Altınoluk Dergisi, 1996 – Haziran, Sayı: 124, Sayfa: 031
Tasavvufî eğitimin, seyr u sülûk’ün konusu insandır. İnsan yaratılışı itibariyle Allah’ın yeryüzünde halîfesi1 ve ahsen-i takvim sırrına mazhar’dır.2 İnsanın Allah’ın halîfesi olması, Allah’ın sıfatlarından bazı tecelliler taşımasındandır. Nitekim “Allah Teâlâ Âdem’i kendi sûretinde yarattı.”3 hadîsiyle “Ben Âdem’in yaratılışını tamamladığımda ona ruhumdan üfürdüm.”4 âyeti, insandaki ilâhî ve rabbâni tarafa işaret etmektedir. “Ruh Rabbımın emrindendir.”5 âyeti de ruhtaki imâret, idare ve otorite özelliğini ifade ettiğinden, insanın “hilâfet” sıfatının bu emr ve dolayısıyla rûhla alâkalı olduğunu göstermektedir.
İnsanın “ahsen-i takvim” üzere yaratılmış olması, maddî ve manevî olarak en güzel kıvamda olması demektir. Maddî ve manevî güzellik, gerek fizikî ve cismanî bakımdan, gerek ahlâk ve mânevîyat itibariyle rûhânî bakımdan, insanın güzel bir kıvama erebilecek bir biçimde yaratılmasıdır. Nitekim Hz. Ali der ki:
İlacın sendedir de farkında olmazsın
Sanırsın ki sen sade küçük bir cisimsin
Derdin de sendendir fakat ki bilmezsin
Halbuki sende durulmuş en büyük âlem.
İnsan, âlemlerin sûretlerini şahsında toplamakla, onların muhtasar bir numunesi olarak ortaya çıkmıştır. Bu yüzden mutasavvıflar, insanı “nüsha-i kübrâ” ve “zübde-i âlem” olarak görmüşlerdir. Nitekim Şeyh Galip de:
Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen
Merdûm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen der.
Mutasavvıflara göre, insanın bedeni arz, kemikleri dağ, ilikleri maden, iç boşluğu deniz, barsakları ırmak, içyağı batak, damarları akarsular, üns duygusu ümran ve medeniyet, vahşet duygusu harabe, teneffüsü rüzgârların esmesi, söz söylemesi de gök gürültüsüne benzer.
İnsanın güzelliği ve ahsen-i takvim sırrına mazhar bulunuşu bu âlemin özü mesabesinde oluşundandır. “Ahsen-i takvim” sûret ve maddede değil, “hüsn” denilen manayı kavramadadır, hüsn duygusundan hareketle, güzeller güzeli “Ahsenü’l-halikiyn”ı anlamada, O’nun hüsn-i mutlakla sıfat-i kemalini tanıyıp O’nun ahlâkıyla ayaklanmadadır. İnsan doğuştan bu kıvamda, bu kabiliyettedir. Yoksa insan dış organları açısından mükemmel değildir. Nitekim güç ve kuvvette fil, aslan ve kaplan gibi hayvanlar, insandan çok ilerdedir. İşitmede gece kelebeği denilen yarasa son derece mükemmeldir. Keza koku almada kene bütün hayvanlardan ve dolayısıyla insandan öndedir. Aslında her varlığın en mükemmeli temsil ettiği bir alan vardır. O halde insan en mükemmel bir hayvan değildir. Fakat o en mükerrem yaratıktır. Çünkü “Biz insanoğlunu en mükerrem sûrette yarattık.”6 buyurulur. Mükerremlik sıfatı, cismanî ve ruhani olmak üzere iki kısımdır. Cismânî olanı mü’mine de, kâfire de şâmildir. Rûhanî olanı ise az çok Cenâb-ı Hakk’ın ikram ettiği nübüvvete ve risâlete, İslâm ve hidâyete mazhar olan peygamberlere ve mü’min kullara hastır.
İnsanın bir maddesi, bir manası, bir cesedi ve bir de ruhu vardır. Filozoflar, insanı konuşan hayvan (hayvan-ı nâtık), mutasavvıflar da hayvan-ı âşık olarak görürler.
