Altınoluk Dergisi, 1998 – Aralik, Sayı: 154, Sayfa: 005
Gönül genel olarak “kalb”, bazen de “nefis” anlamında kullanılan öz-be-öz Türkçe bir kelime. Kelimenin eski dilde de kullanılan Farsça karşılığı ise “dil”dir. İnsanda iman ve küfür merkezi kalptir. Genellikle iman nuruyla dolan kalbe gönül; inkar, küfür ve hevaiyyata meyleden kalbe nefis denirse de “Gönlün bilir, gönlüm çekti” gibi cümlelerde geçen “gönül”, nefis manasınadır. Mânâ alemini kuşatan gönül, Hak yolcusunun varacağı son merhaledir.
Gönül, Hak binasıdır. Kâbe’yi Hz. İbrahim, gönlü Allah inşa etmiştir. Allah’a olan bütün zahiri yönelişlerin merkezi Kâbe, batıni yönelişlerin merkezi ise kalb, yani gönüldür. Demek ki manevi teveccühlerin merkezi, gönül Kâbe’sidir. Gönül Allah’ı sever; kadın, servet ve şöhret gibi dünya putlarından arınırsa Kâbe olur. Aksi takdirde puthane olur. Bu yüzden tasavvufta “Allah’ın insan göğsünde iki kalp yaratmadığı” (el-Ahzab, 33/4) âyetinden yola çıkılarak kalbin masivaya yönelik sevgi ve ilgilerden arındırılması üzerinde çok durulur. Kalbin daha doğrusu gönlün, heva ve hevese kurban olmaması istenir. İnsanın nisyan ve gaflet özelliği ona kulluk görevini unutturuverir. İnsan gönlünün bu zaafını tashih ve tamir etmenin yolu ibadet ve zikirden geçer. İbadet hayatının temel gayesi budur. Namaz, oruc, hacc ve zekât ile zikir ve tesbihat adeta gönül Kâbe’sinin bekçileridir.
İnsanın kalb ile ilgili iki eylemi vardır. Birincisi kalbi, son derece zarif ve nahif ilahi sevgi çiçeklerine yol bırakmayan ayrık otu niteliğindeki hoyrat dünya sevgisinden arıtmak. İkincisi de ayrık otlarından ayıklanan gönlü ilahi sevgi çiçekleri ile donatmak. Nitekim şair bu anlayışı şöyle nazmetmiştir:
Sür çıkar ağyarı dilden ta tecelli ede Hakk
Padişah girmez saraya hane mamur olmadan
“Yerlere göklere sığmayan Allah, mümin kulunun gönlüne sığmıştır.” (bk. Keşfu’l-hafa, II, 2256. Hadis) Ama gönül padişahının makamının O’nun teşrifine hazır hale getirilmesi gerekir. Bu ise önce tahliye; yani gönlü boşaltma, ardından da ibadet, taat ve sevgi ile arıtma suretiyle olur.
Tasavvufta gönül beklemek gönülden Hakk’ı çıkarmamaktır. Sufiler Allah’ın hikmet ve kudretini sanat ve kuvvetini görmek ve O’nun binbir tecellisini düşünerek hallerini sağlamlaştırmak ister. Allah’ın “Rahman” ismiyle gönül arasında ince bir yakınlık vardır. Çünkü Rahman ismi istisnasız bu âlemdeki bütün yaratıkları kuşatıcıdır. Gönül de bu tür tecelliye mazhardır ve her varlığa şefkat ve merhamet nazarıyla bakmayı telkin eder.
Gönül sultanı İslâm’ı yaşayarak kalb-i selime ulaşmış, gönlünde herkese ve herkesin gönlünde kendisine yer olan Allah dostları hakkında kullanılır bir tabirdir.
Gönül haline varmak rabıta etmek, huzura varmak anlamınadır. Dervişin gözleri kapalı olarak şeyhini gönül gözüne getirmesi ve kalbini ona bağlamasıdır. Derviş rabıta sayesinde gönlünü şeyhine bağlar, şeyhi de dünya ve masivayı gönlünden çıkarması ve kalbini temizlemesi yolunda ona rehberlik eder. Böylece onun kalbi sadece Hz. Peygamber’e ve Allah’a bağlanır. Böylece de Hakk’ın dışındaki şeylerden arınmış olur.
