Altınoluk Dergisi, 1995 – Nisan, Sayı: 110, Sayfa: 030
Sohbet beraber bulunmak, arkadaş ve dost olmak anlamınadır. Peygamber, mürşid, muallim ve üstadla beraber olmak “sohbet” kelimesiyle ifade edilmiştir.
“İmanla Hz. Peygamber’i gören, Onunla beraber bulunan ve bu imanla ölen kimselere verilen “sahâbî” adı “sohbet” kökündendir. Hz. Peygamber, ashabını sohbetle yetiştirmiştir. Sohbette hem sözlü eğitim, irşad ve tebliğ vardır; hem de hal eğitimi, manevî yansıma söz konusudur. Kur ‘an’daki: “Andolsun ki Allah’ın Rasûlü’nde sizler için, Allah’ı, ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için güzel bir örnek (üsve-i hasene) vardır” (el-Ahzab, 33/23)âyet-i kerimesi bu yansımayı ve hal transferini ifade etmektedir.
Tasavvuftaki eğitimin sohbet, halvet ve seyahat şeklinde yapıldığına daha önceki yazılarımızda bir vesileyle temas etmiştik. Halvet,kulun belli bir süre halkın arasından uzaklaşıp özel mekanlarda mürşidinin gözetimi altında ihtilat ve sohbetten uzak, riyazat ve mücahede ile gördüğü eğitimiydi. Seyahat kulun manevi eğitimini diyar diyar dolaşıp halka hizmet ederek ve nefsin azgınlıklarından kurtulmaya çalışarak tamamlamasıydı.
Sohbet ise genel anlamıyla arkadaş ve dostlar arasında ve özellikle şeyhin yanında ve beraberinde bulunmak, bir anlamda halk ile ihtilat içindeki eğitim demekti. Özel olarak ise şeyh veya vazifelendireceği bir vekili vasıtasıyla ihvanın belli zaman ve mekanlarda ibadet kıvamı içinde bir araya gelmeleri, söz, fiil ve hal ile etkileşimleriydi.
Tasavvuf klasiklerimizin ilki sayılan Ebû Nasr Serrac (ö, 378/988)’ in yazdığı el-Luma’dan başlayarak hemen hepsinde özel bir yer ayrılan önemli bir konudur. Kuşeyri’nin hocası Ebû Abdurrahman Sülemi (ö. 412/1021) Adabus-suhbe adıyla bir risale kaleme almıştır. Gerek bu risalede ve gerekse Ebû Talib Mekki Kuşeyri, Hucvirî ve Gazzaiî’nin eserlerinde “Sohbet” bölümünde anlatılan genel anlamda kardeşlik, dostluk ve arkadaşlık adabıdır. Kimlerle “dostluk ve arkadaşlık” edilmesi lazım geldiğinden; dostluk ve arkadaşlığın yararlı olabilmesi için gerekli olan şartlardan bahsedilmektedir.
Sohbetin daha özel anlam kazanıp bir eğitim aracı olarak kullanılması özellikle tarîkatların ortaya çıkışından sonraki döneme rastlar. Nakşbendiyye tarikatı, kurucusu Şah-ı Nakşbend hazretlerinin “Tarik-ı mader-sohbet-est Bizim yolumuz, sohbet yoludur” sözü bu tarikatta “sohbet” ve “maiyyet “usülünü öne çıkarmıştır. Nitekim Allah’ın Rasûlüyle Hz. Ebû Bekir’in Sevr mağarasındaki durumlarını anlatan âyetteki: “Hani onlar mağaradaydı. O, arkadaşına üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona emniyet ve sekîneti indirdi.” (et-Tevbe, 9/40) ifade gibi tasavvufta asl olan Allah ile sohbeti yani onunla beraber olduğu duygusuna ermektir. Eğer kişi buna eremiyorsa hiç olmazsa o duyguya ermiş Allah dostlarıyla sohbet ederek o mertebeye ulaşmaya çalışmalıdır. Çünkü Allah ile olmak ve Onun nimetini hatırlamak, kardeşlik duygularını pekiştirir. Nitekim Allah Teâlâ buyurur: “Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşmandınız. Allah kalplerinizi birleştirdi. O’nun nimeti sayesinde kardeşler haline geldiniz”. (Âli İmran, 3/103)
