Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Tasavvuf ve Kalb

Altınoluk Dergisi, 1994 – Ekim, Sayı: 104, Sayfa: 031

Kalp, bir şeyin merkezi, ve özü anlamına gelen bir Kur’an kavramı. Lugatte birşeyi tersyüz etmek, değiştirmek veya değişkenlik anlamlarına gelir. Kuran’da ise genelde idrak ve anlama merkezi, düşünme ve kavrama gücü, ya da akıl anlamındadır. Nitekim şu ayetlerde geçen kalb kelimesi bu anlamdadır.

“Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?” (Muhammed, 47/24)

“Şüphesiz bu Kur’an ayetlerinde kalbi (aklı) olan veya hazır bulunup kulak verenler için bir öğüt vardır.” (Kaaf, 50/37)

Kalp iman yeridir. Nitekim Kur’anda iman iddiasında bulunan bedevilerin kalplerine henüz imanın yerleşmediği şöyle bildirilir:“Bedeviler: “İman ettik,” derler. De ki, siz iman etmediniz, ama bari “müslüman olduk” deyin. Çünkü iman henüz kalplerinize yerleşmedi” (el Hucürat, 49/14) Kalbine iman yerleşmeyen insanların kendilerine “Gelin Allah yolunda harp edin” denildiğinde bir takım geçersiz mazeretler ileri süreceklerini bildiren ayet (Ali İmran, 3/167)de bu konuda delildir.

Kur’an’da yaklaşık 140 yerde geçen “kalb” kavramı çeşitli durumları itibariyle mutasavvıfların ilgisini çekmiştir. Fıkıh ve kelam alimleri kavramak ve idrak anlamına, Kur’an’da geçmeyen “akıl” kelimesini tercih edip kullanırken sufiler “kalp” kelimesi üzerinde ısrar etmişlerdir. Sufilerin bu tavrı, ilimlerinin Kur’anî kavramlara bağlılığını gösterir. Sufilerin başlangıçta anlama ve idrak manasında kullandığı bu kavram sonraları daha bir derinlik kazanarak “gönül” anlamında kullanılmıştır.

Sufilere göre kalp aynı zamanda keşf ve ilham merkezidir. Çünkü kalp Hakk’ın tecelligahıdır. Bu anlamda rivayet edilen bir hadisi kudsi bunu teyid etmektedir. “Ben yere ve göğe sığmam ama mümin kulumun kalbine sığarım (bk. Keşfu’lhafa, II. , 195 (2256). Nitekim bir farsça beyitte şöyle denilmektedir.

Kabe bünyad-ı Halîl-i Azer’est

Dil nazargah-ı Celil-i Ekber’est

Kabe, İbrahim Peygamber’in bina ettiği taş bir yapıdır.

Kalp ise Hakk’ın nazargahı ve O’ nun eseridir.

Bu yüzden kalpte dağınıklık ve Hakk’tan başkasına ilgi (tefrikatü’lkalb) sayılır. Kalbin sahibi tekdir. O da Hakk’tır. Çünkü Allah insanda biri Mevla’ya, diğeri masivaya aid olmak üzere iki kalp yaratmamıştır. Nitekim Kur’an’daki “Allah bir adamın göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır.” (el-Ahzab, 33/4) ayeti bu gerçeği anlatır. Kalbin masivaya ilgisi Hakk’a olan meyline perdedir çoğu zaman.

Kalbin sultanına saray olması için şairin dediği gibi belli bir tasfiye; yani temizlik dönemine ihtiyaç vardır:

Sur çıkar ağyarı düden ta tecelli ede Hakk

Padişah girmez saraya hane mamur olmadan

Kalp sevgi ve ilgi merkezi olduğundan sevgide de birlik esastır, çünkü çatal kazık yere girmez. Dünya sevgisi Mevla sevgisine engeldir. Leyla sevgisi, Mevla Sevgisine köprü olduğu sürece makbul ve muteberdir.

Kalb sufilerce genellikle iki manada kullanılmıştır. Birincisi insanın sol memesinin altında çam kozalağını andıran et parçası, ikincisi ise insan bedenine tevdi edilen rabbani ve ruhanî bir latife. Bunun cismani kalp ile de münasebeti vardır. Nitekim Kur’an’daki: “Gerçek şudur ki kör olan gözler değil, göğüslerdeki kalplerdir.” (el-Hacc, 22/46) “Onların kalplerinde hastalık vardır.” (el-Bakara, 2/10) ayetleri buna işaret sayılmaktadır.

İlk mutasavvıflardan Hakim Tirmizi Kur’an’daki sadr, kalp, fuad ve lübb kavramları arasında bazı ilgiler kurarak şunları söylemektedir: Sadr, gözün beyazı, evin sahanlığı, cevizin dış kabuğu gibidir. Her türlü vesvese ve afetin giriş yeri orasıdır. Sadr, ihtiyaç, şehvet, endişe ve sıkıntı gibi duyguların bulunduğu yerdir. Bu yüzden de bazen daralır, bazen genişler. Nefis emmarenin idare makamı orasıdır ve aynı zamanda İslâm nurunun girdiği yerdir. “Allah kimin sadrını İslâm’a açarsa o, Allah’tan bir nur üzere olmaz mı?” (ez Zümer, 39/22) Kalp, sadrın içidir. Gözün karası gibidir. İman nurunun takva, huşu, muhabbet, rıza, yakın, reca, kanaat ve tevekkül duygularının merkezidir. Fuad, marifet, havatır ve rüyetin mahallidir, kalbin ortasındadır. Lübb ise gözdeki görme nuru gibi, tevhid nurunun kaynağıdır.

