Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Şahsiyet İnşası ve Tasavvuf

Altınoluk Dergisi, 2004 – Mayis, Sayı: 219, Sayfa: 006

Şahsiyet, her şahsı başkalarından ayıran kendine âid hareket ve tavırlar toplamıdır. Bu hareket ve tavırlar, gerek mizâc itibarıyla kendine âid olanlardan, gerekse toplum ve cemiyetin kendisine kazandırdıklarından oluşur. Şahsiyet İngilizce’de “Personality” kelimesiyle ifâde edilmektedir. Karakter ve mizâc kelimeleri, tam olarak olmasa bile, şahsiyet ile yakın anlamlıdır. Karakter alâmet, farklı özellik demektir. Prensiplerin ruhta iyice yerleşmesi sâyesinde irâdî fillerin kesinlik, rûhun da istikrâr kazanması diye tanımlanabilir.

Her insan, insan olmak itibarıyla diğer insanlara benzer, fakat şahsiyet olarak hiçbir insan, diğerine benzemez. Bir başka ifâdeyle hiçbir insan asla bir diğerinin aynı değildir. Allah’ın birliğinin ve her varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesinin gereği olarak her insan, ayrı bir şahsiyettir. Parmak izlerinde fizyolojik olarak en bâriz şekilde görülen bu gerçek, psikolojik ve rûhî alanda da böyledir.

Ferdî özelliği ve şahsiyeti itibarıyla tek olan insan, ictimâî özelliği itibarıyla organizasyon sağlayan bir bütünlüğe ve intibak kabiliyetine sâhiptir. Her insan şahsiyet olarak tektir. Şahsiyetin iki özelliği vardır, tek oluşu ve istikrarı. Tasavvufta her insan ayrı bir âlemdir. Nitekim İmâm-ı Ali’den rivâyet edilen şu şiir bunu anlatmaktadır:

Devân sendedir; fakat görmezsin.

Derdin sendendir; fakat anlamazsın.

Sen kendini küçücük bir cisim sanırsın.

Oysa koskoca bir âlem sende dürülmüştür.      

Sûfiler insanın bedenini yeryüzüne, kemiklerini dağlara, iliklerini madenlere, iç boşluğunu denizlere, bağırsaklarını ve damarlarını akarsu ve nehirlere, iç yağını bataklıklara, teneffüsünü rüzgâra, konuşmasını gök gürültüsüne, ağlamasını yağmurun yağmasına benzeterek insanı küçük bir âlem; yani “mikro-kosmos” olarak görmüşlerdir.

İnsanın şahsiyet özelliklerinin teşekkülünde irsî olarak intikal eden genetik vasıflarla, çevrenin etkisi aşağı yukarı eşit düzeydedir. İnsan şahsiyetini ne yüzde yüz genetik olduğunu; ne de yüzde yüz çevre ve kültür etkisiyle oluştuğunu söylemek mümkündür. Belki herkese göre değişen oranda verâset ve çevrenin belli bir etkisi vardır.

Şahsiyet, çevreye intibak kabiliyeti demek olan zekâ, karakterin biolojik unsurları demek olan mizac, bedenî yapı, sosyal çevre ve kendini ifâde ile iletişim kurabilme gibi psikolojik, psiko-sosyal ve fizyo-psikolojik unsurlardan oluşur. İnsan şahsiyetini etkileyen kültür millî; medeniyet ise evrensel özelliğe sâhiptir. Bu yüzden insan kendi kültür ve medeniyetinin öğelerini taşır.

Şahsiyet oluşumunu etkilediği kabul edilen öğeleri İslâmî-tasavvufî bakış açısından değerlendirdiğimiz zaman kaynaklarımızın bunlara ciddî oranda vurgu yaptığını görmekteyiz.

1- İrsiyet, genetik yapı: Soyaçekim diyebileceğimiz bu özellik, Allah Rasûlü’nün: “İnsanlar yapıları itibarıyla hayır ve şerde altın ve gümüş mâdeni gibidir. Onların cahiliye döneminde hayırlı olanları, eğer bilirlerse, İslâm döneminde de hayırlıları olabilir. İnsanın soyunda olan şeyler eninde sonunda ortaya çıkar.” 1buyurur. Bu hadis, irsiyetin şahsiyete etkisini açıkca ifâde etmektedir.

