Altınoluk Dergisi, 2001 – Mart, Sayı: 181, Sayfa: 006
Kur’an, insanları inanç bakımından mümin, kâfir ve münâfık olmak üzere üçlü bir tasnife tâbi tutmaktadır. Hem de Kur’an’ın sıralamada ikinci, büyüklükte birinci sûresinin ilk âyetlerinde; üç âyetle mü’minlerin özelliklerini özetlemekte, ardından sâdece iki âyetle kâfirleri; yani kalpleri îmâna mühürlü inançsızları anlatmaktadır. Kafirlere dâvetin pek etkili olmayacağını ve sonucu değiştirmeyeceğini belirtmekte; ardından toplam on üç ayetle münafıkların özelliklerini anlatmaktadır.
Kur’an’da “Münâfikun” diye özel bir sûre bulunmasına ve muhtelif vesilelerle münafıklara işâret edilip dikkat çekilmesine bakılırsa “mûnâfıklar” ve “nifak” İslâm toplumunun her devirde problemi olacak bir baş belâsıdır.
Genelde nifakı iki derecede yorumlamak esas olmuştur. Bunu “büyük ve küçük” olarak adlandıranlar varsa da, aslında “itikadî” konuklardaki münafıklık ve “amelî” konulardaki nifak diye ikiye ayırmak daha isâbetli görünüyor.
İtikâdî konulardaki nifâk, diplomatik bir imân da diyebileceğimiz, çıkar hesâbına dayalı olarak insânın hiçolmayan bir îmanı var göstermesi; aslında kâfir olduğu halde müslüman olduğunu iddiâ etmesidir ki, Kur’an’ın ehlini cehennemin en alt tabakasında gördüğü nifak bu olsa gerektir. (en-Nisâ, 4/145)
İkinci tür münâfıklık ise insanın amel ve davranışlarında sıdk ve ihlâsa dikkat etmemesi sebebiyle yaşayışındaki bozulma sonucu kalbinin kayması ve inandığı gibi yaşama çabası göstermediği için zaman içinde yaşadığı gibi inanmaya başlamasıdır. Nitekim İmam Ali (k.v.) der ki: “Îman kalpte beyaz bir ışıktır. İman arttıkça kalbin beyazlığı artar. İman kemâle erince kalp bembeyaz olur. Nifâk ise siyah bir ışıktır. Nifak arttıkça kalbin siyahlığı da artar. Nifâk kemal bulunca kalp kapkara olur.” (el-Lüma’, s. 138)
Aslında bu tür bir nifak kişinin farkında olmadan içini saracak bir hastalıktır. Münafıklık insanlara gizli kalan bir durumdur. Hatta çoğu zaman kişi kendisinin münafık olduğunun farkında olmayabilir. Kişi fesadçı olduğu halde kendisinin sâlih olduğunu sanır. Nitekim: “Fesâdçılık yapmayın” denilen münâfıklar kendilerinin “fesadçı değil, ıslahçı” olduklarını söylerler. (bk. el-Bakara, 2/11)
Hz. Peygamber (s.a.)’in münâfıklık alâmeti saydığı yalan söyleme, sözünde durmama ve emanete hıyanet gibi davranışlar bu tür küçük nifakın özellikleridir.
Allah dostlarından Habib Acemî’ye sordular:
– Allah nerede bulunur? Şu Cevabı verdi:
– Nifak tozu bulunmayan kalpte. Çünkü nifak, vifâkın yâni Allah’ın emrine uymanın zıddıdır. Rızâ da nifâkın zıddı; vifâkın yani emr-i Hakk’a râm olmanın ta kendisidir. Muhabbetin nifakla hiçbir alâkası, olamaz. Rızâ dostların, nifâk düşmanların özelliğidir.
Şu halde kalbi ihlâs ve rızâ ile nifâktan korumak gerekmektedir.
Anlamsız bir iddiâ, tasdiksiz bir ikrâr nifaktır. İddiâdan uzak bir mânâ ve tasdik ise gerçek ihlâstır.
Allah insanları sâdık ve münafık olarak ikiye ayırmış ve sâdık müminleri sadakatları sebebiyle mükâfâtlandıracağını, münâfıkları ise azablandıracağını; ya da tevbe etmelerine fırsat verip bağışlayacağını belirtmiştir. (bk. el-Azhâb, 33/24)
İmanın temeli sıdk, münâfıklığın temeli yalandır. Yalanla îman bir araya gelir gelmez muhârebeye tutuşurlar. İnanan bir insanda ortaya çıkabilecek nifak çizgisi bu noktada görülür.
