Altınoluk Dergisi, 1995 – Ocak, Sayı: 107, Sayfa: 032
Kur’an, kendisinden önceki peygamberleri tasdik eden bir kitap, İslam, kendinden önceki ilahi dinleri kabul ve ikmal eden bir dindir. Bu yüzden “İslam ruh hayatı” demek olan tasavvuf da Kur’an’da adları ve özellikleri anlatılan bazı peygamberlerin belli özelliklerini cem etmek şeklinde yorumlanmıştır. Tasavvuf klasikleri arasında önemli bir yeri olan Keşfu’l–Mahcûb müellifi Hücviri, Cüneyd’in şöyle bir yorumunu nakletmektedir: “Tasavvuf sekiz peygambere aid şu sekiz haslet üzerine kurulmuştur; İbrahim (a.s.)’ın cömertliği, İsmail (a.s.)’ın rıza ve teslimiyeti, Eyyüb (a.s.)’ın sabrı, Zekeriya (a.s.)’ın işaretle konuşması, Yahya (a.s.)’ın garipliği, Musa (a.s.)’ın sûf (yün) giymesi, İsa (a.s.)’ın seyahati ve nihayet Hz. Muhammed (s.a.)’ın fakrı, (bk. S. Uludağ, Keşfü’l-Mahcûb Tercemesi s. 120) Şimdi peygamberlerin bu özelliklerini tek tek inceleyelim.
l. Hz. İbrahim’in Sehavet ve Cömertliği
Kur’an-ı Kerîm’de İbrahim (a.s.)’in Cenab-ı Hak tarafından “Halil” ittihaz edinildiği bildirilmektedir, (bk. en-Nisa, 4/125) Tefsirlerin beyanına göre İbrahim (a.s.) malı ve davarı çok bir peygamberdi. Bununla birlikte Allah’ın kullarına ve misafire ikramdan duyduğu zevk sebebiyle misafirsiz sofraya oturmamaya büyük bir özen gösterirdi. Gelen misafirlerine koyunlarından kesip ikram ederdi. (bk. Rûhu’l – Beyan, II 293) Hz. İbrahim’in cömertliği o dereceye varmıştı ki en kıymetli varlığı olan oğlunu Hakkın muradıyla kurban etmekten çekinmemişti Aslında bu kurban olayı belki bir semboldü. İnsanın en sevdiği şeylerden bile Allah için geçebilmesi düşüncesini sembolize etmekteydi. İbrahim’in “Ben alemlerin rabbına teslim oldum” (el-Bakara 2/131) şeklindeki beyanı O’nun dışında bir değer tanımadığının ifadesiydi ki tasavvuf da saliklerini böyle bir teslimiyet ve sehavete çağırmaktaydı. Çünkü malı da canı da Allah yolunda vermektir gerçek cömertlik.
2. Hz. İsmail’in Rıza ve Teslimiyeti
Kur’an’da, oğlunu Hakk yolunda kurban etme emrini alan İbrahim’in, durumu oğlu İsmail’e haber verdiğinde aldığı cevap gerçek bir teslimiyet şahikasıdır: “Babacığım, nasıl emrolunuyorsan öyle yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulursun”. Böylece baba oğul, hükm-i İlahiye boyun eğip rıza ile teslîm oldular, (bk. es-Saffat, 37/102-103) Candan geçmek zordur. Hele hele henüz hayatın baharında insanın canını Yaratanı uğrunda verebilmesi ancak gönülden teslimiyetle olabilecektir. Süfi de bu anlamda teslimiyet sahibi olmak ve gönlünü gerçek sahibine ısmarlayarak. Yunusleyin:
İsmailim Hakk yoluna
Canım kurban eylerim
diyebilmek durumundadır. Bu yüzden tasavvufta rıza ve teslimiyet manevî makamların en yücesi sayılmıştır. Rıza:
Hoştur bana senden gelen
Ya gonca gül, yahut diken
Ya hıl’at ü yahud kefen
Lütfün da hoş, kahrın da hoş
diyebilme anlayışıdır.
