Altınoluk Dergisi, 1997 – Kasim, Sayı: 141, Sayfa: 031
Fıtrat, bazan hılkat ve yaratılış anlamına, bazan de yetenek manasına kullanılan bir kelimedir. Kur’an’da ondokuz yerde aynı kökten değişik türevleriyle geçmektedir. Yerine göre değişik anlamlar taşıyan bu türevlerden sarf-ı nazar edersek fıtratın yaygın biçimde kullanılan bir anlamı vardır. İşte o anlam Rum suresindeki ayette geçen şu anlamdır: “Sen yüzünü hanif olarak dine Allah insanları hangi fıtrat üzre yaratmışsa ona çevir!” (30/30) Bu ayette geçen fıtrat Ragıb el-Isfahani’nin belirttiği gibi (bk. el-Müfredat, 575) Allah’ın kullarının yaratılış esaslarına marifet mayasını katması ve kendilerini tanıyacak bir yapıda yaratmasıdır. Hatta Allah’ın hılkatten önce ruhlar aleminde “Ben sizin Rabbınız değil miyim?” sorusuna ruhların “Evet” cevabını verdikleri (bk. el-A’raf, 7/172) Elest bezmi veya Kalu Bela aleminde verdikleri ahid ve misaktır.
Cenab-ı Peygamber’in “Her doğan fıtrat üzere doğar, sonra onu anne-babası yahudi, hristiyan ve mecusi yapar.” (bk. Buhari, Cenaiz, 79, 80, 93; Müslim, Kader, 22-25) hadisi de bu anlamda bir fıtratın varlığını ifade etmektedir. Bu ayet ve hadiste geçen; Allah’ın insana verdiği yaratanını tanıma meyli olarak ifade edebileceğimiz bu kabiliyeti mutlak iman üzere yaratılmak şeklinde yorumlamak eksik ve yanlış olur. Bu kabiliyet mutlak inanmadan çok; inanma kabiliyeti, teslimiyet özelliğidir.
Ayette “Hanif” dininin açıklaması olarak zikredilen fıtrat, şirk veya hevâya uymanın zıddı, tevhid ve istikamete yönelmenin adıdır. Nasıl san’at san’atkarına delalet eder, onun güç ve kabiliyetini gösterirse fıtrat da “Fâtır”ına delalet eder. Bu itibarla her insanın fıtratında, vicdanının derinliğinde bir hak duygusu, Allah’ı tanıma ve O’na teslim olma meyli vardır. En inançsız ve ateist insanların bile darda kaldıklarında takındıkları tavır bunun en güzel delilidir. Nitekim bahse konu fıtrat ayetinin devamındaki Rum suresi 33. ayette bu gerçek şöyle ifade edilmektedir: “İnsanların başına bir sıkıntı gelince Rablarına yönelir ve O’na yalvarırlar. Sonra Allah katından onlara bir rahmet tattırınca bakarsınız ki onlardan bir grup Rablarına ortak koşmaya başlayıverir.”
Ayetten anlaşıldığına göre bolluk ve esenlik, fıtrat muktezasına uygun olarak değerlerdirilmediği takdirde sapmalara sebeb olmaktadır. Fıtrat gereği olan kulluk ve nimete şükür bilinçle ifa edilse bu tür sapmalar olmayacaktır. Fıtrat insana nimetle yokluk arasında bir denge üzere olmayı ve her ikisinde de asıl bunların sahibine bağlanmayı gerekli kılıyor. Ama bunlardan lehine denge bozulunca fıtratta da yamulmalar başlıyor.
Fıtratta marifet vardır, kulluk vardır; çünkü Allah insanları ve cinleri kulluk için yaratmıştır. Fıtrat için ilk varoluş ve yaratılış sırasında varolan özelikler esastır. Daha sonra kazanılıp elde edilen özellikler fıtratla doğrudan ilgili değildir.
