Altınoluk Dergisi, 1999 – Nisan, Sayı: 158, Sayfa: 017
İslâm, Allah’ın dini; Müslüman, o dine inanan anlamına geliyor. Vâkıa Müslüman kelimesi, Kur’an’da geçen “Müslim”in Farsça telaffuzundaki “müselman”ın Türkçeleşmiş şekli.
Kelimeler Kur’an menşe’li olunca, bunlarla ilgili Kur’an’da nasıl bir imaj çizildiğine bakmak lâzım. Kur’an’ın çizdiği İslâm ve Müslüman çerçevesinin âyetler ışığında, maddeler hâlinde sıralanması konuya daha geniş açıdan bakmamıza yardımcı olacaktır.
Evet din İslâm, İslâm da dindir, Kur’an’da Allah Teâlâ, kendi ind-i ilâhîsinde muteber olan dinin İslâm olduğunu muhtelif âyetlerde değişik lafızlarla ve çarpıcı ifadelerle belirtmektedir.
Bu âyetlerden ilkinde Allah nezdinde muteber Hak dinin İslâm (Âl-i İmran 3/19) olduğu belirtilmektedir. Din kelimesi, itâat ve ceza, millet ve şeriat mânâlarına; kulların uyacağı kurallar manzûmesi anlamınadır. İslâm ise itâat etmek, bağlanmak, selâmete kavuşmak, ibadette ihlâslı davranmak, teslim olmak, kendini vermek demektir.
Vâkıa, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri tevhid dininin ortak adı İslâm’dır. Bu adla anılan ve her türlü şirk kokusu ve bozukluktan uzak bu ilâhî dinden başka bir din anlayışına girenin çabaları anlamsız ve buldukları geçersizdir. “Çünkü Allah nezdinde kabule şâyân değildir” (Âl-i İmran, 3/85). Bu tevhid dini, Allah tarafından insanlığa gönderilmiş ve nihayet Hz. Peygamber’in veda haccı sırasında inen ayetle “tamamlandığı bildirilerek Allah’ın kulları için seçtiği din ve bir nimet olduğu tescil edilmiştir.” (el- Mâide 5/3)
Hidâyet murâd-ı İlâhîye tâbidir, ilâhî iradenin hidâyet bahşettiği insanların gönlü İslâm’a açılır. “Dıyk-ı sadr” sona erer, onun yerini “şerh-i sadr” denilen engin gönüllülük kuşatır (el- En’am, 6/125). Gönlü İslâm ile genişleyen, elbette Allah’tan gelen bir nur ile aydınlanmış (ez- Zümer, 39/22) ve îmânı itminâna ermiştir.
İnsanda gönül aydınlanması meydana getiren İslâm’ın kendi özünde bulunan özellikleri ve dışa yansıyan bir imajı vardır. Bunları şöyle maddeler halinde sıralamak mümkündür:
1- İslâm, şirk kokusundan uzak bir tevhid inancı taşır:
Hz. Âdem’den beri devam edip gelen İslâm şâh-râhının en önemli özelliği tevhidi esas alan ve her türlü şirk endîşesinden uzak yapısıdır. Nitekim âyetin mesajı budur: “De ki; gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah’tan başkasını mı dost edineceğim? De ki: Bana Müslümanların ilki olmam ve asla müşriklerden olmamam emredildi.” (el-En’am, 6/14)
Âyette insanın Allah’tan başka tanrı adına gönlünde ve gözünde ne varsa; yarar ve çıkar sağladığı kimler mevcudsa, hepsinden sıyrılıp sadece O’nu dost edinmesi emrediliyor.