3- Hz. Eyyûb’un Sabrı
Hz. Eyyûb (a.s.) ile sabır kavramı nerede ise özdeşleşmiştir. Kur’an’da sabrın sembolüdür Hz. Eyyub. Amansız bir derde duçar olan bu büyük peygamber, hastalığının Hakk’tan geldiğini bildiği için asla sızlanmamış aksine bunu kendisi için Hakk’a yakınlığa vesile olarak görmüştür,. Nitekim Kur’an’da bu durum şöyle anlatılır:“Eyyûb (a.s.): Rabbına başıma bu dert geldi, sen merhametlilerin en merhametlisisin, diye niyazda bulunmuştu.” (bk. el-Enbiya, 21/83-84) Eyyüb varlıklı ve geniş bir aileye mensuptu. Fakat evinin yıkılması sonucu aile fertlerinin çoğu öldü. Malı mülkü elinden gitti. On yıldan fazla süren ağır bir hastalığa müptelâ oldu. Bütün bu musibet ve sıkıntılara rağmen halinden şikayet eder duruma düşmemek ve takdire rızada sabır göstermek için durumunu Cenab-ı Hakk’a arz etmekten; Ondan sıhhat ve afiyet istemekten bile çekindi. Nihayet esinin ısrarı ile bu kadarcık bir arz-ı halde bulundu. Çünkü sızlanmadan dua ve arz-ı hal caizdi. Hatta Hak Teala’nın hoşuna giden bir durumdu. Bu dua üzerine Allah Teala kullukta daim olanlara bir rahmet olmak üzere onun derdini giderdi ve hastalığına şifa verdi. Hem de ona yeniden geniş bir aile kurmayı nasib etti. Bütün bu olup bitenler sırasında Allah Teala Eyyub’u sabırlı bir kul olarak bulduğunu beyan buyurmaktadır. (bk. Şad, 38/43-44) Eyyub sabrı Hakk yoluna giren salik ve dervişin en büyük destekçisi ve sığınağıdır.
4–Hz. Zekeriya’nın işaretle Konuşması
Tasavvuf’ta “işaret” lafızlar daki mananın derinliğini araştırma yöntemidir. Kur’an tefsin ile hadis yorumunda “İşarî” diye bilinen bir usul vardır. Kur’an’ın Kur’an ve hadis ile tefsirine “rivayet tefsiri”, akli istidlaller, edebi ve lugavi tahlillerle tefsirine “dirayet tefsiri” denildiği gibi keşf ve ilhama dayalı olarak iç manaya nüfuz şeklindeki tefsirine de “işari tefsir” denilir. Bu işaret kavramı, meselelerin remiz ve sembollerle ancak ehlinin anlayabileceği bir platformda tartışıp anlatmaktır. Sufiler bu metodu Zekeriya Peygamber’in bu konudaki durumuyla irtibatlandırırlar. Bilindiği gibi erkek evladı olmayan Zekeriya (a.s.) ilerlemiş yaşında Cenabı Haktan hayırlı bir nesil talebinde bulundu. Hak Teala da onun duasını kabul ile kendisine bir erkek evlat ihsan edeceğini müjdeledi. Bu sefer Zekeriya ihtiyarladığını ve karısının kısır olduğunu düşünerek bunun nasıl gerçekleşeceğini merak etmeye başladı ve evlat müjdesi konusunda Allah Teala’dan bir işaret ve alamet istedi. Bunun üzerine Allah ona: ” senin için bu konudaki alamet, insanlarla üç gün süreyle ancak işaret yoluyla konuşabilmendir” buyurdu. (bk Ali İmran, 3/38-41;
Meryem, 19/7-11)
Tasavvufta açık lafızlarla detaylı anlatımlardan çok özlü ve remizli anlatımlar vardır. “Arife işaret yeterlidir” “Arif olan anlar” “Dil dudak: deprenmeden sözden anlayan gelsin” ifadeleriyle kalpten kalbe olan yolun gözden ve gönülden geçtiği, çoğu lafızların buna tercüman olmaktan aciz düştüğü anlatılmak istenmiştir.”
