dakikalara ayak uydurmak zorundadır.”3
Alman Hoca böylece talebelerine farkında olmadıkları bir gerçeği öğretmişti. Gerçekten bu olay, namaz ve zamanın çok iyi bir dengeye oturduğunu göstermektedir.
İbadetlerin en mükemmeli olan namazın zaman kullanımının yanı sıra insanları kötülükten alıkoymaya vesile bir etkisinin bulunduğu Kur’an’da şöyle beyan buyurulmaktadır: “ Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl! Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak elbette ibadetlerin en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”4
Âyet-i kerîmeden hakkı verilerek kılınan namazın ruhu yücelteceği ve insanı mutlaka kötülüklerden alıkoyacağı anlaşılmaktadır. Günaha götüren nefsânî isteklerin baskısından kurtulup huzur dolu bir hayat yaşamanın yolu her halükârda ve bütün zamanlarda Allah ile kalbî beraberliktir. Bu bir seviyedir ve bu seviyeyi yakalayanlar hem kalbî itmînâna ererler, hem de namaz ve zikir sâyesinde kötülüklerin etkisinden belli ölçüde kurtulabilirler.
Bu söylenenlerden namaz kılan herkesin kolayca bu sonuca erişebileceği anlamı çıkarılmamalıdır. Nitekim baktığımızda sosyal hayat içinde namaz kıldığı halde kendisini kötülüklerden arındıramamış, nefsimiz dahil, pek çok insan görebiliriz. Peki öyleyse arıza nerede? Allah’ın vaadi hak olduğuna göre namaz kıldığı halde bir türlü kötülüklerden kurtulamayanların durumu nedir? Hangi sebep ya da sebepler vaad-i ilâhînin istihsâline engel olmaktadır. Bu konuda yapılan yorumlar üç maddede özetlenebilir:
1-Bir kısım insanlar namazın ulviyetinden habersiz, alışkanlık eseri olarak namaz kılmaktadır. Yani bir başka ifadeyle namazın dünyevî ve uhrevî kurtuluşa vesile olacak özelliğinden; huşûdan nasip almadan ibadet etmektedir. Huşû, huzûr-i kalb ile ve uyanık bir gönülle namaza devam demektir. Nitekim Kur’an’da “Namazlarını huşû ile kılan mü’minler kurtuluşa erdi.”5 âyet-i kerîmesi buna işâret etmektedir. Bir başka âyet de namazlarını gafletle kılanları kınamaktadır. “ Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, namazlarını ciddiye almazlar.”6 Namazda dikkatini sağına soluna dağıtan, kendini bir türlü okuduğuna ve namaza veremeyen kimsede huşûdan bahsedilemez. Dolayısıyla huşûdan mahrum bir namazın kötülükten alıkoyması beklenemez.
2- Bazı insanlar da namaz ile göşteriş yapmakta ve ibadetlerini dünyevî çıkarlar uğruna feda etmektedir. Özellikle kalplerinde nifak bulunan insanların hâli böyledir. Kur’an böylelerini şöyle anlatır: “Şüphesiz münafıklar Allah’a oyun etmeye kalkışıyorlar. Halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara göşteriş yaparlar, Allah’ı pek az hatırlarlar.”7 “Onlar gösteriş yaparlar ve hayra mâni olurlar.”8
3- Bazıları da namazın yanı sıra diğer ibadetlerde tembellik ve gevşeklik gösterirler. Oysa İslâm bir bütündür. İbadetler manzûmesi, hayat tarzı ve değerler bütünü olarak İslâmî esasların her biri diğerini teyid eden bir ahenge sahiptir. Bunlardan birinde meydana gelebilecek ihmâl ve gevşeklik dengeyi bozar ve fıtrata uygun yüce dinin âlî sonuçlarının istihsâli zorlaşır. Yani sadece namazı düzgün kılmakla iş bitmiyor. Namazla birlikte zekâtın, orucun ve diğer ahlâkî değerlerin hayata hâkim olması gerekmektedir. Değerler manzûmesinde meydana gelecek gedik genel yapıyı zaafa uğrattığı gibi beklenen sonucun alınmasını da engellemektedir.
İbn Hacer Askalâni, şartlarına uygun olarak kılınan namazın insana sağlayacağı özellikleri şöyle sekiz maddede toplamaktadır:
1- Bedene sıhhat,
2- Hâneye bereket,
3- Rabb’a muhabbet,
4- Belâdan sıyânet,
5- Simâya nûrâniyet ve letâfet,
6- Kalbe rikkat,
7- Sıratta selâmet,
8- Azaptan necât ile ebedî saâdet.
Namaz yüce bir hayat tarzı için gerekli olan vicdânî hürriyeti sağlar. İnsanları nefsin köleliğinden kurtarıp en değerli hazineleri zamanı en verimli biçimde kullanmalarını temin eder. Nefsin kulluğundan kurtulan, zaman hazinesinin farkına varan ve zamanın süreli ve sınırlı imkânlarını en iyi biçimde değerlendiren mü’min, sürekli kendini değiştirip dönüştürme çabası içinde bulunur.
Dipnotlar: 1) el-İnşirah, 94/7-8 2) en-Nisa, 4/103. 3) Mehmet Dikmen, Tasavvuf ve Hikmet Işığında İslâm İlmihâli, s.287. 4) el-Ankebut, 29/45 5) el-Mü’minûn, 23/1-2 6) el-Mâûn, 107/4-5. 7) en-Nisâ, 4/142 8) el-Mâûn, 107/6-7.