Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

İlim ve İrfan İçiçe

Altınoluk Dergisi, 1993 – Aralik, Sayı: 094, Sayfa: 046

ÖZBEKİSTAN NOTLARI 

Özbekistan, Türk Cumhuriyetleri arasında nüfus yoğunluğu, tarihi özellikleri ve tabii güzellikleri açısından en zengini. 447.000 km2 yüzölçümüyle
22.000.000 nüfusa sahip. Ülkede yaşayan yabancıların nüfusu 2.000.000 civarında tahmin ediliyor. Bu durum diğer Türk Cumhuriyetlerine oranla
düşük bir rakam. Özbek olmayan nüfusun ekseriyetini Ruslar ve Yahudiler oluşturuyor. 100 yıla yakın bir süre Rus idaresi altında kalan ülkenin üst
düzey yöneticilerinin ekserisi Rus.

Amuderya ve Siriderya (Seyhun ve Ceyhun) nehirleri civarındaki ovalar, ülkenin tarım havzasıdır. Ülkede pamuk başta olmak üzere her türlü ziraî
mahsul, meyve ve sebze yetiştirilmektedir. Petrol yok ama, zengin doğalgaz rezervleri var.

İslam ve Türk tarihinin ilim ve fikir hayatına ışık tutan büyük şahsiyetler buradan; özellikle Buhara ve Semerkand’dan yetişmiş. Tefsir ve fıkıhta
Ebu’l-Leys Semerkandî, hadiste Buhari, Müslim, Tirmizi ve Nesaî, kelamda İmam Matüridî, tasavvufta Ahmed Yesevî, Abdülhalık
Gucdüvanî, Şah-ı Nakşbend ve Ubeydullah Ahrar, felsefede Farabî ve İbn Sîna hep bu yörelerden.

Eserlerini okuyup millî ve dînî hayatımızda izlerini sıcak bir nefes gibi hissettiğimiz bu ilim ve irfan ricalinin yetiştiği ata yurdumuz Türkistan diyarının bir
parçası olan Özbekistan, bizim için Hicaz’daki Mekke ve Medine ile Kudüs’ten sonra en mübarek mekanlar.

Zaman gazetesinin Hz. Peygamber’in Ebedî Risaleti ve Ahmed Yesevî izlerini birleştiren sempozyumu ziyaret için çok güzel bir vesile oldu.
Geçtiğimiz Haziran ayında bir hafta süreyle “Türk Devletleri Arasında 2.İlmi İşbirliği konferansı” çerçevesinde Kazakistan’ın başkenti Almaata’ya
gitmiş ve çok kısa bir süre Özbekistan’ın başkenti Taşkent’e de uğramıştık. Ancak bu süre bizim asırlık hasretimizi gidermeye ve en önemlisi Buhara
ve Semerkant’ı görmeye yetmemişti. Bu seferki gezimizde Taşkent’ten başka Semerkant ve Buhara’yı da görme imkanına kavuşacaktık.

“Zaman” ile Varlık Turizm’in ortaklaşa düzenledikleri bu gezi, 28 Ekim-2 Kasım 1993 tarihleri arasında beş gün sürecekti. 28 Ekim Perşembe günü
Zaman gazetesi merkez binasında toplandığımızda iştirakçilerin sayısının 330 olduğunu duyunca, ne yalan söyleyeyim, önce ürkmüştüm. Çünkü bu
kadar büyük bir kitleyi yönetmenin zorluğunu kestirebiliyordum. Ancak iyi bir organizasyon, bizi korktuklarımızdan emin eyledi.

Heyetimiz arasında sempozyuma tebliğle veya müzakereci olarak katılan ilim adamlarından başka muhtelif davetlilerle iş ve ticaret adamları vardı.
Özel uçakla seyahatin nimetlerinden bolca yararlandık. Erzurum İlâhiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Sadık KILIÇ’ın okuduğu Kur’an-ı Kerim’in
ardından Ali ULVİ KURUCU Bey’in yaptığı sefer duası, bizleri hac ve umre yolculuğu havasına soktu, duygulandırdı, gözlerimizi buğulandırdı. Onları
izleyen konuşma ve sohbetlerle dört buçuk saatlik yolculuğumuzun nasıl geçtiğini anlayamadık. Ancak Taşkent havaalanına indiğimizde
karşılaştığımız manzarayla önce şöyle bir içimiz burkuldu. Çünkü havaalanında çalışan personelin çehreleri bize adeta bir Rus şehrine geldiğimiz
intibaını vermişti. Pilotlar, askerler, memurlar genellikle Rus. Özbekistan’da yaşayan yabancılar genellikle başkentte toplanmışlar. İdareci sınıf genelde
Ruslardan. Ancak hükümetin yedi yıl içinde bütün vatandaşların Özbekçe öğrenmeyi zorunlu kıldığını, bu süre içinde Özbek dilini öğrenmeyenlerin
resmi işlerde çalıştırılmayacağını duyunca biraz ferahladık. Bir kaç yıl içinde Latin alfabesine geçme hazırlıklarının sürdüğünü söylediler.