2- Bütünüyle Hakk’a yönelmeyi emreder:
İbâdet hayatı insanın gönül aynasının sâfiyetine bağlı olarak riyâ ve ihlâs arasında gidip gelir. Gönül aynasına mâsivâ lekesi düşmemesi için Kur’an’da kalbî yönelişin daimâ Hakk’a olması uyarısı vardır. Nitekim: “De ki; Şüphesiz benim namazım, kurbanım ve her türlü ibâdetim, hayatım ve ölümüm, eşi ve ortağı bulunmayan âlemlerin Rabbı Allah’a âiddir. Bana emrolunan budur ve ben Müslümanların ilkiyim.” (el-En’âm, 6/162-163)
3- Allah’a tam teslimiyet ister:
İslâm, kelime mânâsındaki boyun eğme anlamını da kapsayan bir biçimde tam bir inkıyâddır. Nitekim Allah Teâlâ Hz. İbrâhim’e: “İslâm ol demişti de: ?Ben âlemlerin rabbine boyun eğip teslim oldum,’demişti.” (el- Bakara, 2/131) Böylece İslâm olmanın, Hakk’a boyun eğmek anlamı tescil edilmiş oluyordu.
4- Tartışmadan uzak bir teslimiyet bekler:
İnsanların hakkı kabulde gösterebilecekleri zaaf ve kaymayı bilen Allah Teâlâ, inanmayanlarla uzun uzadıya tartışmaya girilmesine gerek olmadığını, bu işin bir gönül açılımı olduğunu belirtmek için şöyle buyuruyor: “İnanmayanlar seninle tartışmaya girerlerse de ki: Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah’a teslim ettim.” (Âl-i İmrân,3/20)
5- Teslimiyetten maksad, Allah’ın emrine râm olmaktır:
Nitekim kendisine ciğerpâresi evlâdını kurban etmek emredilen İbrahim (a.s.) ile bu emre tereddüdsüz itâat gösteren İsmail (a.s.)’in bu hâlini anlatan âyette: “İkisi de Rablerinin emrine râm olunca.” (es- Saffât, 37/167) buyrulur.
6- Teslimiyetle kendini Allah’a vermek gerekir:
Tartışmadan uzak bir teslimiyetle Allah’a yöneldikten sonra sıra kendini tam anlamıyla O’na vermeye gelmektedir. Şüphesiz kendisini tam olarak O’na verenlerle vermeyenler eşit değildir. Hattâ kendini O’na vermeyenler Kur’an’ın ifadesiyle kendilerine yazık edenlerdir: “İçimizde kendini Allah’a verenler de var, kendine yazık edenler de. Kendilerini Allah’a verenler doğru yolu arayanlardır.” (el-Cin,72/14)
7- Teslimiyet, hidâyetin de şartıdır:
Teslimiyetle râm olmak arasındaki ilgi gibi, râm olmak ile hidâyet arasında bir ilgi vardır. Ehl-i kitâb sayılan Yahudi ve Hıristiyanların İslâm’a yönelip Allah’a teslim olduklarında hidâyete erişeceklerini ifade eden âyet, bu mânâyı ifade etmektedir (bkz. Âl-i İmrân, 3/2). Bunun mefhûm-i muhâlifinden Allah’a teslim olmadan hidâyete erişilemeyeceği anlaşılmaktadır.
8- İslâm, minnetsiz ve hatırsız teslimiyettir:
Kişinin Müslümanlığı önce kendi lehine bir kazançtır. Bu yüzden insanın Müslümanlığı sebebiyle her hangi birini minnet altında bırakması ve bu iş için bir bedel beklemesi düşünülemez: “Müslüman oldular diye başa kakıp seni minnet altında bırakmak istiyorlar. De ki: Müslüman olmanızı benim başıma kakmayın. Tersine imana ilettiği için siz Allah’a minnettar olun.” (el- Hucûrât, 49/17)
9- İslâm, dini organlarla yaşamaktır:
İslâm, îmân ve ihsan kelimeleri Cibrîl hadisinde de zikredildiği gibi, birbiriyle irtibatlıdır. İslâm, teslimiyet, boyun eğme ve itaat anlamınadır, ilâhî ahkâmı icrâdır. Îmân ise inanç ve itmînânın kalbe yerleşmesidir. Bu yüzden Kur’an’da îmân, İslâm’a göre daha önemli bir derinlik ifade etmektedir. Nitekim Hucurat suresindeki şu âyet bunun bâriz örneğidir: “Bedevîler: İnandık, dediler. De ki, siz inanmadınız, fakat ?İslâm olduk’ deyin.” (Çünkü îmân kalpten olur, İslâm ise emirlere itâat ile olur.) fakat îmân kalbinize henüz yerleşmedi.” (el-Hucurât, 49/14). Henüz Müslümanlığa yeni girmiş köylü Arapları Kur’an, îmân ile değil İslâm ile isimlendirmektedir.
