Altınoluk Dergisi, 1997 – Haziran, Sayı: 136, Sayfa: 033
Kabz ve bast; “tutulma ve açılma” anlamına gelen; “havf ve recâ”nin üstünde, “heybet ve üns”ün altında yer alan iki mânevî hâldir. Bu yüzden kabz ve bastı anlatırken söze önce “havf ve recâ”dan başlamak gerekir.
Havf korku, recâ ise ümid demektir. Ehl-i sünnet inancına göre imanın sahih olabilmesi için gerekli sekiz şarttan birisi imanın havf ve recâ; korku ile ümid arasında olmasıdır. Havf ve recâ; hâl, bilgi ve eylemden meydana gelir, insanın hatırına geleceğe âid hoşa gitmeyen bir şey gelir ve yerleşirse buna havf, hoşa giden bir şey yerleşirse buna recâ denir.
Havf ve recânın ileri derecesine ve içinde bulunulan âna aid olanına kabz ve bast denir. Kabz ve bastın ileri derecesi de heybet ve ünstür. Bir başka ifade ile recâ, insanın irâdesinde olan bütün şeyleri hatırladıktan sonra hoşlandığı şeyi beklemesidir.
Havf, sâlikin Kur’an’daki “Allah’tan gerçek anlamda korkanlar ancak âlimlerdir.”1 âyetinin anlamını anlama sonucu elde ettiği bir duygudur. Recâ ise Hakk’ın fazl ve ihsanını görerek ve nimetlerini bilerek, Allah’ın sevap ve rahmetinden ümidvar olmaktır.
Havf, ma’rifet sonucudur. Zühd, sabır ve tevbe havftan kaynaklanır. Zühd ve tevbe insanda sıdk ve ihlâs duygularını inşâ eder, zikir ve tefekküre yönelir. Zikir ve tefekküre devam ise muhabbeti hazırlar.
Avamın, sahih bir marifetten kaynaklanmayan Allah’ın azab ve cezâsından korkmak anlamındaki havfı ile, kişiyi ümidsizliğe sevk edecek aşırı korku makbul sayılmamıştır. Öğülen ve beğenilen havf, kulu günaha düşmekten sakındıran, tâata teşvik eden kâmil mânâdaki havftır. Sûfîler, Hakk’ın fazl ve ihsanından ümidvar olarak yapılan ibâdeti, azabından korkularak yapılan ibadetten üstün görürler. Çünkü ümidvar olmak sevgiye daha yakındır.
Kabz ve bast, havf ve recadan sonra meydana gelir. Kabz daralmak, bast genişlemek ve ferahlamak demektir. “Allah hem sıkar(kabz); hem de açar (bast)“2 âyetindeki kabz ve bastta da bu anlam vardır. Bu âyete göre kabz da bast da Allah’tandır.
Kabz, cezayı gerektiren manevî bir durumun kalpte belirmesiyle meydana gelir. Mükâfât ümidiyle sâlikin gönlünde meydana gelen ferahlık da basttır. Kabz hicab halindeki kalplerin tutulgan oluşundan, bast da keşf halindeki kalplerin açılmasından ibarettir. Bast hâlinde neş’e ve duruluk kabzda ise hüzün ve tutukluk vardır. Arifler çoğu zaman bast halinde ve neşeli görünseler de aslında kabz ve hüzün halindedirler.
Bazan “inkıbaz” şeklinde ifade edilen kabz ile bazan “inbisat” tarzında söylenen basttan hangisinin daha üstün olduğu konusunda sûfîler değişik görüşler serdetmişlerse de, kabz ve bast kulun zorlaması olmadan Hakk cânibinden geldiğinden, genellikle denk sayılmıştır.
Kabz billah, sâlikin gönlünün hesâba çekilip Allah ile sıkıştırılması demektir. Bast halinde bulunan sâlikten edebe mugâyir bir davranış zâhir olduğunda buna bir cezâ olmak üzere kalpte bir sıkıntı hâli belirir. İşte buna kabz denir. Sâlikin gönlüne tecelli yollu bir sitem gelir ve bunu te’dib edileceğine bir işâret sayarsa bu duygu insanda kabz hâline sebep olur. Bunu takib eden lütuf ve dostluğa işâret eden tecelli ise bast sebebidir. Kabz hâlindeki sâlik teslimiyet gösterir, üzerindeki kabz hâlini zorla uzaklaştırma yoluna girmez.