Fıtrat açısından her varlığın bir görev çizgisi vardır. İnsanın sorumluluğu bu çizgi üzerinde fıtratı geliştirmek ve yükseltmektir. İşin aslı bu olmakla birlikte insanoğlu bazan fıtrat çizgisini geliştirmek şöyle dursun onun bozulmasına seyirci kalmış, hatta bazan bizzat kendi elleriyle bunu bozmaya yeltenmiştir. Ancak fıtrata uzanan eller cezasını çok ağır biçimde ödemişler ve ödemektedirler. Nitekim fıtrat insanın yuva kurmasını ve aile ile çoğalmasını murad eder. Ama insanlar ferdiyetçilik anlayışının putlaştırdığı bir yaklaşımla paylaşmaktan kaçıp evlenmek yerine beraber yaşamayı gündeme getirince fıtrat intikamını acı bir biçimde almakta ve bu tür toplumlar nüfussuzlaşma belâsına tutulmaktadır..
Fıtrat yeni doğan yavruların anababanın oluşturduğu sıcak sevgi ortamında yetiştirilmesini gerekli görür. Fıtrata uygun olan budur. Böyle bir vasat bulamayan yavrular ilgisiz ve sevgisiz çeşitli dejenarasyonlarla karşı karşıyadır.
İnsanda akıl fıtratı gereği bilgiye, kalb sevgiye, nefs ilgiye muhtactır. Ruh da ibadet ve kemal arayışı içindedir. Bunlar arasında da fıtrat ince bir denge koymuştur. Dengenin bunlardan birinin lehine bozulması fıtratı bozar. O yüzden insandaki kafa, kalb ve karın olarak bilinen üç “K”nın da fıtri olarak bilgi, sevgi, iman ve beslenmeden payına düşeni ölçülü bir biçimde alması gerekir. Vücudda hücrelerin normalden fazla çoğalması nasıl kanseri gündeme getiriyorsa bu üç merkezden birine ilgisiz kalmak; ya da sadece birine fazla ilgi aynı yamulmayı gündeme getirir.
Fizik çevre ile ilgilenenler; kimyasal atıklar ve toprak erozyonunu önleyip “Türkiye çöl olmasın!” diyenler, fizikî hayatımızda önemli bir fıtrat erozyonuna işâret etmektedirler. Aynı erozyon, insan fıtratına müdâhale ve ihmal sonucu sosyal hayâtımızda gözle görülür bir boyuta ulaşmıştır bugün. İnsanlar, fıtrat gereği olan inanç, istikâmet, güzellik ve sevgi yerine şiddet, kavga ve nefretle donanmakta, bunun sonucu da uyuşturucu, alkol gibi her türlü kötülüğün girdabına doğru yuvarlanmaktadırlar.
Fıtrat kadının kadın, erkeğin erkek olarak korunmasını ve iki cinsin birbirine ilgi duyan bir konumda bulunmasını ister. Ancak bugün hiçbir kural ve yasak tanımayan kadın erkek ihtilatı bu iki cinsin birbiri için olan cazibesini tüketmekte ve çeşitli cinsel yamulmalarla kadının kadınlıktan, erkeğin de erkeklikten uzaklaşması gibi bir takım fıtrat bozuklukları gündeme gelmektedir.
Fıtrat doğruluk ve tutarlılık ister. Ancak günün ekonomik ve ahlaki şartları insanları tüketim heveslisi yapmakta ve sınır tanımayan tüketim arzusu insanlarda bir takım eğilmelere sebebiyet vermektedir. Yalan dolan ve irtikab bu türden fıtrat erozyonlardır.
Fıtrat, Hakk’ı kabul ve idrak kabiliyetidir. İnsanlar bu kabiliyet ve fıtrat üzere oldukları halde bu kabiliyetlerinin gelişmesini önleyecek müdahalelerle yamulmaktadırlar. Bugün görülen fıtrat erozyonunda aslında bizzat insanların kendi kendine kurdukları tuzaklar ve yanlışlar çok önemli bir rol oynamakatdır.
Fıtratta insan eliyle meydana gelen bozulma ve yamulmaların düzeltilmesi için tarih içinde peygamberlik müessesesi devreye girmiştir. Allah kendisinin bizzat seçip tezkiye ile görevlendirdiği kimselerden fıtratın tezkiyesini istemektedir. Peygamberlerdeki tezkiye görevinin aslı, bozulan fıtratları asli hüviyetine uygun bir biçimde tashih ve tamir etmektir. Peygamberlerden sonra bu görev ferdlerin vicdanlarına ve bu işe ehil peygamber varisi velîlerin uygulamalarına tevdi edilmiştir.
