Altınoluk Dergisi, 1995 – Temmuz, Sayı: 113, Sayfa: 032
Bir manevi yola girişi ve tarikata bağlanmayı ifade eden “intisab” veya “el alma” kavramı, müspetiyle ve menfisiyle aşırılığa kaçan değerlendirmelere tabi tutulmuştur. “Selefî” düşünce mensubu olduğunu söyleyen bazıları onu büsbütün “bid’at” olarak değerlendirirken, bazı tarikat mensupları da intisab ve el almayı ve bir dergaha kapılanmayı tek kurtuluş yolu olarak görmüşlerdir. Oysa ki insanı kurtaracak olan kalbî niyyeti ve amelleridir. Niyyet salim, ameller salih olmadan mutlak kurtuluş söz konusu değildir.
Întisab, tasavvufta talib denilen mürîd adayının, şeyhe ve onun vereceği emirlere bağlı kalacağına söz vermesi demektir. Bey’at mubayaa, ahid, inabe, el alma ve ikrar gibi terimler de bu anlamda kullanılır.
Tasavvufî anlayışta bey’atin temeli, Hz Peygamber’in İslam’a girmek isteyen kişilerden, cihad ve hicret gibi önemli faaliyetlere katılacak sahabilerden bey’at almasıdır. Kur’an’da Hudeybiye’de bey’at eden sahabîler övülmekte, onların Allah Rasulüne olan bey’atleri Allah’a yapılmış bey’at sayılmaktadır. (el-Feth, 48/10)
İntisâb, insanın daima hürmet ve bağlılık duyacağı bir büyükle beraber bulunmaya azmetmesi ve onun nasihat ve rehberliğinde manevi eğitimini tamamlamak üzere bir taahhütte bulunmasıdır. Kendisini daha sıkı bir kontrol mekanizması ile bağlı hissetmesi, dağınıklığını teksif ederek kendi içine yoğunlaşmasıdır. Çünkü mürid, nefsini kıvama erdirmeyi ve iç dünyasındaki fırtınaları dindirmeyi kendisine nihai gaye edinen kimsedir. İntisab ve bey’at de bu nihai gayeye erişmek için kendine bir delil seçmektir. Böyle bir ulu kişinin yanında eğitime başlayan salik, nefsin hile ve tuzaklarından daha kolay kurtulacaktır. Çünkü intisab ile salik, nefs atının dizginlerini daha usta bir binicinin işaretleriyle yönlendirmektedir. Ya da bir başka ifadeyle hastalığının tedavisini hazik bir doktorun tecrübeli tavsiyelerine bırakmakta; onun ilaçlarını büyük bir titizlikle kullanmaktadır.
İntisab, dinde kemale ermek için bir çıkış ve bir taşmadır. İnsanın kendisinden daha bilgin ve ihsan mertebesini yakalamış bir gönül sultanına uyması ve onu adım adım takip etmesidir.
İntisab bir sözleşmedir. Bu sözleşme sırasında şeyh, ıslah işini taahhüt eder; çünkü o, irşada memurdur. Mürid de kendi salahı için ittibaa söz verir. Çünkü o da terbiyesinin başı olan tövbesine bağlı kalmaktan sorumludur. Aslında bu sözleşme bir bakıma “Elest Bezmi”nde Allah ile yapılan sözleşmenin bir tekrarı, ve hatırlanması, buna şeyhin de manevî kişiliğiyle şahid tutulmasıdır. Çünkü tövbe eden müridin tövbesi, bey’ati ve iyi amellere devam sözü, aslında Allah’a verilmiş bir sözdür. Ama insanoğlu gafleti sebebiyle bu tür sözleri hep unutur. Bu sözü takip edecek ve zaman zaman ona bunu hatırlatacak bir müzekkire, insanın her zaman ihtiyacı vardır.
İntisabdan gaye Hakk’ın rızasını tahsildir. Rızaya ermek gaflet perdesini “zikir” ile yırtmak ve Allah ile birliktelik “maiyyet-i ilahiyye” bilincine ermekle olur. Mürşid telkin yoluyla müridine buna ermenin yolunu çizecek, mürid şeyhinin telkinlerine bağlanıp ona kamil manada ittiba edecektir. Çünkü insan, kendisine olabileceğinden daha iyisinin ne olduğunu gösteren bir başka benlikte kendisini daha kolay algılar. İnsanların iletişim ve etkileşimleri sadece konuşmaya dayanmaz. Önemli olan atmosferdir. Konuşma, dil ve akıl düzeyinde birbirimizle iletişimde bulunduğumuz dış araçlardır, oysa tabiî iletişim birinden diğerine akseden yansımalardır. Bu yüzden sakin insanlarla berabersek sükunet hissederiz, çünkü onların etrafında bir sükunet halesi vardır. Huzursuz ve mahzun insanların arasındaysak huzursuzluk ve hüzün duyarız. Yansıma olayı bilinç dışı olarak çalışır, fakat kişi onun farkına varabilir ve şuur haliyle onu etkileyebilir
İnsanların bir kısmı, mürşidinin mürîdini bir bakışta kemale erdirebileceğine inanır. Eğer bu mümkün olsaydı, Hz. Peygamber ve ashabının bilinen gayret ve çabalarına lüzum kalmazdı. Çünkü bu alemde O’ndan daha üstün kemal sahibi bir insan yoktur. O, ashabını yetiştirmek, ashabı da kemale erişmek için bu kadar çaba sarfettiğine göre bizim bundan vareste kalmamız mümkün değildir. Vakıa bazen şeyh ve mürşidlerden keskin ve etkili nazarları sonucu bir takım haller sadır olabilir. Ancak bunlar olağan değil, istisnai hallerdir ve bu alemde geçerli olan sün-net-i ilahiyyeyi bozmaz. O da gayret, çaba ve çalışmadan ibaret olan adetullah’tır.