Heybet ve üns, kabz ve bastın üstünde iki haldir. Heybet kabzın, üns de bastın yukarı derecesidir. Heybet, korku ve saygı hislerini birden uyandıran bir haldir. Üns ise alışmak ve yaklaşmak, Allah’ın cemâlini düşünerek kalbin ferahlamasıdır. Üns hali galip olanın arzusu halvet ve yalnızlıktır. Nitekim İbrahim b. Edhem’e “Nereden geliyorsun?” diye sorulduğunda “Allah ile ünsiyetten geliyorum.” cevabını vermiştir. Ünsiyetin alâmeti, halk arasına karışıp onlarla konuşup gülmekten canı sıkılmak ve zikrin zevkine varmaktır.
Kuşeyrî‘ye göre heybetin hakkı gaybettir. Heybet sahibi olan her sâlik gaybet halinde bulunur. Heybet ehli olan sâlikler gaybetteki durumlarına göre farklılık arzederler. Kiminin gaybeti uzun, kimininki de kısa sürelidir.
Heybet, Hakk’a yakınlığın meydana getirdiği endişe hissidir. O’nun yakınlığından mahrum olma korkusudur. Heybet, celâl müşâhedesini temâşâ, üns ise ilâhî cemâli seyretmekten haz duymaktır. Ünsün en aşağı derecesi, sâlikin ateşe atılsa, yüzüne kılıçla vurulsa bile, yaşadığı derin rûhî hazlar sebebiyle bunu hissetmemesidir. Nitekim Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı zamanki hali buna örnektir.
Üns ayrıca âşıkın sevgilisiyle samimî olması, resmîliğin ortadan kalkması halidir. Nitekim Kur’an’da halleri anlatılan peygamberlerden Hz. İbrahim’in: “Yâ Rabbi, bana ölüleri nasıl dirilteceğini göster!”3 şeklindeki duası ile Hz. Mûsâ (a.s.)’ın “Bana kendini göster!”4 şeklindeki niyazı buna örnektir.
Üns hâlinin zıddı, ürkeklik, yabânî ve yoz olma anlamına vahşettir. Sâlik Hakk ile ünsiyette olduğu ölçüde halk ile yabancılaşır. Birine ısındığı oranda diğerinden soğur. Zikirden hoşlanan gafletten sıkılır.
Gaybet kendinden geçmek, kendini kaybetmek; huzur, hazır olmak, huzurda bulunmak demektir. Heybet gaybeti, üns de sabrı gerektirir. Heybet az veya çok kendinden geçme hissini meydana getirir. Sâlikin Hakk’tan gelen feyz ve tecellilerin çokluğu ve kuvveti sebebiyle çevresinden ve kendisinden habersiz hale gelmesidir. Halktan ve nefsinden gaib olan Hak ile hazır olur, onun huzurunda bulunur. Hakk’tan gaybet haline gelen ise, halk ve nefs ile hazır olur. Huzur ve gaybet izafî kavramlar olduğundan, lügat anlamıyla birbirinin zıddı oldukları halde aynı mânâda kullanılabilirler. Çünkü insanlara göre gaybet halinde olan Hakk’ın huzûrundadır. Hakk ile hâzır olan, insanlara nispetle gaybettedir.
Gaybet hali, Hakk tarafından vuku bulur; yani mükâşefeden doğar. Hal ehlinin bu gaybetleri çeşitli durumlar arzedebilecegi gibi, farklılıklar da gösterebilir.
Huzur Hakk ile hazır olmaktır. Huzur tamamen sâlikin halktan kaybolması şeklinde doğarsa bu huzûr, gaybetle birlikte kemalini bulmuş sayılır. Gaybet hâlininin ortadan kalkması, halk ile huzûr bulmaya sebep olur; Halk ile huzur, Hakk’tan gafleti doğurur.
Züleyha’nın Mısırlı kadınları imtihan için ellerine bıçak ve elma vererek yanlarına Yusuf’u getirince dönüp ellerini kesmeleri, 5 “gaybet”e örnek olarak zikredilmektedir.
Dipnotlar: 1) Fâtır, 35/28, 2) el-Bakara, 2/245, 3) el-Bakara, 2/260, 4) el-A’râf, 7/143, 5) bk. Yusuf, 12/31