Kur’an, mutlak ifadelerle insanı, daima zayıf ve Allah’a muhtaç; topraktan yaratılmış, bir ümmet iken ihtilafa düşüp dağılan, çok aceleci, isyâna mütemâyil ve mağrûr”, şımarık ve nankör, bazen cahil ve zalim gibi sıfatlarla anmıştır.
Kur’an’da bir de insana yüklenen emânetten bahsedilir ki bu emanet genelde “akıl” olarak yorumlanmıştır. Bu emanetin verilmesiyle Allah, insanı teklifleriyle sorumlu tutmuş ve sınamıştır.
İnsan, melek ve hayvan arası bir varlıktır. Melekteki akıl, hayvandaki nefs ve şehvet, insanda aynı anda vardır. Bu yüzden insan hem hayra, hem de şerre yatkın bir varlıktır. Ya da bir başka ifadeyle insandaki ruh ve akıl melekle, nefs şeytanla, cesed de hayvanla ortak vasıflardır.
İnsanın Mânevî Yapısı
Filozoflar ve sûfiler, insanın mânevî yapısında “kalb, nefs, ruh ve akıl” olmak üzere dört önemli özellik üzerinde durur.
1- Kalb: İç ve öz demektir. Bir şeyin altını üstüne getirmektir. Kavram olarak iki mânâda kullanılır. Birincisi, sol memenin altında çam kozalağına benzeyen et parçası (kalb-i sanevberî) Bu et parçası rûhun madeni ve kaynağı olarak kabul edilir. İkincisi, rabbâni ve rûhanî bir latifedir. Cismânî olan kalb-i sanevberi ile ilgisi vardır. İbn Arabî’nin ifadesiyle “nefs-i nâtıka ile ruh arasında yer alan nûranî bir cevherdir.İçi ruh, bineği de nefs-i hayvanîdir.14 “Gerçek şudur ki, kör olan gözler değil, göğüslerdeki kalplerdir.”15Kur’an’daki “Onların kalplerinde hastalık var.”16 âyetlerinde geçen kalb tabiri de bunu ifade etmektedir.
2- Nefs: Bir şeyin varlığı, özbenliği ve kendisi demektir.Beden kalıbına tevdî edilen ve kötü huyların mahalli sayılan latifedir. Sûfilere göre nefs kula aid vasıflardan illetli olanları, insanın kötü huy ve fiilleridir. İnsanın illetli fiilleri de iki türlüdür iradesiyle kazandığı günah, isyan gibi yasaklar ile nefsin aşağı ve bayağı huyları, kibir, öfke, kin, hased gibi. Nefsin hükümlerinden en çetini ve en zoru, nefsin bu gibi şeylerin güzel olduğu vehmine kapılmasıdır. Yaptığı çirkin fiilleri beğenmesi, kendisinin bir değerinin olduğunu sanmasıdır. Tasavvufta bu durum gizli şirk sayılmıştır. Nefsanî arzuları terbiye, terkle mümkün olabilir. Nitekim Cenâb-ı Allah “Kim Rabbının makamından korkmuş ve nefsini hevâdan men etmişse, muhakkak Cennet, onun varacağı yerdir.”17
“En büyük düşmanın, iki yanın arasındaki nefsindir.”18 hadisiyle “Küçük cihaddan büyük cihada, nefs ile mücahedeye döndük.”19 “hadisleri, “Nefs kötülüğü çokça emredicidir.”20 âyeti, nefsin kötü sıfatların merkezi oluşuna delildir.
3- Ruh: Can ve hayat demektir. Beden kalıbına tevdî edilmiş rabbâni, ilâhî bir latifedir. O bedende bulunduğu sürece Allah Teâlâ, ruhun mahalli olan tene can ve hayat vermektedir. İnsan ruh ile değil, hayat ile diri ve canlıdır. Uyku halinde ruh yükselir, bedenden ayrılır, sonra tekrar döner. Ruhun ilahî menşeli olduğunu gösteren âyet ise’ “Âdem’in yaratılışını tamamladığım zaman ona ruhumdan üfürdüm.”21 âyetidir
Ruh, bedene hayat veren hoş bir rüzgâr; nefs ise hareket, sükun ve arzuların kaynağı sıcak bir nefestir.