Taşkent’te konaklama yerimiz Özbekistan Oteli. Burada bizden başka en çok Amerikalılar ve Batı ülkelerinden gelenlerle karşılaştık . Amerikalılar
genellikle George Town Üniversitesi mezunu, yani papaz. Barış gönüllüsü adı altında misyonerlik faaliyeti yapıyorlar.

Taşkent’e varışımızın ilk sabahı, (günlerden cuma) heyetimizin istikameti Yesi; yani Kazakistan’ın Türkistan şehri. Yesi, Taşkent’e 350 km. mesafede.
Yesevî’nin vaktiyle Timur tarafından yaptırılan muhteşem kabri Türk mimar ve ustaları tarafından restore ediliyor. Engin bir feyzin insanı sıcak bir
yorgan gibi sardığı bu mekanda insan Ahmed Yesevî’nin ufkunu düşünüyor; mürid ve halifelerine. “Gidin Rumeli’ne, gidin Kafkasya ve
Balkanlar’a” çağrısının türbenin duvarlarında yankılandığını hissediyor adeta. Türkistan halkı için Hoca Ahmed Yesevî, “koca pir” ve en önemli
iltica yeri. Komünizmin baskı rejiminde halk teselliyi ondan gelen ılık maneviyat rüzgarlarında aramış ve müslümanlığını o türbeyi seyredip ziyaret
ederek yüreğinde saklamayı bilmiş.

Taşkent’te Halklar Dostluğu Sarayı’nda 30 Ekim Cumartesi yapılacak olan sempozyum, idarî makamların daha fazlasına izin vermeyişi sebebiyle bir
güne sıkıştırılmış. Türkiye’den sekiz, Özbekistan ve diğer Türk cumhuriyetlerinden toplam 22 kişinin bildiri sunacağı ve üç oturumda gerçekleşecek
toplantının bir günde bitirilmesi çok zordu. Hele hele saat 16.00’da salonun boşaltılma şartının koşulmuş olması işi iyice zorlaştırmıştı. Çünkü birde
tebliğlerin tercüme edilmesine zaman ayrılması gerekiyordu. Neyse ki Özbek kardeşlerimizin “Biz Türkiye’den gelen kardeşlerimizi anlıyoruz,
tercümeye gerek yok” sözleri imdada yetişti. Biz de konuşulanların %70-80 kadarını anlıyorduk. Böylece tercümeden sarf-ı nazar edildi.

Devlet protokolüyle başlayan ve Başbakan yardımcısının açtığı toplantı protokol konuşmalarıyla sürdü. Ardından ilk oturum başladı, ilk tebliğler
genellikle Türkiye’den gelen ilim adamlarınca sunulan ve “ebedî risalet” kapsamındaydı. Özbek ilim adamlarının tebliğleri ise daha çok Ahmed
Yesevî, Yesevîlik ve Nakşibendîlik gibi konuları ihtiva ediyordu.

İlk oturum sırasında Özbek türkçesinde bildirinin karşılığının “ma’ruza” teşekkürün “rahmet” buyurunuzun “merhamat” lütfenin “iltimas” olduğunu
öğrendik. Yine aynı konuşmalardan derin alimin “Çukur bilişti kişi” demek olduğunu da anlamış oldu. Özbekistan’dan sempozyuma katılan ilim
adamlarının genellikle “halk şairi” olmaları ilgimizi çekti. Demek ki, mazlum milletlerin ortak kaderi bu, şairleri çok oluyor.

Toplantıya ilgi beklenenin çok üstündeydi. Salon yerli ve misafir dinleyicilerle doldu. Hatta dinleyicilerin çokluğu polisi telaşlandırdı ve gelenlerin bir
kısmı geri çevrildi.

Ahmed Yesevî konusunda Özbek ilim adamlarının tek atıfta bulundukları kaynağın Fuat Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı
eserinin olması, henüz oralarda ciddi anlamda birşeyler ortaya konulamadığını göstermektedir. Ateist maarif sistemi içerisinde Yesevî ve benzeri
maneviyat sultanlarına dair akademik çalışmalara izin vermedikleri belli. Hatta sempozyumun son oturumunu idare eden başkanın daha sonra
Türkiye’den gelen arkadaşlara söylediği sözler çok çarpıcı:”Ben daha önce bu tür konulara safsata nazarıyla bakardım; hiç önem vermezdim.
Ancak bu sempozyumda söylenenler, özellikle Türk kardeşlerimizin bildirileri, beni çok etkiledi ve kanaatimi tashih ettim.”

