Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Rüya

Altınoluk Dergisi, 1995 – Kasim, Sayı: 117, Sayfa: 032

Rüya, uyku halinde zihinde beliren düşünce ve olaylar demektir. Sufiler rüyayı özellikle seyru süluk sırasında bilgi yollarından biri olarak görür ve görülen rüyalardan manevî terakkiye işaret ve deliller çıkarırlar. Rüyanın yoruma bağlı olarak delil oluşu Kur’an’da da geçmektedir. Özellikle İbrahim (a.s.)’nin oğlu İsmail’i rüyasında kurban ederken görmesi1: Hz. Yusuf’un rüyasında on bir yıldızın kendisine secde ettiğini görmesi2 ve Mısır Meliki’nin gördüğü rüya3 ile Hz. Peygamber’in Mekke fethine dair4 rüyası ve bu rüyaların doğru çıktığı Kur’an’da anlatılmaktadır. Hz. Peygamber’in, “Mü’minin rüyası, nübüvvetin kırk altı cüz’ünden biridir.”5 hadisi peygamberliğin ilk altı ayındaki sadık rüyalar gibi mü’minlerin gördükleri sadık rüyalara işaret etmektedir. Nübüvvet kapısının kapandığı, ama sadık rüya kapısının daima açık olduğu şeklindeki hadisler6 rüyanın bir bilgi edinme yolu olabileceğine delil sayılmıştır.Kuşeyrî Risalesi, et-Taarruf, İhyâ gibi tasavvuf klasiklerinde, rüya için özel bölümler açılmıştır.

Kur’an’daki: “Onlar için dünya ve ahiret hayatında müjde vardır” (Yûnus, 10/64) ayetinde geçen müjde anlamındaki “büşra” kelimesi sadık rüya olarak yorumlanmıştır. Nitekim Kuşeyrî’nin Risalesinde verdiği bilgilere göre Ebu’d-Derda (r.a.), Allah Rasülü’ne bu ayetin manasını sordu. O da: “Bunu ilk soran sensin ve buradaki ayette “sadık rüya” kasdedilmiştir.” (Buharî Ta’bir, 1, İbn Mace, Rüya, 1; İbn Hanbel, III. 126) buyurdu. Hz. Peygamber’in gördüğü rüyaları anlatması ve ashabdan da rüya görenlerin rüyalarını yorumlaması, süfileri rüya konusuna ilgi duymaya teşvik etmiştir. Gazalî, rüyanın mahiyetini, mükaşefe ilminin inceliklerinden sayarak açıklanmasını doğru bulmaz. Rüya ölümün kardeşidir. Ölümle malum olacak şeylerin bir kısmı rüya ile malum hale gelebilir.

Hadis-i şerifte: En doğru rüya göreniniz en doğru sözlü olanınızdır, (Müslim, Rüya, 1; Tirmizi, Rüya, 1) buyurularak, rüyanın sadık olmasıyla kalbin sadakati arasında da bir ilişki bulunduğuna işaret edilmiştir.

Rüya genellikle Allah’tan, melekten ve şeytandan olmak üzere üç türlüdür. Allah’tan olan rüya açıktır ve yoruma ihtiyaç göstermez. İkincisi ise melekten olandır ve tabire muhtaçtır. Şeytandan olan ise “adgasü ahlam”dır. Bu yüzden de aslı ve kaynağı yoktur. Böyle rüyaları yoruma da gerek yoktur.

İbn Arabî rüyayı şöyle anlatır:

Rüya, Allah Teala’nın melek vasıtasıyla hakikat veya kinaye olarak kulun şuurunda uyandırdığı enfüsî idrakler ve vicdanî duygulardır. Ya da şeytanî telkinlerden kuru ve yaş (ratb ve yabis) karışık hayallerden ibarettir. Rüya uyanık halde içimizden geçen hatıralara benzer. Rü’yeti yani görme işi afakî (objektif) ve gözle olduğu gibi, rüya enfüsî (sübjektif) ve kalb ile olur. Bu itibarla sadık ve doğru rü’ya peygamberlerin ve onlara tabi olan salih kimselerin ve nadir olarak da başkalarının gördüğü enfüsî misallerdir ki, bunların afakî ve haricî medlulleri vardır, (bk. El-Fütüha-tü’l-Mekkiyye, ll, 35 vd.)