Allah münafıkları yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir (en-Nisâ, 4/88). Kur’an’da Allah’ın kullarından aldığı ahde vefâ göstermeyip onu bozmanın da kalp katılığına sebep olduğu bildirilmektedir (bk. el-Maide, 6/13).
Bakara Sûresi, kendilerini mü’min toplum içinde mümin olarak takdim eden münafıkların: “Allah’a ve âhiret gününe inandık dedikleri halde aslında inanmadıklarını, Allah’ı ve inananları aldattıklarını sandıklarını, aslında aldattıklarının kendileri olduğunu belirtmektedir” (el-Bakara, 2/8-9).
Onların kalplerinde maraz vardır. Maraz, bedenin sağlam haldeki alışkanlıklarından sapmasına ve görevini istenilen şekilde yapmasına engel olan ârızadır. Buna “illet” de denir. Maddi olanı olduğu gibi manevî ve kalbî olanları da vardır. İnsan bedeni ve kalbi için aslolan sıhhattir. Kişi bedeninin sağlığı kadar, kalbinin sağlığından da sorumludur. Ayette “maraz” kelimesinin tenvin ile nekre olarak gelmesi, hastalığın azamet ve korkunçluğuna dikkat çekmek içindir. Demek ki her türlü ahlâksızlığın başı, idrâk ve irâde’nin âfeti bir hastalık var ortada. İşte bu bu hastalık şek ve şüphe kaynaklı nifâk hastalığıdır.
Böyle bir şüphe marazına yakalanan herşeyden şüphe eder, Allah’tan, Peygamber’den, şüphe eder, Hak tanımaz. Onun gözünde hak namına sâdece kendisi, menfaatleri ve hayatı vardır. Herşeyin kendisini aldattığı vehmiyle kafası karışık, zihni allak bullak, kalbi darmadağındır.
Zevkinden, keyfinden, çıkarlarından şüphe etmez; onlara hemen atılır. Aldatmayı, hîle yapmayı, entrika çevirmeyi çok sever. Nefsin özünde böyle aldatma temâyülü hep vardır. Şüphe, fesâd ve nifak olarak tezâhür eden bu kalbî maraz, gelip geçici olduğunda tedavisi biraz daha kolaydır, ama huy hâline gelip bir kere yerleşti mi bir daha tedâvîsi çok zordur.
“Allah onların kalplerindeki bu marazı artırmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle onlara acıklı bir azâb vardır” (el-Bakara, 2/10).
Nifak öyle bir ateştir ki kimin iman levhasına isâbet ederse paramparça eder. Fitne kıvılcımlarından isabet alan kalb, yakıcı bir azâba dûçâr olur. Münafıkların yeryüzündeki fesâd ve bozgunculukları pek çoktur. Ama bununla birlikte hep kendilerini ıslâh edeci sanırlar (el-Bakara, 2/11-12) veya öyle olduğunu söylerler. Münâfıklığın ayrıştığı nokta da burasıdır. Münafıklar, itikadî olarak inanmadıkları halde kuru bir iddiâda bulunurken, kalplerindeki maraza mağlup olup kendilerini sıdk ve ihlâs ilâcı ile tedâvi etmeyen samimiyetsiz müslümanlar da bir süre sonra bu onulmaz derdin mübtelâsı olabilirler.
Âyetin devâmında: “Biz hiç beyinsizlerin iman ettikleri gibi îman eder miyiz?” diyerek aslında imanı ve inananları küçüksedikleri ve kendileri gibi sapık şeytânî üstadlarının yanına gelince de: “Biz sizinle beraberiz, onlarla sadece alay ediyoruz.” derler.” (el-Bakara, 13-14) buyurulmaktadır. Bu ifâdelerden insanların birbirinin şeytanı olduğu ve birbirini iğvâ edip kandırdıkları anlaşılmakta; insanlardaki hal, duygu ve inançların sârî özelliği ortaya çıkmakta ve sosyal çevrenin etkisi gündeme gelmektedir.
Onlar inananlarla alaya kalkışarak kendilerini yüreklendiriyorlarsa da aslında Allah’ın kendi sapıklarına mühlet verdiğini unutuyor ve boşuboşuna aldanıyorlar (el-Bakara, 2/15).
