Altınoluk Dergisi, 2003 – Temmuz, Sayı: 209, Sayfa: 011
Yeryüzünde hiçbir inanç ve fikir sistemi, ya da nizam ve ideoloji yoktur ki, bağlılarının ve inananların gayret ve çalışması olmadan sâdece hak ve doğru olduğu için insanlar tarafından benimsenmiş olsun. Eğer hak, sâdece hak olduğu için kabûl görecek olsaydı peygamberlere ve kitaplara, mürşid ve rehberlere hâcet kalmazdı. Ayrıca dünyanın imtihân özelliği ve kulların bu konudaki çabaları bir anlam taşımazdı. Oysa Cenâb-ı Hakk her kavme bir peygamber göndermiş, her peygambere de şart ve durumuna göre bir mûcize vermiştir. Her devrin ve her kavmin peygamberine verilen mucize, birbirinden farklıdır. Hz. Peygamber, son peygamber olarak peygamberler serdârı olduğu için bütün peygamberlerin mucizelerine benzer mucizeler göstermekle birlikte, onlardan daha farklı, üstün ve kalıcı bir mûcizeye mahzar kılınmıştır. O da Kuran mûcizesidir.
Beşeriyet, yapısı gereği peygamberlik müessesesine de kitaplara da her devirde muhtaç olduğu için son peygambere kadar bu tebliğ ve dâvet yapısı sürekli işlemiştir. Son peygamberle nübüvvet kapısı kapandığı, Kuranla ilâhî kitaplar tamamlandığı için, dâvet ve tebliğ yolunun esasları kalıcı temellere dayandırılmış ve bu sûretle insanlığın bu ihtiyâcı kıyâmete kadar, Kuran ve Hz. Peygamber ile kemâl derecesinde karşılanmıştır.
Kuranda insanları, İslâm ve imânla buluşturmak mânâsına tebliğ ve dâvet kökünden türetilmiş lâfızlar kullanılmıştır. Tebliğ Allahın emirlerini kullarına duyurmaktır. Peygamberler mübelliğ yâni tebliğcidir. Nitekim şu âyetlerde geçen belâğ kelimesi tebliğ demektir:
1- Eğer çekişmeyi bırakır İslâma girerlerse doğru yolu tutmuş olurlar. Yok yüz çevirirlerse sana düşen ancak tebliğdir. Allah onları görmektedir. (Âl-i İmrân, 3/20)
2- Bu işte insanlara bir tebliğdir. (İbrahim, 14/52)
3- Rasûlün üzerindeki ancak apaçık bir tebliğden başkası değildir. (en-Nûr, 24/54)
4- Dediler: Rabbımız bilir, inanın biz gerçek size gönderilmiş rasûlleriz; açık bir tebliğden ötesi bizim üstümüzde değil. (Yâsin, 34/16-17)
5- Kâfî bir tebliğ (el-Ahkâf, 46/35)
Kuranda tebliğ anlamına ve daha geniş kapsamlı bir biçimde kullanılan diğer kelime davet lâfzıdır. Dâvet, insanları İslâm gerçeklerine çağırmaktır. Bu çağrıyı yapanlar ise dâî ünvânını alır. İslâmda dâvete konu olan insanlar bir ümmet-i dâvet; bir de ümmet-i icâbet olmak üzere iki guruptur. Birinci gurupta henüz İslamla müşerref olmamış olan topyekün insanlık söz konusudur. İkinci gurupta ise İslama icâbetle dâveti kabûl etmiş olanlar yer alır. Bu bakımdan dâvetin hem henüz inanmamış olanlara bakan bir yüzü, hem de inananlara bakan bir ciheti vardır. Kuranda bu kökten kullanılmış kelimelerin geçtiği âyetlerden bazıları şunlardır:
1- Ey Rasûlüm de ki: İşte benim yolum budur. Ben ve bana tabî olanlar insanları Allahın yoluna bâsiretle dâvet ederiz. (Yûsuf, 12/108)
2- Rabbının yoluna hikmetle ve güzel nasîhatle dâvet et! (en-Nahl, 16/125)
3- Ey şanlı peygamber! Biz seni hakka bir şâhid, bir müjdeci bir korkutucu ve Allahın izniyle bir davetçi ve nurlar saçan bir kandil olarak gönderdik. (el-Ahzâb, 33/45-46)
Kuranda doğru yolu bulmak mânâsına gelen rüşd kelimesi zamanla doğru yola iletmek anlamında irşâd (mürşid) şeklinde kullanılarak yaygınlık kazanmıştır. Kuranda rüşd kökünden lâfızların kullanıldığı âyetlerden bâzısı şöyledir:
1- O halde kullarım Benim dâvetime koşsunlar ve Bana hakkıyla imân etsinler ki rüşde ersinler; doğruyu bulsunlar. (el-Bakara, 2/186)
2- Dinde zorlama yok rüşd, (doğruluk), sapıklıktan iyice ayrıldı. (el-Bakara, 2/256)
3- O vakit o genç yiğitler mağaraya çekildi ve şöyle dediler : Ey rabbimiz izlere katından bir rahmet ihsan eyle ve bizim için işlerimizde reşed (ve başarı) ver ! (el-Kehf, 18/10)
4- Allah her kime hidayet verirse o doğru yolu bulan kimide saptırırsa artık onu irşad edecek bir dost (velî) bulamazsın (el-Kehf, 18/17)
Kuranda Müslümanlar arasında maruf, iyilik ve hayrı yaygınlaştırıp münker ve şerri önlemek üzere bir topluluğun bulundurulması istenmiştir. Nitekim : Sizden hayra davet eden maruf ile emreden, münkerden sakındıran bir topluluk bulunsun. (Al-i İmrân 3/104) buyurulmaktadır. Aynı sûrede müteâkip âyetlerde bu hizmeti yapan insanlar şu lafızlarla anlatılmakta ve övülmektedir: Sizler insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Çünkü iyiliği emreder, kötülükten sakındırır, ve Allaha inanırsınız. (Al-i İmran, 3/110)
İslam toplumdaki sosyal dokunun emr-i bilmaruf üzere kurulduğunu şu âyet işaret etmektedir: Kadın erkek bütün müminler, birbirlerinin dostudur. İyiliği emreder, kötülükten sakındırır, namazı doğru dürüst kılar, zekâtı verir, Allah ve Rasûlüne itâat ederler. (et-Tevbe, 9/71)
Samimî Müslümanların yeryüzünde iktidar sâhibi olduklarında da iyiliği emredeceklerini şu âyet anlatmaktadır: Şayed onları yeryüzünde iktidâr sâhibi yaparsak namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar. (el-Hacc, 22/41)
Emr-i bilmârûf hizmeti için tarihte hisbe ya da ihtisâb teşkilâtı denilen bir hizmet birimi kurulmuştur.