İbn Haldun, Mukaddime’sinde rüya ve yorumu ile ilgili şunları söylemektedir: “Rüya, uykuda iken nefsin zahiri duygulardan olduğu gibi, batınî kuvvetlerle çekişmekten ve meşgul olmaktan sıyrılarak, bir anda kendisinin ruhanî olan zatını, manevî bir idrakle anlaması ve gaybdan kendisinin zatına akseden bilgilere vukuf kesbetmesidir. İnsanî ruh, vasıtasız olarak telakki ettiği gaybî bilgileri muhayyileye sunar, muhayyile ise bu manaları birbirine benzeyen kalıplara sokar. Bu manalar birbirine benzeyen kalıplara sokulduğu takdirde, yoruma muhtaç olur. Nefs-i natıka maddîlikten sıyrılarak o anda gaybdan telakki ettiği manaları idrak etmeden önce, zahirî duygular vasıtasıyla aldığı ve hafızasında sakladığı suretleri tahlil ve terkib ederse, rüya karışık olur.”7 İbn Haldun, aybı idrak etme işinin uykuda iken caiz ve mümkün olduğu gibi, Gazalî’ye katılarak uyku dışında mümkün olabileceğini de belirtir. Rüyada iktibas edilen bilgilerin kuvvetli olup, iktibasların birbirine benzemediği, hal ve misalden halî olduğu durumlarda yoruma ihtiyaç olmadığını söyler.

Rüya, süfiler için bir bilgi kaynağı olmuş, İbn Arabî ve Bursalı İ. Hakkı gibi bazı süfiler hadislerin bile rüya yoluyla Hz. Peygamber’den doğrudan alınabileceğine kail olmuşlardır. “Beni rüyada gören gerçekten görmüş sayılır. Çünkü şeytan benim suretime bürünemez.”8 hadisi onlar için bir delil niteliğindedir.

Süfiler, uykuyu pek makbul saymazlar. Çünkü onlara göre uyku, ya gaflet uykusudur, ya da adet (zevk ve keyif) uykusudur. Bunların ikisi de kötüdür. Eğer uykuda hayır olsa cennette de bulunurdu. Bütün bunlara rağmen uykuda uyanıkken bulunmayan bir takım mana ve meziyetler vardır. Bunlardan biri de Hz. Peygamber’i ve geçmiş büyükleri görmektir. Bunlar uyanıkken görülmez.

Rüya görmek, rüya yoluyla Allah Rasülu ve diğer Allah dostlarına mülaki olmak süfiler için mazhariyet sayılmış “Gül yüzünü rüyamızda görelim ” niyazı onlara vird-i zeban olmuştur.

Rüya kadar, rüyanın tabiri de önem arz eder. Tabir, Arapça’da geçmek anlamına gelen “ubur” kökünden alınmıştır. Görülen rüyanın zahirinden batınına, şeklinden delalet ettiği hakikatine geçmek demektir.

Görülen güzel rüyayı başkalarına söylemek ve bunu Hak’tan bir tebşir saymak da hadis-i şerif gereğidir. Nitekim Cenab-ı Peygamber (s.a) “Sizden biriniz sevdiği bir rüyayı görürse bilsin ki o, Allah tarafından bir (telkin) dir. Rüya sahibi bu rüya üzerine Allah’a hamd etsin ve bunu başkasına da söylesin. Buna aykırı hoşlanmadığı bir rüya gördüğünde de muhakkak ki bu rüya da şeytandandır. Bu haldan rüya sahibi rüyasının şerlerinden Allah’a sığınsın ve rüyasını kimseye söylemesin. Bu suretle rüya sahibine zarar vermez.. (bk.Tecrid Terc. XII, 24)

İnsanoğlu telkine açık ve telkinin tesiri altına girmeye yatkın bir varlık olduğundan ona daima iyi, güzel şeyler ta’lim ve telkin edilmesi istenmiş, güzel rüyalarını anlatması ve bunların güzelce yorumlanması beklenmiştir. Kötü ve istenmeyen rüyaların ise anlatılmaması, “meskutün anh” geçilmesi öğütlenmiştir. Çünkü genel telakkiye göre rüyalar yorumlandıkları biçimde tecellî eder. Rivayete göre Yavuz Sultan Selim, Mısır seferine giderken Şam’a uğrar ve orada İbn Arabi’nin kabrini ortaya çıkarıp onarttığı gibi hayatta olan kibar-ı ehlullah ile de görüşür. Bunlardan biri Nakşi meşayıhından Muhammed Bedahşî’dir.