Kur’an’daki murabata ve ribat kavramları gönül gündemini belirlemektedir: “Ey iman edenler, sabredin, sebat gösterin, düşman için murabata yapın; nöbet tutun, hazırlıklı olun.” Al-i İmran, 3/200) Ribat sınır boylarında düşman gözetleme yeri, murabata da nöbet bekleme işidir. Nasıl zahiri düşmanın vatan mülkünü harab etmemesi için nöbet gerekiyorsa, gönül mülkünün nefs ve şeytan düşmanından korunması için uyanık olmak gerekmektedir. Nitekim Bursalı İsmail Hakkı bu ayetin tefsirinde şu görüşlere yer vermektedir: Vücudunuzu ve zihninizi koruyun, ibadet sırasında nefislerinize dikkat edin. (Ruhu’l-beyan. II.157) Allah Rasulü’nün günahları yok edip derecelerin yükselmesine vesile olan ameller arasında saydığı şu üç şeye dikkat etmek lazım: “Zorluğuna rağmen güzelce abdest almak, camilere yönelen adımları çoğaltmak ve namazdan sonra diğer namazı beklemek, işte bu sizin için ribat yani gönül nöbetidir.”
Anlatıldığına göre İbrahim Edhem yaya olarak hacca giderken binitli bir bedeviye rastlar. Bedevi kendisine nereye gittiğini sorunca o: “Kabe’ye” der. Bedevi: “Böyle binitsiz yaya halinle mi?” diye sorunca İbrahim Edhem der ki: “Benim bir takım binitlerim var ki ben lazım oldukça onlara binerim. Bir bela ile karşılaşınca sabır binitine, bir nimete erince şükür binitine, bir kazaya dûçar olunca da rıza binitine binerim.”
Bu sözler karşısında irkilen bedevi: “Meğer yaya olan sen değil, benmişim” der.
Bayezid der ki: “Gerçek arif bir tek kaygı taşıyan ve ilgisi gözünün gördüğüne ve kulağının duyduğuna kaymayandır.” Dünyevi aşk ve sevgiler bile ortak kabul etmez. Nitekim bir şarkı sözü bu konuya ışık tutmaktadır.
Bir gönülde iki sevda olmaz
Kimi Leyla kimi Mecnun olmaz
Gönül gündeminde daima tek konu bulunmalı Allah’a kulluk. Bir bedevi gelip Hz. Peygamber’e diyor ki: “Ben orucumu tutar, namazımı kılarım. Bunun dışında pek fazla bir ibadetim yok. Çünkü fakir bir adamım. Hacc ve zekata gücüm yok. Kıyamette benim yerim neresi?” Hz. Peygamber tebessüm ettikten sonra buyuruyor ki: “Gözünü haramdan ve insanlara küçümseme nazarıyla bakmaktan; kalbini hased ve fesaddan, dilini yalan ve gıybetten korursan yerin cennettir.”
El kârda, gönül yarda. Kişi eliyle günlük maişetini temin mücadelesiyle meşgul iken gönlün kendi âleminde olması anlamına gelen bu anlayış Kur’an’daki: “Hiçbir alış veriş ve ticaretin Allah’ın zikrinden alıkoymadığı erler vardır” (en-Nur, 24/37) âyetinin gereği olan bir gönül diriliğidir. İnsan zihni ve kalbi meşguliyet durumuna ve verdiği öneme göre işinden ve çevresinden etkilenmektedir. Bu etkileşim gönül gündemini yönlendirecek noktaya kadar varabilir. Gönlün gündemi Allah tarafından belirlenmiştir. O da zikir diriliği ve ibadet uyanıklığıdır. Ancask gönül gündemi yoğun bir bombardıman altındadır. Devamlı gündem saptırmak isteyen iç ve dış güçler vardır. İrsde sahibi kişiler bu tür gündem işgaline fırsat vermezler. Gündemi işgale uğramış gönüller için ise üç aylar ve Ramazan özellikle toparlanma ve gündeme dönme mevsimidir.
