Altınoluk Dergisi, 2004 – Subat, Sayı: 216, Sayfa: 006
Mutmain kalb veya itminana ermiş bir nefis, Türkçe’de “gönül bütünlüğü” ya da “kalb doygunluğu” diye ifade edilebilen teslimiyetin Kur’anî ifadesidir. İtmi’nân ve mutmain kelimeleri Kur’an’da on beş kadar yerde geçmektedir. Sözlük manasıyla ıstılahî manası arasında yakın bir ilişki bulunan bu kelimenin Kur’an’da geçtiği yerlere telmihte bulunarak kuşattığı manayı ifade etmeye çalışacağız. İtmi’nân, sözlükte sıkıntıdan sükûnete, karışıklıktan düzene ermek, sakin ve ber-karar olmak, bir şey veya bir kimseye itimad etmek, rabt-ı kalb ile güvenmek ve onunla huzura ulaşmak demektir.
Ayetlerde İtmi’nan
Kur’an’da itmi’nan kavramı kullanımlarını şöyle sıralayabiliriz:
1 – Kalbdeki şüphenin izalesi sonucu oluşan güven manasına: Kur’an’da Hz. İbrahim’in “ölülerin nasıl diriltileceği” konusunda Allah ile muhâveresi itmi’nânın, kalbin şüphe sıkıntısından kurtulmak anlamına kullanıldığını göstermektedir: “Yoksa yâ İbrahim, ölüleri dirilteceğimize inanmadın mı?” “Evet inandım yâ Rabbi, fakat kalbim mutmain olsun istiyorum.” (el-Bakara, 2/260) Çünkü “Halîl” ünvanına hak kazanacak dostluğun şartı, her şâibeden uzak sürekli bir kalbî hayata bağlıdır.
2 – Bir haberin doğruluğunu yakînî bir bilgi ile teyid ederek gönülden teslimiyeti sağlamak anlamına. Bedir’de duaların kabulüyle meleklerin yardımının görülmesi, Kur’an’da itmi’nân lafzı ile ifade buyurulmuştur: “Bunu da Allah size bir müjde olsun, bununla kalbleriniz itmi’nân bulsun ve yatışsın diye yapmıştır.” (bk. Âl-i İmran, 3/126; el-Enfâl, 8/10)
3 – Olağanüstü bir takım olaylar ve mucizeler sayesinde kalblerde hasıl olan sükünet manasına. Nitekim gökten sofra indirilmesi talebinde bulunan havarileri Hz. İsa’ya demişlerdi ki: “İstiyoruz ki bundan yiyelim kalblerimiz mutmain olsun da senin bize doğru söylediğini anlayalım.” (el-Mâide, 5/113)
4 – Korktuğundan emin olmak anlamına. “Korktuğunuzdan emin olduğunuzda (itmi’nan) namazı dosdoğru kılın.” (bk. en-Nisâ, 4/103)
5 – Huzurlu belde anlamına aynı kökten “mutmainne” kavramı kullanılmıştır. (bk. en-Nahl, 16/112)
6 – Din konusunda inkâra zorlanan ve bu ikrah sonunda küfür sayılan sözler söyleyen kimsenin sağlam imana sahip gönlüne Kur’an, “imanla mutmain kalb” (bk. en-Nahl, 16/106) tabirini kullanmaktadır.
7 – Dünyaya aşırı güven ve ona aldanıp eğlenmek anlamında negatif bir itmi’nân anlamında: “Bize kavuşmayı ummayan, dünya hayatına razı olup onunla mutmain olan ve bizim ayetlerimizden gafil bulunanlar vardır.” (Yûnus, 10/7) Dünya nimetleri ve zevkleriyle yetinip avunanlar, başlarına gelecek tehlikeden arınmış gibi ilerisini hiç düşünmeyenlerdir.
8 – Kalplerin zikirle doyuma ermesi, gönül bütünlüğünü yakalaması manasına: “Onlar inanmışlar, kalbleri Allah’ın zikriyle itmi’nâna kavuşmuştur. Dikkat edin, kalbler ancak Allah’ın zikriyle itmi’nâna erer.” (er-Ra’d, 13/28) Bu ayette geçen zikir kavramı hem Kur’an hem de Allah’ı anmak manasında yorumlanmıştır. Ayetin ilk kısmındaki “onlar inanmışlar ve Allah’ın zikriyle itmi’nâna kavuşmuşlardır” ibaresindeki “Allah zikri” Kur’an olarak yorumlanabilir. Fakat “Kalbler ancak Allah’ın zikriyle itmi’nâna erer” kısmında zikir, mutlak zikir olarak düşünülmelidir. Çünkü kalb şek ve şüphe içinde kalırsa Allah’ı anmaktan başka bir şeyle sükûnete eremez, huzûr ve itmi’nâna kavuşamaz, ber-karar olamaz.