İnsanların bir kısmı intisab sonrası zikir ve ibadetle meşguliyetleri sırasında bir takım nurlar görmeyi ve bazı olağanüstü haller müşahede edip feyz almayı, gaybdan sesler duymayı umarlar. Bu yanlış bir beklentidir. Çünkü çoğu zaman bu tür nurlar ve sesler, doğrudan gayb aleminden gelen sesler değil, insanın kendi zihninin kuruntusu, ya da nefs ve şeytanın tuzaklarıdır. Ayrıca gayb aleminin perdelerinin aralanmasıyla kulun Allah’a yakınlığı artmaz. Çünkü Allah Teala kuluna yakınlığını ubudiyet, ibadet ve taat şartlarına bağlı kılmıştır. Kaldı ki insan bazen şeytanları bile melek olarak görür ve aldanır. Bu yüzden intisabda kul, böyle bir olağan üstülük beklentisi içinde olmamalıdır.
İntisab sonrasında ibadet ve taatlar sonucu insanda bir takım manevî haller zuhur edebilir. Bu haller, büyük bir caddenin ya da bir otobanın etrafındaki yeşillik ve çiçeklikler gibidir. Nasıl ki otobanda yol alan kimse, yolun çevresindeki bu yeşillik ve çiçeklikleri görüp geçmekle bir zarar görmez ve hatta gönlünde ferahlık meydana gelirse, intisab ile girilen maneviyat yolunda da bu hallerden haz duyulabilir ama bunlara takılıp kalınmamalıdır. Çünkü gaye yol almaktır. Arzulanan sonuca ulaşmaktır. Gidilecek bu yolda selametle gitmek için iyi bir rehber bulmak lazımdır.
İnsan sosyal bir varlık olduğu için paylaşıma ihtiyaç duyar. Sevincini ve acısını paylaşmak ister, insandaki mensubiyet duygusu onun bir gruba dahil olmasını gerekli kılar. Farklı karakter yapılarındaki insanları yapıları istikametinde eğitmek üzere gelişmiş bulunan tarikatlar, bu manada mütecanis eğitim ortamları oluşturmaktadır. Toplum psikolojisinin insan üzerinde meydana getirdiği etkileşim, cemaatleşmeyi doğurmuştur. Bu yüzden en iptidaisinden en medenisine kadar insan gruplarının olduğu yerlerde cemaat ve topluluklara rastlanmaktadır. Tasavvuf insan ve insan gruplarında var olan bu psikolojik ve sosyal vakıayı bir eğitim kurumu haline getirerek toplum içinde yaygın eğitime bir katkı sağlamıştır.
Aralarında ufak ayrıntılar bulunmakla birlikte, bütün tarikatlarda intisab ve bey’at, gayesi ve yapılış şekli itibariyle hemen hemen aynıdır. Tarîkata girmek isteyen kimse, önce kendisinin meşrebine uygun bir mürşid arar; gönlünün ısındığı bir şeyh bulunca ona başvurur, istihare yapar. Şeyh de kendisine başvuran talibin tarîkata girmeye ehil olup olmadığını araştırır. Olumlu sonuç alındıktan sonra bey’at ve intisab gerçekleşir. Bey’at sırasında talib, gusül abdestiyle şeyhin huzuruna varır, diz çökerek oturur. Genellikle diz dize oturan şeyh ve talib musafaha eder gibi el ele tutuşurlar. Şeyh talibe önce bütün geçmiş günahlarından tevbe ve istiğfar etmesini telkin eder. Ardından üzerinde hukuk-ı ilahî, hukuk-ı ibad (kul hakkı) var ise bunları ödemesini öğütler. Mürîd şeyhinin söylediklerini dinler ve bunlara uyacağına; kendisine talim ve telkin edilenlere riayet edeceğine dair Allah adına söz verir ve “Allah’ı Rabb, Hz. Muhammed’i Peygamber, Kur’an’ı rehber ve şeyhini mürşid saydığını” ifade ederek şeyhinin ihvanı arasına katılıp sohbetlere devam etmeye başlar, întisab sırasında bazı tarikatlarda “hırka”, bazılarında “sikke” giydirilirdi. Hırka vücudun belden yukarısını örten ve ulvî alemleri sembolize eden bir kıyafettir. “Sikke” ise başa giyilen ve başı bağlamayı ifade eden bir işarettir. Fütüvvet teşkilatı adı verilen gençleri ve meslek sahiplerini eğiten ahi birliklerinin alameti ise şalvar giyip kuşak kuşanmaktı. Özellikle gençlerden oluşan bu yolun yolcularına böylece eline, beline ve diline sahip olarak harama düşmemeleri öğütlenmiş olurdu.
İntisab tam bir teslimiyet ve bağlılık ifade ettiğinden onu bozmanın sorumluluk ve vebalide o nispette büyüktür, intisab ve bey’at mürşidin kalbinden müridin kalbine bir feyz akışı sağlar.
Erkekler, şeyhleriyle elele tutuşarak bey’at ve intisab ettikleri halde kadınlar, bazı tarikatlarda şeyhin cübbesini tutarak, bazılarında özellikle Nakşî – Halidilerde şeyhin eşi veya kendi eşi vasıtasıyla intisab ederek el alırlar.