İnsanın ahlak eğitimi ve manevî terbiyede kabiliyetlerini ortaya çıkaracak; ya da geliştirecek bir aşıya ihtiyacı vardır. Bu aşı da yetişkin ve kemal ehli kişilerle olmak, onlarla beraber bulunmaktır. Nitekim Kuşeyri’nin şeyhi Ebû Ali Dekkak der ki: “Kendiliğinden yetişen ağacın meyvesi olmaz; olsada tadı olmaz. Dağlarda yetişen meyvelere aşı yapılarak cinsleri ıslah edilir, emek verilir ki meyvesi bol ve lezzeti iyi olsun. Bunun gibi insanın yetişmesi de, ona emek verilmesine ve sohbetle aşı yapılmasına bağlıdır.” Samimi bir mürid, şeyhinin gözetimi altına girince onun edebiyle edeblenir. Bir mumdan yakılan başka bir mum gibi şeyhin gönlünden müridin batınına hal sirâyet eder. Şeyhin iyi hali müride yansır. Şeyhin tesirli hal ve sözleri sayesinde sohbet eden şeyh ve ihvan arasında manevi bir kaynaşma meydana gelir. Fıtrî temizliği, ruhî alakası sayesinde murid, şeyhinin edebine bürünür, bir bakıma onunla aynileşir.
Allah dostlarının lafızları ve sözleri kadar nazarları ve halleri de etkilidir. Sıdk makamına eren insanlar, kâl lisânından çok hal diliyle konuşur. Fiileri ve hali etkili olmayanın söyledikleri hiç etkili olmaz. Sözün nuraniliğı kalbin nuraniliği kadardır. Kalbin nuraniliğiyse istikamet ve kulluk görevini yerine getirmeye bağlıdır. İlim ve irfanıyla manevi derinlik kazanmış mürşidlerin nazarı, mürid üzerinde panzehir etkisi yapar. Zaten beşerî eğitimde en etkili yol, örnek olma suretiyle yapılan endirekt eğitimdir. “Mü’min mü’minin aynasıdır.” (Ebû Davud, Edeb, 49) hadisinde ifade edildiği şekilde kişinin güzel huylarla donanması, o huylara sahip temiz kimselerle beraber bulunmasına bağlıdır. Nitekim, Kur’an’da “Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve sâdık ve sâlih kimselerle beraber bulunun” (et Tevbe, 9/119) âyeti insanların iyilerle birlikte bulunmasını emrederken “Hatırladıktan veya işini gördükten sonra zalim kavmin yanında oturup kalma!” (el-Enam 6/68) âyeti de nefsine karşı zalim ve insana manevi kirler bulaştıracak kimselerle uzun boylu ülfet etmemeyi emretmektedir. İnsan, mücadele etmeden, riya, nifak, gurur, hased, şöhret tutkusu ve baş olma arzusu gibi kalbî marazlardan kurtulamaz.
Konuya Hz. Peygamber (s.a)’ın “İyilerle oturup kalkan kimseyi misk satan kimseyle arkadaşlık yapana, kötülerle düşüp kalkanı da demirci dükkanında bulunana benzetmesi” (Buhari, Zebaih, 31 Bûyü, 38, Müslim, Bir, 146, Edeb, 16, İbn Hanbel,IV, 404, 405, 408.) ışığında yaklaşan mutasavvıflar sohbeti dört derecede mütalaa ederler :
1. Şeyh ve mürşid ile sohbet, mürid için ilaç gibidir.
2. İhvan ile sohbet, vücudu besleyen gıda gibidir.
3. Fasık ve günahkarlarla sohbet, mikrop gibidir.
4. Kafir, mülhid ve zındıklarla sohbet zehir gibidir.
Bayezid Bistami, fasık ve mülhid insanlar şöyle dursun, gafil ve bigane insanların bile meclisteki havayı bozduğunu ve feyz akışına mani olduğunu belirtir. Nitekim bir gün meclisinde üzerinde bir ağırlık hissedince “Meclisimize bir biganenin girdiğini sanıyorum, arayın bulun” demiş “Arayıp taramışlar, bulamamışlar. Bunun üzerine “Asaların bulunduğu yere bakın” demiş, orada bir gafilin bıraktığı asayı görmüşler ve onu çıkarınca Bayezid’den o hal zail olmuş.