İnsan Kur’an’ın tefekkür, düşünce ve zikre yaptığı vurgularla kalbî bir arayış içinde olursa buna ulaşma şansı elde edebilir. Ama hiçbir suretle Allah’ı zikretmeyen bir kalb mutmain olmadığı için selîm de değildir. Hatta böyle kalblerin zamanla vicdanî hassasiyetleri bile kalmaz. İman ve zikir hâlinde insan bedenen, kalben ve zihnen tam bir emniyet ve huzur hâlinde olduğu için bu hâlde bulunanlara “mutmeinne” makamına ermiş denilir. İnkarda ve küfürde ısrar eden bedbahtların ise sıkıntıları devam ettiğinden itmi’nân hâlini yakalamaları zordur.
Kalblerin Allah’ın zikriyle mutmain olması, herşeyin başının ve sonunun Allah olması ile ilgilidir. Mümkün ve muhtemel olan herşeyin nihaî çıkış ve varış noktası O’dur. Allah Teala daha üstü ve daha ötesi olmayan yüceler yücesi olduğundan gerek dış dünyadaki varlıklarda ve gerekse iç dünyamızda ondan ilerisine imkan yoktur. “Allah” deyince bütün duygular durmuş, bütün korkular ve ümitler son durağına varmış demektir. Gönüller onun dışında hangi dünya nimetine meyletse, hepsinin daha üstünü ve daha iyisi bulunduğundan hiçbiriyle karar kılamaz.
İnsan gerek Kur’an’daki kelâmî ayetlerle, gerekse âlemdeki kevnî ayetlerle îmanda itmi’nâna erince Allah’ın takdir ettiklerinin dışında başına bir şeyin gelmeyeceğinden emin, onun takdir ettiklerinin de mutlaka geleceğinden şüphesizdir. Çünkü sakınılan ve korkulan şey takdir edilmemişse meydana gelemez. Takdir edilmişse de meydana gelişi asla önlenemez. Bunu bilen için kader açısından bir itmi’nân hâsıl olur. Ayrıca bir belâ ve sıkıntıya uğrayan kimse, karşılığında bir sevap alacağına inanırsa kalbi sükûnete erip mutmain olur. Bazen insanda alacağı mükafat ile ilgili düşünce öylesine kuvvetlenir ki kul beladan lezzet alır ve onu nimet olarak görmeye başlar. Çünkü ruhun vaad edilen mükâfat ile mutmain olması korku ve endişeyi teskin eder.
Marifet-i ilâhiyeden nasîb almaya başlayan kalb ise bütün maksatların O’na yöneldiğini anlar, O’ndan başka yüksek makam ve âlî maksad olmayacağının bilincine erer. Bu yüzden marifete erememiş gafil kalbler mutmain olamaz. Sürekli çırpınır durur. Ancak bu bir aşk çırpınışı değil, boş emellerden kaynaklanan hicrân çırpınışıdır. Allah’ı maksad ve gaye görecek marifet gerçekleşmedikçe bu taşkınlık ve şaşkınlık sürer.
9 – İlme’l-yakinden ayne’l-yakine yükselerek doygunluğa eren nefs anlamına: “Ey itmi’nâna, huzûr ve sükûna ermiş nefs, dön Rabbına, sen O’ndan, O da senden razı olarak!” (el-Fecr, 89/27) Bu ayet-i kerîme, nefsin itmi’nân özelliğinden bahsetmekte, üzüntü ve sıkıntıdan kurtularak sükûnete erdiğini, daralmadan sonra huzur bulduğunu ifade etmektedir. Şekk karanlığından, şüphe girdabından kurtulmuş, vehm ve hayal endişesini aşarak huzûr ve sükûnete ermiş nefs kastedilmektedir. Bu ayetten hem nefsin Rabbi ile mutmain olacağı, hem de itmi’nâna erenlerin ancak Rablarına dönenler olacağı anlaşılmaktadır. Mutmainne, artık kötülükle emreden isyancı nefs değildir. Allah’a gönül bağlayan, huzûru O’nun zikir ve taatinde arayandır
Hadislerde İtmi’nan
Hadislerde “itmi’nân” Kuran’daki anlamıyla kullanılmakla birlikte, bedenî ve zahirî sükûnet olarak da kullanılmıştır. Nitekim rükûdan doğrulduktan sonra secdeye varmadan, ayakta bir süre bekleyerek yapılan ta’dil-i erkanın sıfatı da itmi’nân, ya da tume’nînedir.