Mısır’ın fethi tamamlandığı sırada Sultan bir rüya görür ve rüyasında “Muhammed Bedahşî sefer kıyafetiyle yanına gelip arz-ı veda eder.” Sultan rüyayı musahibi Hasan Can’a anlatır. Hasan Can da “rüyanın Muhammed Bedahşî’nın ahiret alemine intikal ettiğine” yorar. Sultan: “Hasan Can bilmez misin ki, rüyalar nasıl yorumlanırsa öyle çıkar. Yazın bu tarihi. Eğer Şeyh bu tarihten önce ölmüşse ne ala. Değilse işin zor” der. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra Şam valisinden bazı hediyeler ile bir mektup gelir Mektupta şehrin ahvali hakkında bazı haberler ve şeyhin vefatı haberi de yer almaktadır Bakarlar ki rüyanın görüldüğü gece ile şeyhin vefat ettiği gece aynıdır. Bunun üzerine Sultan, Hasan Can’a bir kese altın verir. Hasan Can keseyi alırken: “Bu, rüyayı doğru tabir edişimizin karşılığı. Cesaretimize, huzurunuzda rüya yorumuna cür’etimize bir ikramınız yok mu?” deyince Sultan güler ve ayrıca başka atıyyeler verir. (bk. Hoca Sa’deddin, Tacü’t-tevarih, hzr İsmet Parmaksızoğlu, Eskişehir 1992, IV, 134-136)

Halk arasında kötü rüyaların yorumu sırasında söylenen “Tersidir, ömrünün uzadığının işaretidir, hayır olsun” şeklindeki ifadeler, rüyaları güzel yorumlama ve telkin kaygısının bir tezahürüdür.

Mutasavvıflar, Hz. Peygamber’in “Her kim beni rüyada görürse muhakkak o, uyanık bir halde de beni görecektir. Çünkü şeytan bana benzer bir surete giremez” (Tecrid Terc. XII, 277) hadisiyle de ilgilenmişler ve bu konuda rical-i tasavvuf şunları söylemiştir: “Her kim beni rüyada görürse, muhakkak o muttaki bir mü’min olarak beni murakabe halinde görecektir.”

Sühreverdi, Avarifu’l-Maarif’te insanın sadık rüyalar görebilmesi için iç dünyasının nefsanî heva ve isteklerin tesirinden, dünya sevgisinden temizlenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Çünkü nefs, kötülüklerden temizlenince kalb aynası parlar ve uykusunda Levh-i mahfuzla karşı karşıya gelir. Levh-i mahfuzdaki gayba aid hayret verici haber ve olaylar, ayna gibi kalbe yansıyarak nakşolunur. Sıddik kimseler arasında uykusunda Hakk Teala ile konuşanlar vardır. Allah Teala onlara bir takım emir ve yasaklarını bildirir. Onlar uykuda oldukları halde bunu anlar. Böylelerine varid olan emir ve nehy şeklindeki keşf-i ilahinin durumu, zahiri emir ve vahy gibidir. Şayet o kimse, bu emir ve nehyi ihlal edecek olursa asî olmuş olur. Üstelik böyle manevî emirler, daha sağlam ve daha güçlüdür. Çünkü zahiri emirlere muhalefetin günahı tevbe ile ortadan kalkabilir. Böyle özel emirler ise Allah ile kul arasındaki hale mütealliktir. Binaenaleyh böyle bir emrin ihlalinde müridlik yolunun kapanmasından korkulur. Bu durum Allah’dan başkasına yönelmek demek olacağından gadab-ı ilahiyi mücib olur. (bk Avarif Terc. s 454)

Bu yüzden tasavvufta ve bazı tarikatlarda müridin rüyalarını şeyhine başvurmadan tek başına yorumlamaması tavsiye edilmektedir. Çünkü şeyhin bilgi ve tecrübesi daha geniş, Allah’a olan kapısı daha büyük ve açıktır. Müridde tecelli eden rüya, Rahmanî ise şeyh buna rıza gösterir ve gereğinin yapılmasına izin verir. Çünkü Allah’dan gelen şeylerde ihtilaf olmaz. Eğer müridin rüyasında bir şüphe varsa onu şeyhine arz etmek suretiyle gidermiş olur. Böylece murîd, şeyhinden rüyaların doğru bir biçimde yorumlanmasını da öğrenmiş olur.

Rüyalar bilgi kaynağı halini alınca, rüya yorumu da bir ilim ve san’at haline gelmiştir. Tarîkatlarda salikin manevî yükselişi, gördüğü rüyalarla ta’kib edilmiştir. Bazı tarîkatlarda rüyaya çok önem verilirken, bazı tarîkatlarda ise “esbab-ı ilimden olmadığı” düşüncesiyle rüyaya fazla rağbet edilmemiştir. Nitekim Nakşbendîler ve Melamîler rüyaya pek itibar etmezler: “Rüyayı bırak, rü’yete bak” derler.

Dipnotlar: 1) es-Saffat, 37, 103, 2) bk. Yusuf, 12/4, 3) bk. Yusuf, 12/43, 4) el-Feth, 18/2, 5) Buharî, Tabir 26; Müslim, Rüya 1, 6) bk. Müslim, Rüya 7, 7) Mukaddime, İstanbul 1954, l. 271, 8) Buharî, Tabir 10; Müslim,, Rüya 1.