10- İslâm ve îmân, ihsan kıvamında olmalı:
İslâm ve îmânın ileri derecesi ihsândır. İhsân, Allah’ı görüyormuşçasına kulluk bilincine ermektir. Bu kıvama eren îmân, Kur’an âyetlerinde övülmekte ve teşvik edilmektedir: “İhsân ehli olarak özünü Allah’a teslim edenin mükafatı Rabbının yanındadır. Onlara korku yoktur. Ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (el-Bakara, 2/112) Korku ve hüzünden uzak olmak Kur’an’a göre evliyânın vasfıdır (bkz. Yunus 11/62). Bu iki âyet yan yana düşünüldüğünde ihsân ehli olanların velâyete erecekleri anlamı da anlaşılmaktadır. İhsânın din bakımından bir kalite ifade ettiği hususu da şu âyetle ifade buyurulmaktadır: “Din bakımından ihsân ehli olarak kendisini Allah’a verip Hakk’a yönelen ve İbrahim’in Hanif dinine uyandan daha iyi kim olabilir.” (en- Nîsâ, 4/125) Ayrıca ihsan ehli olmak sağlam bir kulpa yapışmaktır: “İhsân ehli olarak kendini Allah’a veren kimse en sağlam kulpa yapışmıştır.” (Lokman, 31/22) ve ihsân ehli, muhacir ve ensardan sonra ümmetin önde gelenleridir. Çünkü “Öne geçen Müslümanlar muhacirler, ensar ve ihsân duygusu ile onlara tâbî olanlardır.” (et-Tevbe, 9/100)
11- İslâm, ibadet ve takvâ birbiriyle ilişkilidir:
Kur’an İslâm’ın ibadet hayatı ve takvâ hayatını da kuşatan tarafına da işaret ediyor: ” Âlemlerin Rabbine teslim olun; namaz kılın ve Allah’tan takvâ üzere sakının! diye emrolunduk.” (el-En’âm, 6/71-72)
12- İslâm, bir tevhid coşkusudur:
İslâm’ın tevhid inancını vecd ve coşku ile yaşamak ve huzurlu bir ibadet hayatı içinde zamanı idrak etmek bu işin kalbî boyutudur. Nitekim Kur’an’da şöyle buyurulur: “Rabbiniz bir tek tanrıdır, yalnız ona teslim olun. O temiz yürekli, Hakk’a gönül vermiş insanları müjdele ki onlar Allah anıldığı zaman kalpleri coşku ile ürperir, başlarına gelen sıkıntılara sabrederler, namazı kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızktan infâk ederler.” (el- Hâcc, 22/34) İslâm’ı coşku ile yaşamak emirlerine inkıyâd etmek yürekten teslimiyete bağlıdır.
13- İslâm, eylem ve söylem uygunluğu ister:
İslâm, kişilere teslimiyetlerinin ölçüsü olarak sâlih amel testi uygulamaktadır. Nitekim Kur’an’da şöyle buyurulur: “Doğrusu ben kendini Allah’a verenlerdenim, diyen ve sâlih amel işleyen ve Allah’a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim vardır?”(Fussilet, 41/33)
14- Müslüman, Allah’ın âyetlerine inanır:
Allah’ın Kur’an’daki okunan âyetleriyle kâinât kitabındaki görülen âyetleri, Müslüman’ın teslim olduğu; kabullenmekte güçlük çekmediği hususlardır: “Sen âyetlerimizi ancak onlara inanan Müslümanlara duyurabilirsin.” (en-Neml, 27/81) Kalpleri mühürlü ve gözleri kör olanlara ise âyetleri ne göstermek, ne de işittirmek mümkündür.