Gönül bir sevgi ve merhamet merkezi olduğundan hassas bir terazidir. Bu yüzden insanlara gönle danışmaları tavsiye edilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber “Müftüler her ne kadar fetva verseler de sen gönlüne danış!” buyurur. Danışılacak gönül herhalde sorumlusu bulunduğu gündeme sıkı sıkıya bağlı uyanık gönüldür. Temiz gönüller yoğun bir murakabe sonucu karara iktiran eden olaylar hakkında kabz ve bast duyguları ile katkıda bulunur.
Gönül yapmak insanları sevindirmek ve kırık kalpleri onarmak demektir. Gönül Hakk’ın tecelli yeri olduğundan muhteremdir. Gönle girmek, gönül imar etmek son derece önemlidir. Nitekim Allah dostlarından Hacı Bayram Veli, yazdığı Muhammediyye adlı eserini kendisine takdim eden halifesi Yazıcızade Mehmed Efendi’ye: “Oğlum, bununla meşgul olacağına keşke bir gönül hakketseydin. Bir gönül imar etseydin!” demişti. O büyük veli kitap telifini küçümsediğinden değil, gönle girmeye verdiği önemden böyle söylemişti.
Gönül yapmak Halil’im Kabe bünyad etmekten yeğdir
Dil-i mahzunu şad etmek kul azad etmekten yeğdir
Derviş, kazan, ye, yedir – Bir gönül ele getir
Yüz Kâbe’den yeğrektir – Bir gönül ziyareti
Gönül yapmak ne kadar güzelse gönül yıkmak o kadar günahtır. Hele hele yüreği yufka yıkık gönüllere dokunmak o kadar büyük vebaldir.
Fukara gönlüne her kim dokuna
Dokuna sinesi Allah okuna
Gönülden gönüle yol vardır. Allah’ı sevenler dilden çok kalp ile anlaşırlar. Birbirini sevenler eş zamanlı olarak aynı duyguyu hissederler. Gönül etmek himmet edip manen desteklemektir. Sufiler birbirlerini gönülden dua ile teyid ve bütün insanlığa teveccüh ederler. Gönül ve kalb dili en iyi anlaşma aracıdır onlar nezdinde. Çünkü gönüller dil dudak deprenmeden sessizce anlaşırlar. Mürşidin himmetiyle kalbden masivayı çıkarıp gönlü ilahi aşk ve zikir ile dolu hale getirmeye de gönül paklama denir.
Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Sıkça görmeyi istemek sevme alametidir. Gözden, etraftan uzaklaşmak gönül ve sevgi uzaklığına işarettir. Müridin hicranda yetiştirilmesi esas olmakla birlikte mürid gönül gündemini işgalden kurtarmak için sevdiğine yakın olmak ve himmetiyle ihya olmak ister. Birisine canla başla sarılmaya, aşık olmaya ve bir işe bütün varlığı ile koyulmaya gönül vermek denir.
Tasavvuf erbabına göre gönül ehli, gerçeğe ulaşanlar ve gönüllerinde daima tevhid hazzını bulanlardır. Ehl-i dil denilen bu insanlar tevhid gerçeğine ermiş kimselerdir. Şairin dediği gibi: Ehl-i dildir diyemem sinesi saf olmayana.
Gönül erleri milletimizin dini ve milli kimliğinde nasıl önemli bir hizmet görmüşse gönül kelimesi de kültürümüz içinde çok derin anlamlar kazanmıştır. N. Sami Banarlı, Türkçe’nin Sırları, ( İstanbul 1972, s. 79-83) adlı eserinde bunu uzun uzun anlatmaktadır.
Ramazan’a takaddüm eden şu günlerde gönül hayatı daha bir gündemde olmalı, gönül gündemi asli hüviyeti ve sağlam bir irade ile öne çıkmalıdır.