Sempozyum’da, sonraki iki günümüz, Semerkant ve Buhara gezisine ayrılmıştı. Tahsis edilen uçakla önce Semerkant’a gidilecek ve orada gezilmesi
gereken yerler gezildikten sonra otobüsle Buhara’ya geçilecekti. Orada bir gece konakladıktan sonra ertesi gün Buhara ziyaretleri yapılıp
dönülecekti.

Semerkant, Hz. Osman zamanından beri müslümanların ilgi alanına girmiş kadim bir Türk ve İslam diyarı. Hz. Abbas’ın oğlu Kusem ile, Hz. Osman’ın
oğlu Muhammed’in medfun bulundukları şehir. Sahabî kabirlerinin bulunduğu ‘Şah-ı zinde’ denilen yere Timur tarafından mükemmel türbeler
yaptırılmış, ilk ziyaret yerimiz burası. Ardından Timur’un kabri, Uluğ Bey rasathanesi ile Registan meydanındaki Uluğ Bey medresesi, Tillakarî
medresesi ve diğerlerini vecd ve ibretle gezdik. Son olarak da Nakşîlik yolunun ulularından Fatih’le çağdaş Ubeydullalh Ahrar hazretlerinin kabrine
vardık. Nadir Divan Beğ tarafından yanına bir cami ve medrese yaptırılan bu külliyede iki yıldan beri Kur’an eğitiminin sürdüğünü sevinçle öğrendik.
Büyük ricalin bulundukları mekanlar fonksiyonlarını yeniden icraya başlamış. İmam Matüridî ile Ebu’l-Leys Semerkandî’nin türbelerini zamanımızın
darlığı sebebiyle ziyaret fırsatı bulamadık. Semerkant’a 25 km. mesafede önemli bir merkez daha var. İmam Buharînin türbesi. Buhara emîri tarafından
sürülünce buraya yerleşen imam, burada vefat ediyor. Türbesinin yanına bir cami ve bir medrese inşa ediliyor. Ahrar medresesi gibi Buharî
medresesi de yeniden faaliyete başlamış elhamdülillah.

Buhara’da ilk ziyaret yerimiz, Kasr-ı arifan köyündeki Şahı Nakşbend Muhammed Bahaüddin Buharî. Merhum Cumhurbaşkanı Özal’ın gözüyaşlı
ziyaret ettiği bu feyz menbaını biz de vecd ve coşku ile ziyaret ettik. Ancak usûle uygun ziyaret için önce Hz. Şeyh’in validelerinin biraz ilerdeki
kabrine varmak gerekiyor. Ardından türbe ve tekkesiyle muhteşem külliye. Şahı Nakşbend hazretlerinin huzurunda Ali Ulvi Bey’in yaptığı dua ile
gözlerden boşanan yaşlar, sanki bu mahallin vazgeçilmez özelliği.

Şahı Nakşbend’den sonra şeyhi Emir Külal’in kabristan içindeki mütevazi mezarını ziyaret ettik. Bu bölgedeki gönül sultanlarının mezarlarının üstü
genellikle açık ve kubbesiz, bu yüzden yağan yağmur, doğrudan kabir toprağına iniyor.

Emir Külal’den sonra İsmail Samanî, ardından Özbekistan’ın ve hatta bütün Sovyet Cumhuriyetlerindeki müslümanların 1945 yılından beri açık
yegane din mektebi Mîr-Arap medresesi ziyaretgahımız oldu. Diğer Nakşî ricalinin kabirleri Buhara’nın dışında olduğu için ziyaret imkanımız olmadı.
Sadece Ahmed Yesevî’nin pirdaşı Abdülhalık Gucdüvani’ye uğrayabildik, O’nun kabri de Buhara’dan Semerkant’a giden yolun kırkıncı kilometresinde
Gücdüvan kasabasında.

Özbekistan ve Türkistan bölgesinde en çok ilgimizi çeken husus, bu bölgeden yetişen alimlerin bütün İslam ilimlerinde mütebahhir olmaları ve İslam
mozayiğini tamamlayacak bütün sahalarda yer almaları Tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf ve felsefe ilimlerinde ayırım yapmadan büyük üstadlar
yetiştirmiş bu bölge ayrıca zahir ve batın dengesini çok iyi kurmuş bu bölgenin alim ve arifleri sunîleri son derece şeriat bağlısı. Alimleri de engin
gönüllü. Kelam ilminin üstadlarından Matüridî bile “îmanı ma’rifet ve muhabbet esasına bağlayarak” bu dengeyi koruyor.

Büyük mezarları olan milletlerin, büyük millet olduğunu müşahhas olarak burada gördük. O büyük insanlar, Özbek halkına, ölü sanıldıklarım, ama ölü
olmadıklarını haykırırcasına mesaj vermişler. Halk onlar sayesinde müslümanlığını unutmamış.