15- Müslüman, Kur’an âyetlerini okur:
İslâm, Kur’an’ın gösterdiği hakikatlere teslimiyeti gerekli kıldığı için Müslüman Allah’ın kelâmını okur. Çünkü “Bana Müslümanlardan olmam ve Kur’an okumam emredildi.” (en- Neml, 27/91-92) buyurulmuştur.
16- Müslüman, gören ve görülen şahittir:
Müslüman başkalarının yaptıklarına bir gözlemci ve kendisi de başkalarına bir modeldir. Nitekim Kur’an’da buyurulur: “Peygamberlerin size şâhid olması, sizin de insanlara şâhid olmanız için o, gerek daha önce, gerekse Kur’an’da sizi Müslümanlar adlandırdı. Öyleyse namaz kılın, zekatı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın.” (el-Hacc, 23/78) Müslüman adıyla anılmak bir sorumluluktur. Bedeli de örnek olacak kıvamda yaşamaktır.
17- Müslüman hayırlı zürriyetin devamını ister:
Müslüman kendisi müslümanca yaşadığı gibi, müslümanca yaşayacak nesillerle bu rûhun devamına taliptir. Bu yüzden zürriyetinin de öyle olmasını diler: “Ey Rabbimiz, bizi sana boyun eğenlerden kıl. Neslimizden de sana itâat eden bir ümmet çıkar.” (el-Bakara, 2/128) İnsanın düşünce ve idealleri kendi izine basarak yürüyecek nesillerle pâyidâr olur.
18- Müslüman düzenli yaşar:
Müslümanın ibadet hayatı gibi, aile hayatı ve beşerî ilişkileri de düzenli olur ve adâlet terazisi ile tartılır. Bu yüzden o, ebeveyninden başlayarak bütün insanlığa iyi davranır: “Biz insana ana babasına iyi davranmasını tavsiye ettik… Benim için de zürriyetimiz için de iyiliği devam ettir.” (el-Ahkâf, 46/15) duası bunun ifadesidir.
19- Müslüman son nefesine kadar Müslüman kalmak ister:
Aslolan Müslüman olarak yaşamak ve Müslüman olarak ölmektir. Çünkü itibar son nefesedir. Bu yüzden bize: “Benim canımı Müslüman olarak al ve beni sâlihler arasına kat!” (Yusuf, 12/101) diye duâ etmemiz tavsiye olunmuştur. Ölümün îmân üzere iken insana ulaşması Müslüman’ın biricik beklentisidir. “Allah sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti. O hâlde sadece Müslümanlar olarak can verin.” (el-Bakara, 2/132) “Ey îmân edenler, Allah’tan ona yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslüman olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 3/102) Ölümden korkup cihaddan kaçmak, ya da anlamsız iş ve meşgûliyetlerle uğraşırken ölüm ile burun buruna gelmek korkunç bir akıbettir. Hiçbir Müslüman’ın böyle bir akıbete dûçâr olması istenmez.
20- Müslüman, Allah’ın “Kullarım” hitabına lâyıktır:
Müslüman için şereflerin en güzeli âhirette: Allah’ın “Kullarım” hitabına mazhar olabilmektir. Bu Müslüman’ın nihâî beklentisidir. “Ey âyetlerimize inanan ve Müslüman olan kullarım, bugün size korku yoktur. Sizler mahzun da olmayacaksınız.” (ez-Zuhruf, 43/68-69) Nihayet, beklenen bu hitaba mazhar olabilmektir. Rabbım hepimize nasîb etsin.