Ruhun “mahlûk” olup olmadığı ihtilaflı bir konu olmakla birlikte sûfiler “Ruh Rabbımın emrindedir. Onun hakkında size çok az bir bilgi verilmiştir.”22 âyetini delil sayarak genellikle mahlûk olduğunu kabul ederler.
Tabibler, ruhu, mizaç olarak tavsif ederler. Bitkilere hayat veren cana nebatî nefs veya ruh, hayvanlara hayat veren cana hayvanî nefs veya ruh, insanlara hayat veren cana insanî nefs veya ruh, nefs-i natıka, ruh-ı izafî veya ruh-ı menfuh derler.
Bitkilerde sadece nebatî ruh, hayvanlarda hem nebatî, hem de hayvanî ruh, insanda ise nebatî, hayvanî ve insanî ruh birlikte bulunur. Büyüme, gelişme ve üreme gibi durumlar, nebatî ruh veya nebatî nefs sayesinde, his ve irade ile ilgili hareketler, hayvanî ruh ve hayvanî nefs sayesinde, düşünme, muhakeme gibi davranışlar, insanî ruh veya insanî nefs sayesinde gerçekleşir. Nebatî ve hayvanî ruh ölür, insanî ruh ölmez, yaşar.
Bazı filozoflarla mutasavvıfların bir kısmı, ruh ile nefsin aynı şey olduğunu söyleyerek benliğin müsbet tarafına ruh, menfîsine de nefs derler. Ya da bir başka ifadeyle nefs, ruhun alt kÂdemesinin, ruh ile maddenin birleşmesi sonucu meydana gelen ilk derecesinin adıdır. Bu yüzden psikolojinin incelediği ruh değil, nefs, yani “psi” dir. Nefs yukarıya doğru safiyet kazandıkça nefs özellikleri zail olur. Nefsin dereceleri bir bakıma bu yükselişi göstermekte ve mutmeinne derecesine eren nefs, nefs olmaktan çıkıp ruh özelliği kazanmaktadır.
Diğer bazı mutasavvıflarsa, nefs ile ruhu ayrı ayrı varlıklar sayarak, bunların birbirlerini esaret altına almaya çalıştıklarını ifade ederler. Ruh, insanın Allah’tan kaynaklanan yönlerinin bütünü, nefs de beden menşeli özelliklerinin tümü olduğu için, bin diğerini esir etme mücadelesi içindedir
4- Akıl: Algılama ve idrak kabiliyetidir iki türlü akıl vardır. Biri eşyanın hakikatini bilmekten ibaret olan akıl, diğeri ilimleri kavrayan ve Hz. Peygamber’in “Allah’ın yarattıklarının ilki akıldır.”23 hadisiyle anlattığı akıldır. Mutasavvıflar genellikle akıl yerine kalb kelimesini kullanırlar. Kalb, rûh, nefs ve akıl arasında şöyle bir ilgi vardır. Bir ruhta şehvet galip gelince, nefs, rûh haram şehveti yenince, akıl, rûh iman özelliklerine sahip olunca, kalb adını alır.
Bazan rûhun ayrı tezâhürleri olarak da değerlendirilen “nefs, kalb ve akıl”, tasavvufta insanın eğitime konu olan manevi boyutudur. Özellikle kalb tasfiyesi ve nefs tezkiyesi bu işin ağırlıklı noktasını oluşturmaktadır.
DİPNOTLAR: 1) el-Bakara 2/30, 2) et-Tîn, 95/4, 3) Buharî istizan, 1, Müslim, Birr, 115,4) el-Hicr, 15/29, Şad, 38/72, 5) el İsrâ, 17/85, 6) el-İsrâ, 17/70, 7) en-Nisâ, 4/28, 8) el Enâm, 61/2, 9) el-Bakara, 2/213, 10) el-İsrâ, 17/11, 11) en-Nahl 16/4 12)el-İsrâ, 16/67, 13) el Ahzâb, 33/72, 14) Istılahatu’s Sûfîyye 145, 15) el-Hacc, 46, 16) el Bakara, 2/11, 17) en Naziat 79/40-41, 18) Keşfu’l-hafâ, l, 143 (412) 19) Keşfu’l-hafâ l 424 (1362), 20) Yûsuf, 12/53, 21) el-Hicr, 15/29, Şâd 38/72 22) el İsrâ, 17/85 23) bk Keşfu’l-hafâ, l, 263 (823)