2- Çevre-âile faktörü: Başta hadisler olmak üzere İslâmî kaynaklar şahsiyette çevre faktörüne dikkat çekmektedirler. Nitekim Efendimiz buyurur: “Her doğan İslâm fıtratı üzere doğar, sonra ebeveyni onu yahûdî, nasrânî ya da mecûsî yapar.”2

3- Kültür ve medeniyet faktörü: Kültür insanı kuşatan, şahsiyetini etkileyen, âidiyet duygusuyla birlikte hareket etmeyi sağlayan önemli bir faktördür. Nitekim Kur’an’daki: “Ne var ki insanlar kendi aralarında parça parça bölündüler. Her gurup kendi fikir, kültür ve düşünceleriyle mutluluk duyarak böbürlenmektedir.”3 âyeti buna işaret sayılabilir.

4- Ekonomik durum: Ekonomik ve sosyal durumda insan şahsiyetinin teşekkülünde etkili olan bir faktördür. Kur’an, dünya malının insanlara bir dayanak kılındığına; dolayısıyla insanların şahsiyetlerinin teşekkülünde etkili olduğuna işaret etmektedir: “Allah’ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınız…”4 buyurulur.

Şahsiyet inşâsı ve karakter eğitiminde Batılı ilim adamları, insanda bulunan dört istidâddan bahsederler. Bunlar da: İrâde kuvveti, muhâkeme açıklığı, ince duygu ve rûhun derinden harekete geçirilmesidir.5

a- İrâde kuvveti: İrâde eğitiminin amacı, tabiatı yüksek emirlere uygun hâle getirmektir. İrâde eğitiminin tasavvuf kültüründeki karşılığı nefs terbiyesidir. Nefs, insanın özbenliği anlamına geldiği gibi, insandaki kötü sıfatların merkezi anlamına da gelmektedir. Nefs ikinci özelliği itibariyle kötülüğü emreder hâlden hayır ve takvâ ilhâm eden konuma getirilebilirse tezkiye edilmiş; arınmış sayılır.6 Arıtılan nefs, insan aklına kötü müdahâlelerden vaz geçip kişinin iyi ve doğru olanda karar kılmasını; istikrar üzre olmasını sağlar. Bu da tabiatın yüksek emirlere uyum sağlaması demektir. Riyazat ve mücâhede, namaz ve oruç insan iradesini güçlendiren, bir başka ifâdeyle nefsin insana kurduğu tuzakları ortadan kaldıran tezkiye yöntemidir. Zikir ve ibâdet insandaki gaflet duygusunu izâle ederek irâdedeki tayakkuzu güçlendirir. Nefs, rûhun beden ile kirlenen tarafı olduğundan sahip olduğu kesâfet sebebiyle insanı aşağılara ve aşağı olan şeylere doğru çeker. Uygulanan mücâhede yöntemi arıtıp incelttikçe nefs letâfet kazanarak yukarılara ve ulvî olan şeylere ilgi duymaya başlar, nihâyet “mutmainne” olan nefs, irâde problemini halletmiş ve cüz’î irâdesini küllî irâdeye rabt ve râm etmiş demektir.

b- Muhâkeme açıklığı: Olaylar, insanlar, varlık, âlem ve bütün kâinât, akıl ve idrâk sâhibi insanoğlunun doğumundan itibâren ilgi alanıdır. İnsanın çevreyle tanışması ve iletişim kurması, kâinatı ve olayları okumasıyla başlar. Olayları okumanın yolu berrak bir zihin ve basîretle âleme ve olaylara bakmaktır. Kur’an’da akıl sâhiplerini bu türden bir ilgiye sevk eden ve insanı muhâkeme yürütmeye teşvik eden pek çok âyet vardır. Özellikle “ülü’l-elbâb” kavramı Kur’an’da imanlı ve kavrayışlı akıl ehli için kullanılmıştır. Muhâkeme ve tefekkür insana san’attan san’atkâra; eserden müessire giden yolda kâinatı ve rabbını tanımayı öğretir. Tasavvuftaki muhâsebe, murakabe ve tefekkür ile ilgili terbiyevî tâlimâtlar bu mânâdaki tavsiyelerdir. Nitekim Kur’an’da derin, ince ve yararlı bilgi anlamında hikmet kavramı kullanılmıştır. Hikmetin özelliklerini tam olarak kavrayabilecek olanlar da ülü’l-elbâb’dır: “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri (ülü’l-elbâb) bundan ibret alır.” 7

