Altınoluk Dergisi, 2001 – Ocak, Sayı: 179, Sayfa: 005
İslâm’ın kul ile Allah arasındaki ilişkileri düzenleyen hükümleri gibi, insanların birbiri arasındaki muâmeleleri ve eşyâ ile ilgili davranışları düzenleyen hükümleri de vardır. İnsanın hayâtiyetini devam ettirmek için ihtiyaç duyduğu dünya malının helâllık ve haramlığı; fıkhî açıdan olduğu kadar mânevî ve rûhânî açıdan da önem arzetmektedir. Nitekim bu konudaki islâmî tavrı ortaya koyan şu iki âyet ilgi çekicidir.
Âyetlerden ilki Bakara Sûresindeki: “Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin! İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günah bir yolla yemek için o malları hâkimlere rüşvet olarak vermeyin!” (2/188) âyetidir.
Bu âyet, insanların zulüm ve haksızlık ile yolsuzlukların pençesine düşmemesi için uyarıcı mesajlar vermektedir. Bir kerre âyetin, orucun farziyetini belirten âyetten sonra gelmiş olması bu işin, nefsi terbiye eden ibâdetlerin güzelce ifâsına bağlı bulunduğunu göstermektedir. Çünkü Ramazan’da oruç sâyesinde kendi öz ve helâl malını yemekten sakınan insanlar, kolay kolay haksızlık ederek başkalarının malını yemeğe cür’et edemezler.
Dünya malının haramlığı iki türlü olur. Ya doğrudan hakkındaki hüküm sebebiyle yasaklanmış olanlar domuz eti ve şarap gibi; ya da elde edilişindeki bozukluk sebebiyle haram olanlar, gasbedilmiş, çalınmış mallar, hileli alışverişle kazanılmış kârlar gibi.
İnsanların mallarından bir kısmını haksızlıkla yemek için hâkimlere, yöneticilere devlet ve hükümet adamlarına rüşvet vermek ve bu sûretle millete ve halka âid yerleri ve imkânları ele geçirmek, haksız kazanç yollarından biridir. Buz gibi bir haram olan bu davranış, aslında tüyü bitmedik yetim hakkı yemek demektir. Haksız kazanç insanlar için bütün kötülüklerin başıdır.
Diğer ayet-i kerîme Nisâ sûresindedir: “Ey îmân edenler! Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Ancak karşılıklı rızâ ile yapageldiğiniz ticâret bundan ayrıdır. Birbirinizi öldürmeyin. Allah size karşı çok merhametlidir.” (4 / 29)
Her iki âyette de geçen ve “haksızlık” diye terceme edilen “bâtıl” kelimesi hırsızlık, hâinlik, gasb, kumar, fâiz, haksız muâmele, sefihlik, isrâf gibi hem kazanma; hem de harcama yollarının gayr-i meşrû olan her türünü kapsamaktadır.
İkinci âyette istisnâ edilen “karşılıklı rızâ ile gerçekleşen ticâret”, mülkiyet sebepleri içinde en önemli ve en fazla vukû bulan şerefli kazanç yollarından biridir. Bu âyetten, haksız mal yemekten korunup takvâya erme şartlarından birinin ticâret olduğu anlaşılmaktadır.
“Nefislerinizi öldürmeyin!” yâni bir şekilde birbirinizi öldürmeyin. Haksız ve bâtıl bir yolla birisinin malını yemek, tîcârette karaborsacılık ve ihtikâra sapmak, insanları öldürmeye ve yok etmeye sebep olan şeylerdir. Eğer meşrû yoldan ticâretle birbirinizin hukukuna riâyet etmezseniz birbirinizi öldürmüş ve yemiş olursunuz. Ayrıca haram lokma yiyen, kendini öldürmüş gibi olur. Çünkü haram insanın helâkine ve âhirette azâbına vesîledir.