Hz. Peygamber (s.a.) “Kişi dostunun dini üzeredir. O halde kişi, kiminle dost olduğuna; sohbet ettiğine dikkat etsin.” (bk. Tirmizî, Zühd, 45) İyilerle sohbet eden kötü bile olsa zamanla iyi olur. Kötülerle sohbet eden de iyi bile olsa zamanla kötü olur. Çünkü insanın çevresindekileri kötülüklerine rıza göstermesi, direncini kırar ve zamanla kişi çevresindekilerin boyasına boyanır.
İnsan sosyal bir varlık olduğundan fizik çevreden de sosyal çevreden de etkilenmektedir. Bugün, aura ışınlarıyla herkesin etrafına bir takım ışınlar neşrettiği bilinmektedir. Bu ışınlar insanın çevresinde bir etki alanı meydana getirir. Ayrıca psikolojik haller sârîdir. Korkmuş ve üzüntüye uğramış insanların yanında bulunanlar, o kişinin bu halinden etkilendikleri gibi sevinç ve neşe içinde bulunanlar da çevrelerini etkilerler. Bu açıdan sohbet bir duygu alışverişidir. Nitekim Hz. Peygamer’in sohbetinde duyduğu vecd ve heyecanı sair zamanda duymadığını söyleyen Hanzala’nın durumu (bk. Müslim, Tevbe, 12, Tirmizi, Kıyame, 19, İbn Hanbel, IV, 346.) buna örnektir.
Şeyhler ve mürşidler Hz. Peygamber’in manevi varisleri olduğundan onların halkı irşadda sohbet üslûbundan yararlanmaları gâyet tabiidir. Ancak sohbetlerde dikkat edilecek husus karakterlerin imtizacı, huy ve fıtratların uyumudur. Sohbet, sohbet dışı zamanlarda insanda meydana gelen gaflet perdesiyle dünya ilgisini sıyırır, zikir ve sema gibi insan gönlünü arıtır, kişiyi ibadetlerden haz alacak seviyeye çıkarır.
Tasavvuf kaynaklarında sohbetin üç türlü olduğu belirtilir :
1) Kişinin kendinden üstün olanlarla sohbeti,
2) Kendinin altında olanlarla sohbeti,
3) Akran ve emsaliyle sohbeti,
Kişinin kendinden üstün olanlarla sohbeti, hizmet şeklindedir. Kendinden aşağıda bulunanlarla sohbeti, onlara şefkat ve merhamet göstermektir. Akranlarına karşı ise diğergam ve isar üzere olmaktır. Her şeye rağmen dervişin kendinde değer görmemesi ve kardeşine saygı duyması esastır. Nitekim yaşlılar, gençleri üstün görmeli ve “Siz bizden sonra dünyaya geldiniz. Günahınız az” demeli. Gençler de yaşlıları üstün görerek: Siz bizden büyüksünüz, ibadete bizden önce başladınız demelidir ki sevgi ve kaynaşma daimî olsun.
Sohbet bir rahmet ve şefkat iklimidir. Allah Teâlâ “Onlar (mü’minler), kendi aralarında son derece merhametlidirler.” (el-Feth, 48/29) buyurmaktadır. Gönlün rabıta ile ruhanî alemlere daldığı, kalplerin sevgiyle yıkandığı sohbet ortamı, asr-ı saadetin nebevî meclisinden esintiler taşır. Allah Rasûlü’ne rabıta ile bağlı gönüller adeta: “Bilesiniz ki Allah’ın Rasûlü içinizdedir.” (el Hucurat, 49/7) âyetini soluklarlar. Sohbet bir bilgi alışverişinin yapıldığı ilim pazarı değil, sevgi ve ilgi kumaşının dokunduğu rûhaniyet tezgâhıdır. Sohbet meclisinde gönüller, konuşan dilden çok, coşan gönül ister. Çünkü o meclisler, “dil-dudak deprenmeden” anlaşılan işaret ve istikamet sofralarıdır.