Kuranda bu mânâlara yakın bir de tezkir lâfzı kullanmıştır. Tezkir, hatırlatmak ve uyarmak demektir. Müzekkir de zikir ve zikrâ kökünden uyarıcı demektir. Nitekim Osmanlılar zamanında vâzilere müzekkir de denilmiştir. Kuranda bu mânâda şu âyetler öne çıkmaktadır.
1- Sen tezkire (nasihata) devâm et. Zikrâ (nasîhat) müminlere fayda verir. (ez-Zâriyât, 51/55)
2- Ya şimdi ne mazeretleri var, o tezkireden (öğüt) yüz çevirirlerken? (el-Müddesir, 74/49)
3- Haydi tezkir et (öğüt ver)! Sen sadece bir öğütcüsün! Üzerlerine musallat değilsin. (el-Gâşiye, 88/11-13)
Vaaz ve (mevıza) nasîhat da Müslümanları dînî kaygı ve İslâmî çizgide tutma anlamına Kuranî kavramlardandır. Nitekim Kuranda şu âyetlerde geçmektedir:
1- İşte bu, bütün insanlar için beyân ve muttakiler için mevıza (öğüt) ve hidâyet rehberidir. (Âl-i İmrân, 3/138)
2- Onlara aldırma, kendilerine vaaz ver! (en-Nisâ, 4/63)
3- Ey insanlar, işte size Rabbınızdan bir mevıza, gönüller derdine şifâ ve müminler için hidâyet ve rahmet geldi. (Yûnus, 10/57)
4- Size vaaz (nasihat) ediyor ki dinleyip tutasınız. (en-Nahl, 16/90)
5- De ki: Size sâde bir vaaz (nasihat) edeceğim. (Sebe, 34/46)
6- İşte siz bununla öğütlenirsiniz (vaaz)? (el-Mücâdele, 58/3)
7- Şeytan, Âdemle Havvâya yemin ederek ben size nasihat edenlerden (iyiliğinizi isteyenlerden)im dedi. (el-Araf, 7/20-21)
8- Sâlih dedi ki: Ey kavmim, ben size Rabbımın risâletini tamamıyla tebliğ ettim ve nasihat ettim. Fakat sizler nasihatçılarısevmezsiniz. (el-Araf, 7/79)
9- Nuh kavmine dedi ki: Ben size nasihat etmek istemişsem de Allah sizi helâk etmek murad ediyorsa benim nasihatim size fayda vermez. (Hûd, 11/34)
Talim kelimesi de Kuranda eğitme ve öğretme anlamında nebevî bir iş olarak Kuranda geçer. Nitekim el-Bakara, (2/151), Âl-i İmran (3/164) el-Cumua (62/2) âyetlerinde Hz. Peygamberin kitap ve hikmeti tâlim ettiği ifâde edilmektedir. Yine aynı âyetlerde Allah Rasûlünün tezkiye görevinden bahsedilmektedir.
Kuranda ahlâkî değerlerin ayakta tutulmasını sağlamak maksadıyla kullanılan yöntemlerden biri de tavsiyedir. Nitekim Asr sûresinde Hakk ve sabr (103/3), Beled sûresinde sabır ve merhamet (90/17) tavsiye edilmektedir.
Bir de hüdâ, hidâyet ve hâdî kelimeleri de Kuranda mânevî eğitime vesîle mânâsında kullanılmaktadır. Hidâyet ve hüdâ doğru yol ve doğru yola iletmektir. Peygamberler ve ilâhî kitaplar ise hidâyet vâsıtalarıdır. Bu yüzden İslâm davetçilerine Hâdî denir. Nitekim: Her kavim için bir hâdî (hidâyet rehberi) vardır. (er-Râd, 13/7) buyurulur.
Kuranda değişik lafızlarla geçen tebliğ, dâvet ve irşâd hizmetinin tasavvufî açıdan nereye oturduğunu önümüzdeki sayıda devâm edeceğiz.