5– Hz. Yahya’nın garipliği
Tasavvuf yolu genelde gurbet yoludur. Çünkü insanın insanlara karşı olan gurbet ve yalnızlığı Hak’ka gurbet ve yakınlık sonucunu doğurur. Hz. Zekeriya’nın oğlu ve Hz. İsa’nın teyzezadesi olan Yahya (a.s.) genellikle etrafında kendisine inananların azlığı ve milleti tarafından şehit edilmesi sebebiyle garip sayılmıştır. Hz. Yahya kendi vatanında ve kavmi arasında bile garip yaşamıştır, bu garipliğine rağmen doğumunda ölümünde ve dirilişinde daha doğrusu insanın hep yalnız kaldığı demlerde Allah’ın kendisine selam olsun dediği bir peygamberdi o.(bk Meryem, 19/15)
Hz. Yahya’ya atfedilen bu yalnızlık ve gurbet düşüncesi hadis-i şeriflerde de ilgi çekici boyutlardadır. Nitekim bu konudaki bazı hadisler şöyledir. “Kendini bu dünyada garip bir yolcu say “ (Buharî, Rikak, 3, Tirmizi, Zühd, 25, ibn Mace, Zühd 3) ‘İslam garip olarak başlamış, yine o başlangıcındaki garipliğe dönecektir Ne mutlu o gariplere , Yanı o gariplik ve yalnızlık zamanında da imanı seçenlere “ (Müslim, iman, 232) “Garipler benden sonra bozulan sünnetimi ıslaha çalışanlardır” (Tirmizi, iman, 13)
6– Hz. İsa’nın seyahati
Hz. İsa insanları ve özellikle İsrailoğulları’nı tevhide çağırmak ve onları Allah’ın diniyle buluşturmak için çok seyahat eden ve sıkça dolaşan bir peygamberdi. Tasavvuftaki salikleri “seyahat” metoduyla eğitmek bir bakıma Hz. İsa’nın sünnetidir. Seyru sülükte seyahatten başka bir de halvet ve sohbet metotları vardır.
İsa’nın yolculukları sırasındaki Hakk’a tevekkül ve inkıyadı konusunda Tasavvuf kitaplarımızda çeşitli rivayetler yer almaktadır. Nitekim Hücviri der ki: “İsa her şeyden tecerrüd ederek seyahat ederdi. O derecede ki, yanında bir tasla bir taraktan başka bir şey bulunmazdı. Bir kısmın avuçlarıyla su içitiğini görünce tasını, bir başkasının da parmaklarıyla saçlarını taradığını görünce tarağını atmıştı.” (bk Keşfül Mahcûb tercemesi, s. 120) O’nun bu hali masivaya değil,sadece Hakk’a güven duyma konusunda süfilere rehber olmuştur.
7- Hz. Musa’nın Sûf (yünlü) Giymesi
Eskiden yünlü elbise giymek tevazu işareti sayılırdı. Çünkü bugünkü gibi apre ve fıksaj işlemleri ile yünü yumuşatma imkanı olmadığından yünlü elbiseler insanın vücudunu tahriş eder, pamuklu ve ipekliler kadar rahat vermezdi. Sufîler Hz. Musa’nın yünlü giydiği rivayetleri esas alarak Suf giymeyi adet olarak benimsemişlerdi. Nitekim İbn Mes’ud un rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.) buyurmuştur ki “Musa Rabbına mulâkî olup O’nunla konuştuğunda üzerindeki elbisesi, cübbesi, pantolonu ve başlığı hep yündendi” (bk Tirmizi, Libas, 10)
Rabbiyle mülakî olmaya giden bir büyük peygamberin üzerindeki yün libas ananesi Hz. Peygamber ve ashabında da devam etmiş, abid ve zahid kimselerin geleneksel kisvesi haline gelmiştir. Hatta bu yüzden hicri ikinci asırdan itibaren abidler yünlü giyen manasına “süfî” lakabıyla anılmış ilimlerine de aynı kökten “tasavvuf” denilmiştir.
8. Hz. Muhammed (s.a.)’in Fakrı
Daha önce “Fakr” konulu makalemizde (bk. Altınoluk Mayıs 1994) belirttiğimiz gibi “fakr” Hz. Peygamberin sıfatıdır. Çünkü o, “fakirlik medar-ı iftiharımdır” buyurarak Allah’a muhtaç olma bilinciyle kendinde varlık görmemek kendisi için değil Allah için olmak anlamına gelen fakr’ı ihtiyar etmiştir. Hatta “melik nebi” yada “kul peygamber” olmak konusunda muhayyer bırakıldığında kul peygamber olmayı tercih etmiştir. Allah Teala bütün yeryüzünün anahtarlarını kendisine verdiği ve kendisini sıkıntıya sokmamasını, bu hazinelerden güzelce yararlanmasını istediği halde o daima demiştir ki “ilahî, beni bir gün doyur bir gün aç bırak” (bk Heysemi, Mecmau’z – Zevaid, IX, 192)
Hz. Peygamberin yaşadığı ruhî, manevî ve zühdî hayat, onun örneklediği yapıda diğer peygamberlerle de bütünleşerek tasavvuf adıyla ortaya çıkmıştır. Aslında burada sayılan özelliklerin hepsi Hz. Peygamber de bulunmakla birlikte diğer peygamberlerden de teyid edilmiş böylece İslam’ın ve İslam tasavvufunun kemali gözler önüne serilmiştir.