KALB TASFİYESİ

Tasavvuf tasfiye, kalp temizliğidir. Bazı mutasavvıflar, safveti kalbe verdiği önemi nazarı itibara alarak tasavvufu bu şekilde tanımlamışlardır. Bu tanımlardan bir kaçı şöyledir:

Bişr Hafi (ö. 227/841): “Süfî, kalbini Allah için tertemiz yapan kimsedir.”

Ebü Saîd Harraz (ö. 268/881) “Süfî, Allah’ın, kalbini tasfiye edip nurla doldurduğu kimsedir. Böyle kalbine nur giren kimse zikr-i ilahîden lezzet duyar.”

Cüneyd Bağdadî (ö. 297/909): “Tasavvuf Allah’ın safayı sana has kılmasıdır. Allah’tan gayri herşeyden (masiva) gönlü arındıran kimse gerçek süfîdir.”

Tasavvuf tarifleri içinde tasfiyeyi öne çıkaran mutasavvıflar, sayı bakımından diğerlerine nazaran daha çoktur. Kur’an’da kalbin safvet (kalbi selim) ve kasvet şeklinde birbirine zıd iki vasfından bahsedilmekte, bunlardan biri övülürken, diğeri yerilmekte; kalbin paslanıp kirleneceğine işaret edilmektedir. “Hayır öyle değil, bilakis onların kazanmakta oldukları kötülükler kalplerini paslandırmıştır.” (el-Mutaffifın, 83/14) Hadislerde işaret edildiği üzere işlenen günahlar da kalb üzerinde siyah bir leke oluşturarak kalbi karartmaktadır. Övülen kalp, safvet özelliğine sahip, içinde Allah’tan başkasına yer olmayan “selim kalp”tir. Nitekim: “O gün ne mal, ne evlad fayda verir. Ancak Allah’ın huzûruna selim bir kalple gelenler müstesna.” (eş-Şuara, 26/8889) buyurulmaktadır. Kasvetli kalp ise günah lekelerine bulanmış, kirlenmiş ve kararıp katılaşmış kalptir. “Allah’ın zikrinden uzak kasvetli kalbe yazıklar olsun.” (ez-Zümer, 39/22) Allah Teala, kararan katı kalpleri kayalara benzetir. “Sonra kapleriniz katılaştı da katılıkta taş gibi oldu. Hatta daha da ileri. Taşlardan öyleleri vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır.” (el-Bakara, 2/74)

Kur’an ve sünnette insanın kalbi amellerinin, organlarıyla yaptığı amellere üstünlük arzettiğini gösteren pekçok ifadeler bulunmaktadır: “Allah, sizin suretlerinize ve mallarınıza değil, sîretlerinize, kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 32) “Haberiniz olsun ki insan vücudunda bir et parçası vardır. O iyi ve sağlam olursa vücud da iyi ve sağlam olur. Eğer o kötü olursa vücudun tamamı kötü ve fasid olur. Bilesiniz ki o et parçası kalptir?” (Buhari, İman, 39; Müslim Müsakat, 107) Demek ki kalbin salah ve safveti amellerin sonucuna da tesir ediyor. Bu yüzden Allah Rasulü bir seferinde eliyle kalbini işaret ederek üç defa: ‘Takva buradadır.” (Müslim Birr, 32) buyurdu.

Kalbi takvaya götüren safvet, safveti sağlayan itmi’nan, itmi’nanı temin eden de nafile ibadet ve zikirdir. Çünkü kalp günah lekeleriyle karardığı gibi, tevbe, zikir ve nafile ibadetle arıtılır. Nitekim Kur’an’da kalplerin zikir ve îmanla itmi’nana erdiğine işaret eden ayetler vardır: “Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ın zikriyle itmi’nana erer.” (er-Rad, 13/28)

Kalp tasfiyesi, nafile ibadet ve zikirle yapılan takva hazırlığıdır. Kalp tasfiye edilince daima iyiliğe meyleder bir duruma gelir ki bundan sonra güzel huy ve ameller hiçbir zorlanmaya mahal kalmadan “refleks” halinde insanda yer eder. Ahlakın esası da bu hale ermektir. Böylece ruh safiyeti ve tam bir tehzib sağlanmış olur. Zikrin kalp tasfiyesi ve manevi kemal konusundaki etkisi sebebiyle Muaz b. Cebel’in “En faziletli amel hangisidir?” sorusuna Allah Rasulü: “Dilin zikri ilahî ile ıslak olduğu halde Allah’a kavuşmandır.” (Tirmizi,Deavat, 4) cevabını vermiştir.

Zikir ve nafile ibadet kalbi temizler, helal lokma da kalbin tasfiyesinde etkilidir. Ayrıca “nazar” dediğimiz dış dünyaya açılan bakışlar da kalbin safvet veya kasvetine etki eder. Çünkü gözler kalbin casusudur; Gördüklerini! kalbe aktarır. Bu gelen bilgiler de kalbi çoğu zaman meşgul ederek asli işinden koparabilir. “Nazar ber-kadem” bakışları ayak ucuna mıhlama anlayışı kalp dağınıklığını önler. Kalbin safiyetini koruyarak gerçek sahibine aid olmasını sağlar. Bu yüzden bazıları safvet veya safa ile tasavvuf arasında bir ilgi olduğuna kail olmuşlar ve tasavvufu tasfiye hareketi olarak görmüşlerdir.