Münafıklar şüphe gemisine binerek karanlık denizlerde ticâret yapmaya kalkışan zavallılar gibidir. Şüphe gemileri onları hayal dalgalarından kurtaramaz. Ve inkar fırtınası arttıkça şüphe gemisiyle topyekün batmağa mahkum olurlar. Çünkü onlar dalâlete karşılık hidâyeti vermişlerdir. Fakat ticâretleri kazanç getirmemiş doğruyolu da bulamamışlardır.
Allah Teâlâ, bu sûrede 19. âyetin sonuna kadar münafıkları muhtelif özellikleriyle anlatmaktadır.
Kur’an’ın bütün bu âyetleri ve ilgili hadisler değerlendirildiğinde münafıkların belli başlı bir takım özellikleri öne çıkmaktadır. Bunlardan başlıcalarını şöyle sıralamak mümkündür.
1- Riyâkârlık; ya da iki yüzlülük. Bu özellik münafıkların târifindeki temel özelliktir. Nitekim: “Gördün mü din gününü yalanlayanı, yetimi itip kakan işte odur. Yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen de odur. Yazıklar olsun namazlarından gâfil olan ve vonu gösteriş ile kılanlara, zekâtı engelleyenlere (el-Mâûn, 107/1-7) buyrulmuştur.
2- Allah’ın emirlerine karşı isteksizlik ve tenbellik. Nitekim: “Namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.” (en-Nisâ, 4/142) âyetinde onların ibâdet hayatlarındaki bu gevşekliği anlatmaktadır.
3- Kararsızdırlar, iki sürü arasında kalmış koyun gibi iman ile küfür arasında gidip gelirler. Nitekim haklarında şöyle buyurulur: “Onlar imanla küfür arasında bocalayan tabansızlardır. Ne onlara, ne bunlara bir türlü karar veremezler.” (en-Nisâ, 4/143)
4- Münâfıklar, birbirinin destekçisidir. Kötülüğü işler ve tavsiye ederler, iyiliği yapmadıkları gibi insanları ondan vazgeçirmeye çalışırlar. Nitekim Allah Teâlâ buyurur: “Münâfık erkekler ve kadınlar sizden değil, birbirindendir. Onlar kötülüğü emreder. İyilikten alıkoyarlar, elleri sıkıdırlar, Allah için harcamak hususunda cimrilik gösterirler. Onlar Allah’ı unuttu. Allah da onları unuttu. Çünkü münâfıklar fâsıkların tâ kendisidir. (et-Tevbe, 9/67)
5- Münafıklar, Kur’an’ın hükmüne ve Rasûl’ün sünnetine tâbi olmaktan uzaklaşırlar. Nitekim Allah Teâlâ buyurur: “Onlara Allah’ın indirdiğine ve peygamberine gelin, onlara başvuralım, denildiği zaman münâfıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” (en-Nisâ, 4/61)
6- Yalan söylerler ve kolayca yalan yere yemin ederler. Nitekim Münafikun sûresinde buyrulur: “Yeminlerini kalkan yapıp insanları Allah’ın yolundan saptırırlar. Onların yaptıkları ne kötüdür.” (63/2)
7- Münafıklar -her ne kadar- kalıpları güzel ve sağlıklı olsa da kalpleri bozuk insanlardır. Çünkü Allah buyurur ki: “Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuştuklarında sözlerini dinlersin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kütüklerdir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın, Allah onları kahretsin. Nasıl olup da dönüyorlar.” (el-Münafikûn, 63/47)
Daha pek çok âyette münafıkların nifâkları anlatılarak insanlar bundan sakındırılmaktadır. Nifak ile ma’lûl kalb eğer mühürlü değilse, tevbe ile imâna dönüş şansı her zaman vardır. Dolayısıyla tevbe kapısı zorlanmalı ve açılması için niyâzdan uzak durulmamalıdır.
Münafığın tevbesi ihlâsla olmalıdır. Çünkü münâfığın günahı ihlâsın zıddı olan riyâdır. Nitekim münafıklar hakkında Kur’an’da buyrulur: “Şüphesiz münafıklar cehennemin en aşağı tabakasında olacaklardır. Onlara asla bir yardımcı bulamazsın. Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler ve Allah’a sarılıp dinlerini Allah içih hâlis kılanlar müstesnâ, Bunlar müminlerle beraberdir. (en-Nisâ, 4/145-146)