İnanan kişiler, insanları öldürüp yok etmeye sebep olmamalıdır. Çünkü Allah size karşı olan rahmeti dolayısıyla harâm yemenize ve bir canı yok etmenize izin vermez, ama karşılıklı rızâ ile alış-veriş etmenize müsâade eder. Kim adam öldürmeyi ve haram yemeyi yol yaparak zulümle haddi aşarsa biz de onu ateşe atarız, diyor Hak Teâla…
Âyet-i kerîmeler insanları, ağızlarından giren lokmaların haram mı, helâl mi olduğuna dikkat etmeye çağırıyor. Çünkü insanın ağzından giren lokmalarla yine oradan çıkan sözlerin Allah ve Rasûlü’nün istediği istikamette olmasına özen göstermek vera’ gereğidir. Nitekim: “Yediği lokmanın nereden geldiğini önemsemeyen kimsenin Allah da hangi kapıdan cehenneme sokulacağını önemsemez.” buyurulmuştur. (bk. Ebû Mansûr Deylemî Firdevs) Ebû Tâlib Mekkî bu rivâyetin Tevrat’ta da yer aldığını belirtmektedir. (bk. Kutü’l kulûb, II 548 Gazzâlî, ihyâ, II, 96)
Bir başka hadiste: “Haramla beslenen hiçbir beden cennete giremez. Cehennem ona daha lâyıktır.” (krş. Müslim, Zekât, 65; Dârimî, Rikak, 9; İbn Hanbel, II, 328) buyrulur.
“Yılan çıktığı deliğe girer” derler. Bu söz işin başlangıcı ile sonu arasındaki ilgiye işâret ettiği gibi haramın harama, helalin de helal meşru şeylere vesîle olduğunu ifâde etmektedir. Nitekim ünlü mutasavvıf Sehl b. Abdullah Tüsteri şöyle der: “Haram yiyenin âzâları, -kendisi bilsin bilmesin, istesin istemesin- isyân eder. Yediği helâl olan kimsenin âzâları kendisine itâat eder ve hayırlı işler yapmaya muvaffak olur.” (Gazzâlî, ihyâ, II, 92) Yine Sehl’e âid bir başka söz haram lokma konusundaki duyarlılık açısından çok önemlidir: “Melekûtu müşâhede etmekten ve vuslata ermekten mahrûmiyete sebep olan iki şey vardır: Haram lokma ve yaratıklara eziyet!”
Haramla kazanılan mal ile hayır yapmak ve hayırlı işlere muvaffak olmak mümkün değildir. Nitekim Cenâb-ı Peygamber buyurur: “Haram mal kazanıp da onunla sıla-i rahim tasadduk ve infak gibi işler yapan kimsenin Allah bütün yaptıklarını bir araya toplar ve kendisini ateşe atar.” (bk. Mevsûa etrafi’l Hadis, VIII, 92)
Helâl rızkın, meşrû ve sâlih amellere muvaffakiyet sebebi olduğu, helâlin sâlih amelden önce emredildiği şu âyetten açıkça anlaşılmaktadır. “Ey peygamberler, helâl ve güzel şeylerden yiyin ve sâlih amel işleyin.” (el-Müminûn, 23 / 51) Yenilen lokma ne kadar helâl olursa, yapılan amel de o kadar sâlih ve faydalı olur. Bu yüzden sünnette sâdece takvâ sâhiplerinin yemeğini yemeğe özen göstermek emredilmiştir. (bk. Ebû Dâvud, Edeb, 16; Tirmizî, Zühd, 56; Dârimî, Et’ımı, 23; İbn Hanbel, III, 38)
İlk mutasavvıflardan Ebû Süleyman Dârânî’ye göre: “Kim benim zikrimden yüz çevirirse ona güç bir geçim vardır.” (Tâhâ, 20/124) âyetindeki güç geçimden murad haram lokmadır. Çünkü helâl kazanmak için kalbi duyarlılık göstermeyen kimse asla kurtuluşa eremez. “Erkek ve kadından her kim mümin olarak yararlı işler yaparsa biz ona güzel bir hayat yaşatırız.” (en-Nahl, 16/97) âyetindeki güzel hayatı da helâl lokmadır.
