Altınoluk Dergisi, 1996 – Ocak, Sayı: 119, Sayfa: 041
Selçuk Eraydın hocamız 1937 yılında Bandırma Edincik’te doğdu. İlkokulu memleketinde tamamladı. 1953’te İstanbul İmam-Hatip Okulu’na girdi, 1960’da mezun oldu. 1964 İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünü bitirdi. İki buçuk yıl kadar Sivas Atatürk ortaokulu ve İmam-Hatip Lisesinde öğretmenlik yaptı. 1967’de İstanbul yüksek İslam Enstitüsünde Mahir İz Hoca’nın yanında asistan oldu. 1972’de öğretim üyesi oldu. Bir ara idarecilik de yaptı. 1983’te doktor, 1984’te Y. Doçent oldu. Tasavvuf ve Tarikatlar adlı eserinin dışında yayınlanmamış pek çok eseri bulunmaktadır. A. Avni Konuk’un Füsûs Şerhi’ni Mustafa Tahralı ile birlikte hazırladı. Mesnevi Şerhi’ni tamamlamaya muvaffak olamadı. Fihimafih’i neşretti. Cîli’nin İnsan-ı Kâmil adlı eserinin Abdülaziz Mecdi Tolun tarafından yapılan tercümesini tamamlamak üzere idi. Cenazesindeki insan ve gözyaşı seli inşallah beratına medar olmuştur.
İlahiyat Fakültesinin kutup insanı, gönül dostu, Selçuk Eraydın Hocamız Miraç kandilinde Hakk’a urûc etti. Fakültemizdeki varlığı arkadaşlarına ve talebelerine manevî bir güven olan hocamızı sohbet dönüşü geçirdiği elim bir kaza sonucu kaybettik.
Mahir iz Hoca’nın “Sen ben miyim, ben sen misin?” diyecek kadar kendisiyle aynîleştiğini ifade ettiği Selçuk Eraydın, Fakültemiz’in tasavvuf kürsüsünde otuz yıla yakın bir zamandan beri hizmet veriyordu. Onun dersleri, tasavvufun gönül ikliminde aydınlanmış huzur ortamlarıydı. Şiir ve edebiyatın ruhnüvaz ve aydınlık sofralarıydı. Derslerini divan edebiyatımızın usta şairlerinin tevhîd, na’t, kaside ve gazelleriyle süslerdi. Şiirde müstesna bir kabiliyeti vardı. Bir defa duyduğu ve okuduğu şiirleri bile ezberleyiverirdi.
Tasavvuf’taki yar olup bâr olmamak ilkesi onun hayat düstûruydu. Daima vermeyi, yardıma koşmayı severdi. Bütün arkadaşları başları sıkılıp dara düştüklerinde ona koşarlardı. O’nun lügatında pek “la” bulunmazdı. Herkesin derdine mutlaka merhem olmak isterdi.
Bendeniz kendilerinin lisans yıllarında talebesiydim. Asistanlık yıllarında da yine danışmanım oydu. Ondan daima büyüklük, babalık ve rehberlik gördüm. Çalışmaktan yorulmazdı. Bir ara ticaretle meşgul oldu ama o yıllarını kayıp sayarak tekrar ilme döndüğünde çok yoğun çalışıyordu. En büyük amacı A. Avni Konuk Bey’in Mesnevi Şerhi’ni tamamlayıp neşretmekti. Çok çalıştı ama ömrü vefa etmedi.
Sohbet ve konferans için çağrıldığı her yere, TV kanalına giderdi. “Hayır demek elimde değil” derdi. Son yıllarda iyice ehl-i sohbet olmuştu. Herkes, her yerde onun şiir ve edebiyatla süslenmiş gönül çiçeği açmış sohbetini zevkle dinleyebilirdi.
Dünyada en çok sevdikleri arasında başta hocası Mahir İz olmak üzere onun vasıtasıyla tanıdığı ve bağlandığı M. Sami Ramazanoğlu ve Bandırmalı H. Ali ÖZTAYLAN AĞABEY’Dİ.
Ailesine ve çocuklarına çok düşkündü. Öldüğü gün sohbeti müteakip hazırûnden izin isterken “Ben bu geceleri çoluk çocuğumun yanında geçirmek istiyorum” deyip ayrılmıştı.
Dostlarına ve arkadaşlarına çok vefalı idi. Bizim için gerçek bir nümûne-i imtisaldi. Yeri kolayına dolacak bir insan değildi. O’nun ölümüyle memleketimiz bir ilim ve dava adamı, halkımız bir sohbet eri, talebeleri bir baba, arkadaşları sıcak bir dost kaybetti. Bir yıldız kaydı semamızdan, “alemin ölümü alimin ölümüymüş meğer” Ruhu için el-Fatiha.