Fıtrat ve tezkiye kavramlarının bir arada kullanılmasının anlamı çok mühim. Bozulan fıtrat ancak tezkiye ile arınabilir. İnsanda tezkiyenin beden ve ruhun oluşturduğu müşterek benlik olan “nefs” için kullanılması son derece anlam taşımaktadır. Şems suresinde “Nefsini arıtıp tezkiye eden kurtuluşa ermiştir. Onu tedsiye eden; yani kirletip örten ise ziyana uğramıştır.”
İnsandaki “kalb” kelime anlamı itibarıyla değişken özelliğe sahip bir sevgi merkezi demektir. Onu bu değişken özelliği ve iradeden uzak yapısı bağ anlamına gelen “akıl” ile belli bir biçimde telkin altına alınabilir ve bu suretle selim fıtrata uygun bir biçimde fonksiyon görmesi sağlanabilir.
Bugün toplumumuzda en büyük sıkıntı kaynağı insanların bozulan fıtratı tashih gayretine soyunmadan ve asıl hastalığın nereden kaynaklandığını tam olarak kavramadan yaptıkları uygulamalardır. Teknoloji hiç kimsenin karşı çıkamıyacağı bir güçle bütün toplumlara olan tahakkümünü sürdürüyor. Teknoloji, ülkemize ve diğer ülkelere kültürel kirlenmişliği ile geliyor. Bu kirlilik, sadece fizikî ve maddî bir kirlilik değil, aynı zamanda metafizik ve mânevî bir kirliliktir.
İnsanların olduğu gibi, milletlerin de fıtratları vardır. Bu fıtrat muktezâsı olarak yapılan kültürel etkinlikler, milletlerin gelişmesine ve yükselmesine zemin hazırlar. Başkalarına âid kültürel ve sosyal kalıplar, bizim milletimizin fıtratına uygun düşmeyebilir. Başkalarına âid kalıplar, bu anlamda tabiî bir seleksiyondan geçirilerek uygulanmalıdır. Bir örnekle îzâh edecek olursak, hıristiyan kültüründe durgun su ile yıkanmak esas olduğundan onların banyolarında küvetler, lavabolarında lastik tıpalar vardır. Aynı şeyleri bizim toplumumuza taşıdığınız zaman milletlerdeki fıtrat farklılığından kaynaklanan özellik gereği bir uyuşmazlık karşımıza çıkar. Çünkü bizim dînî inanışımızda temizlik, akarsu ile yapılır. Bu fıtrattaki insanların evlerine küveti koyduğunuz zaman, insanlar onu sadece duş yapmak için kullanacaklardır. Bu, çok basit bir misâldir. Buna benzer biçimde Batı ile aramızda kan uyuşmazlığı denilecek farklı özellikler, medya aracılığı ile âdetâ bunlar yok sayılarak nesillerimize empoze edilmektedir. İster istemez böyle bir gelişme, toplumumuzda nesiller arasında farklılaşmayı ahlâkî dejenerasyonu ve fıtrat erozyonunu gündeme getirmektedir.
Tezkiye, bizim insanımızın Kur’ân ve sünnet esasları çerçevesinde gönlünü ve rûhunu arıtması ve bu amaçla kendisi için iyi bir sosyal çevre oluşturmasıdır. Asr-ı seâdette şirk kırpıntılarının üzerine sıçramasından korkan ve bu kirlenmişlikten arınmak isteyen sahâbîler, nasıl Erkam’ın evini, fıtratlarını korudukları bir arınma mekânı yapmışlarsa, bugünün müslümanları da, medyanın ve kültürel kirlenmişliği ile gelen teknolojinin taşıyabileceği her türlü kötü etki ve te’sirlerden korunmak üzere birbirlerine sığınmalı ve gönüllerini açmalıdır. Değilse, ekonominin ihtiyaçlarımızı çoğalttığı günümüzde ihtiyaç peşinde koşarken, kulluk ve insanlık ideallerimizi yitirebiliriz. Bugün topyekun insanlığın böyle bir tehlike karşısında olduğunu görüyoruz.
Kulluk fıtratını korumak, kulluk ilkelerine bağlı bir tezkiye ile mümkün olacaktır.