Duâların kabûlü ve semâ kapılarının açılması ile helâl lokma arasında bir irtibât vardır. Haramla beslenen vücûd eritilmeden; boğazdan geçen lokma helâl olmadan duâlar makbûl olmaz. Selef-i sâlihîn harâm şüphesi sebebiyle çok titizlik göstermişlerdir. Nitekim sahâbeden bir topluluk Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra hiç bir öğün karınları tok olarak kalkmamışlardır. Çünkü Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra Beytülmâl talan edildiğinden bu haram paralar, Medîne halkının paralarına karışmıştı. Nitekim Abdllah b. Ömer, S’ad ve Üsâme. b. Zeyd bunlardandı.
İmam-ı A’zam da Bağdad’da bir koyun sürüsünün talan edilmesi üzerine onbeş yıl süreyle koyun eti yememişti. Sebebi sorulduğunda: “Bir koyunun ortalama on beş yıl yaşadığını öğrendiğini bu yüzden on beş yıl süreyle aldığı etin, gasbedilen koyunların etlerinden olmaması için böyle yaptığını” söylemiştir.
Kul hakkına bulaşmış haram lokmanın yaygınlaşmasının zamanla toplumu kokuşturacağı kesindir. Nitekim: “Biz işledikleri günahlarından ötürü zâlimlerden kimini kimine musallat ederiz.” (el- En’âm, 6/129) âyeti şöyle tefsir edilmiştir: Halkın amelleri fesâd bulunca başlarına, yaptıkları amellere çok benzeyen idâreciler koyarız. İnsanların dinleri fesâda uğrayınca rızıkları da fesâda uğrar.
Kul hakkı, can, mal, nâmûs ve izzet-i nefs ile alâkalı konularda olur. Can ile alâkalı kul hakkı adam öldürmektir. Kul hakkı, alış-verişteki hile, aldatma, işçinin ücretini vermemek ya da geciktirmek şeklinde de olabilir. Bu tür kul hakkından tevbe edip kurtulabilmek için insan, ömrü müsâid oldukça, kötülük ettiği kadar iyilik etmelidir. Hak sâhibi ile helâlleşmelidir. Bu mümkün olmazsa onun adına iyilik ve infakta bulunmalıdır.
Sehl’in müminde bulunması gereken helal titizliği ve haram duyarlılığı konusundaki şu sözü oldukça anlamlıdır: “Dünya kan deryası olsa müminin yiyeceği helâlinden olacaktır. Sehl bu sözüyle iki şeyi kasdetmiş olabilir:
1- Mümin, tevfik-i ilâhi sâyesinde korunacak ve bu sûretle dâimâ helâlle beslenecektir.
2- Mümin, dünya malından ancak zarûret kadarını alır. Zaruret hâlinde yenen haram da helâl olur, haram olmaktan çıkar.
Sehl’in bu sözü gibi Mevlânâ da keyif veren dünya lokmalarının bile insanın basîret ve ilhâm yolunu tıkayacağını belirterek lokma konusunda şu tenbihâtta bulunmaktadır:
“Dün gece ilhâm bize başka türlü tecelli etti. Fakat mideye bir kaç lokma girdi ve ilhâm yolunu kapadı.
Bir lokma uğruna Lokman tabiatlı ilâhî rûh nefsâni gıdâlara esîr oldu. Şimdi Lokman devridir. Ey lokma sen çekil git!
Bu ıstırap dünyasında çektiklerimiz lokma yüzündendir. Lokmayı az yiyerek can Lokman’ına batan dikeni çıkarıp attın.
Aslında can Lokman’ın ayağında diken değil gölgesi bile yoktu. Fakat siz hırsa kapılmışsınız gerçeği göremiyorsunuz.” (Ş.Can, Mesnevî Terc. I, 145)
Demek ki can Lokman’ına korumak, lokmaya dikkat etmekten geçiyor. Haram şöyle dursun şüphelilerden, hatta helâlin fazlasından bile dikkatli olmak bu işin en kestirme yolu. Değilse insanın gözünü hırs bürüdü mü, değil bankaları ve devleti, dünyayı hortumlasa gözü doymayacak ve’s-selam.