Tasavvufta tefekkür, tezekkür ve okuma merkezden muhite doğru, şahsın önce kendisinden âleme, âlemden âlemlerin rabbına doğrudur. Nitekim Kur’an’daki İbrahim kıssasında bunun yolu bütün açıklığı ile anlatılmaktadır. 8

c- İnce duygu: Sempati içgüdüsünün harekete geçmesi olarak tanımlanan ince duygu, bir bakıma duygusal zekâ ve empati diye de adlandırılabilir. Empati, insan karakterinin karşısındakini anlaması, algılaması ve kendisini onun yerine koyması, onunla kalbî iletişim kurmasıdır. Bunun kültürümüzdeki karşılığı merhamet ve sevgiye dayalı duygu yoğunluğudur: “Allah Rasûlü’ne verilen ve yumuşaklık ve yufka yürekliliğin kaynağı olan rahmettir.” 9Tasavvufta “Yaratılanı Yaratanından ötürü sevmek olarak” özetlenen bu duygu, İslâmî-insânî şahsiyette gönül ya da kalp merkezli bir sevgi dünyası kurmaktır. Ehl-i kalb, ehl-i dil olmak, bir gönle girmektir. Bir gönül hakketmek; ya da gönle girmek cümleden yeğrektir. Ancak sâf bir sîne ile: Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana.

d- Ruhun derinden harekete geçirilmesi: Bizim kültürümüzde “cezbe” denilen şeydir bu. Cezbe, insandaki irâdeye etki eden bir iç kuvvettir. Davranışları iç karşı koymaya karşı yönlendiren bir iç çekim gücü, ya da iç motivasyondur.  Hareket, ibâdet ve davranışlarda gerekli olan enerjinin insanın kendi iç dünyasında üretilmesi ve insanın bu eneriyle herhangi bir zorlanma yaşamadan özgürce ve içten bir duygu ile irâde oluşturmasıdır. Cezbe, ilâhî-vehbî bir çekiliş, Hakk katına, iş cihetine süzülüştür. Mesleğinin âşıkı, işinin muhibbi, ibâdet ve hizmetinin tutkunu insanların içindeki ateşin adı cezbedir. Cezbe sâyesinde insanlar şahsiyetlerinin gereği olan işleri “tav’an”; yâni isteyerek ve hazla yaparlar.

Görüldüğü gibi şahsiyet inşâsı çok kolay bir hâdise değil. İnsanın kendisini, sorumluluğunu önemsemesine, ehem mühim sıralamasını kaybetmeden kulluk bilinciyle hareket etmesine bağlı. İrade eğitimi ve muhâkeme açıklığı ile duygusal zekâyı geliştirmek ve neticede bir iç motivasyona erip gerçek irâde hürriyetini yakalayabilmek. Çizgi bu, yöntem bu. El-hâsıl ince uzun ve sabır isteyen bir yol.

Dipnotlar:

Keşfü’l-hafâ, II, 312

Buhârî, Cenâiz, 92; Müslim Kader, 25; Ebû Dâvud, Sünne, 17; Tirmizî, Kader, 5

el-Mü’minûn, 23/52

en-Nisâ, 4/5

5 bk. H. Mahmud Çamdibi, Gazzâlî’de Şahsiyet Terbiyesi, İstanbul 1983

bk. Eş-Şems, 91/8

el-Bakara, 2/269

bk. el-En’âm, 6/74-78

bk. Âl-i İmran, 3/159