İyilik (birr) hadislerde “nefs ve kalbin itmi’nân bulduğu; yani tereddütsüz ve şeksiz kabul ettiği şey” olarak tarif edilmektedir. (Dârimî, Büyû; İbn Hanbel, V, 194).
Zikir, iman, iyilik ve doğruluk gibi kavramlarla birlikte kullanılan ve varlığı onların varlığına bağlı görülen “itmi’nân duygusu”, kalbte her türlü vesvese, şüphe ve evhamın yok olduğu, çarpıcı ve derin bir huzur hâli demektir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.) doğruluk ve yalanı tarif ederken de itmi’nân, ya da tume’nîne kavramlarını bir ölçü olarak vermektedir. “Doğruluk bir itmi’nân ve huzur hâlidir. Yalan ve yalancılık ise bir şüphe ve sıkıntı hâlidir.” (Tirmizî, Kıyame, 60; İbn Hanbel, I,200).
Tasavvufta İtmi’nan
Mutasavvıflar, kalblerin Allah Teala’nın azamet ve celalini tanımaktan dolayı ürperip titrediğini, rahmet ve fazlını görünce de ferahladığını, O’nun herşeye kâfî olduğunu kavrayınca da sükunete erdiğini ve bu hâlin itmînân adını aldığını belirtirler.
Sehl b. Abdullah der ki: Kulun kalbi mevlâsıyla sükunet bulup itmi’nâna ererse hâli kuvvet kazanır. Kulun hâli kuvvet kazanınca da artık herşey onunla ünsiyet eder.
İtmi’nân kalbte hiçbir şüpheye yer bırakmadan Allah’a yönelmektir. İnsan nefsi, kendisine azık ve rızık veren yüce varlığı kavrayıp tanıyınca itmi’nâna erer. İtmi’nân, kalbi aklına galip, imanı kavî, ilimde derinlik sahibi, zihni duru, özü sağlam kimselerin hâlidir.
Zikir sâyesinde sükûnete ererek itmi’nân duyan bu duygudan hazz alır. Belâ ve âfetlerin def’i ve rızkın bollaşması ile ilgili duaların kabûlü, onu rahatlatır. Nitekim “nefs-i mutmainne” Allah’tan başka belâyı def’edecek, rızka mâni olacak kimsenin bulunmadığına inanan nefsin sıfatıdır.
İtmi’nân yerleşip sabitleşme anlamına olduğundan hiçbir kuşkuya meydan vermeyecek bir şekilde Hakk’a inanmak zevkine ermek demektir. “Kalbleri bomboş” (İbrahim, 14/43) ayetinde ifade buyrulduğu gibi gönülleri boş, hevâ ve heveslerine kapılmış kimselerin kalb ve vicdanları bu duygudan mahrumdur. İman ve salih amel özelliğine sahip temiz kalbler ise bütün insan topluluklarının en güzeli sayılır.
İtmi’nân kalblerin kazaya rızâ, belâya sabır, ihlâs, takvâ ve sükûnete ermek sûretiyle yatışmasıdır. Çünkü “Allah takva ehli ve ihsan erbabıyla beraberdir.” (en-Nahl, 16/28) “Allah sabredenlerle beraberdir.” (el-Bakara, 2/153) buyurulmuştur. Bu tür itmi’nân, tâat ve ibadete bağlıdır. Tâat ve ibadetlerde meydana gelebilecek bir kusur, onu azaltır.
İtmi’nânın en yukarı derecesi itmi’nândan doymamaktır. Böyleleri Allah’a olan saygı ve tazimleri sebebiyle sükûnet ve itmi’nân üzere kalmak yerine, vuslata ermeyi ve Hakk’ın vücûd denizine dalmayı tercih ederler. Artık bunların her şeyleri Hakk ile olduğundan itmi’nân konusunda da sıkıntıları kalmamıştır.
İslam, iman, itmi’nân ve nihayet ihsan, peşpeşe imanda ve kalbî hayatta manevî irtifaı göstermektedir. İslam dil ile ikrarın, iman kalb ile tasdikin, itmi’nân kalbin imanla huzur ve sükûnet meydana getirmesinin, ihsan ise bütün bunların Allah’ı görüyormuşçasına bir duyguyla hayata yansımasının ifadesidir. Bu yüzden kalblerin mutmain olması, İslamî hayatı ruhanî derinliği ile yaşamanın temel şartıdır.