Altınoluk Dergisi, 1993 – Mayis, Sayı: 087, Sayfa: 033
Orta boylu, esmer tenli, seyrek sakallıydı. Kaşları çatıktı; fakat yüzündeki ve alnındaki nur, kaşlarının çatıklığına tatlı bir mehâbet kazandırmıştı. Gözü yaşlıydı. Göz pınarlarından akan yaşlar, yanaklarına doğru derin iz açmıştı. Zahiri ve batini ilimlere vukufu sebebiyle “Allame-i cihan” diye anılırdı.
Altın Silsilenin 27. halkası yine Hind diyarından, fakat bu sefer “Serhindi” ailesinden ve İmam-ı Rabbâni soyundan değil. Seyyidliği sebebiyle “Seyyid Nur” diye anılan Muhammed Bedayünî, Delhi’den. el-Hadaiku’l-Verdlyye ve ondan naklen diğer bazı kaynaklar, nisbesini “Bedvanî” diye anarlarken çağdaş araştırmacı Ebu’l-Hasan Nedvî, onun nisbesini “el-Bedayünî” olarak kaydetmektedir. (bk.el-İmamu’s-Serhindî, s. 314, 317)
Nur Muhammed Bedayünî, İmam-ı Rabbâni’nin torunu Seyfeddin Serhindi’nin yetiştirdiklerinden. Dini ilimlerde belli bir merhale katettikten sonra önce Seyfeddin Serhindî’ye, ardından Şeyh Muhammed Muhsin’e intisab etti. Muhammed Muhsin, Muhammed Masum’un önde gelen halifelerindendir. Her iki şeyhten feyz aldıktan sonra otuz beş yıl kadar Delhi’deki Nakşi Müceddidi dergahında hizmet etti. Gönüllere iman heyecanı ve aşk kıvılcımı taşıdı. 1135/ 1722’de vefat etti.
SİYER VE HADİS KİTAPLARI
Gerek sohbetlerinde, gerekse özel mütalaalarında Siyer ve Şemail kitapları ile Hz. Peygamber’in güzel ahlakını ve sözlerini toplayan hadis kitaplarını okumaktan büyük bir hazz alırdı. Okuduklarını sindirmeye ve nefsinde uygulamaya çalışırdı. Sünnet tatbikatına çok düşkündü. Birgün her nasılsa helaya girerken sol ayağını atacakken, dalgınlıkla sağ ayağını atıvermişti. Bu sû-i edebinden dolayı üç gün manevi sıkıntıya düştü. Cenab-ı Hakk’a iltica etti. Üç günden sonra nihayet sıkıntısı zail oldu.
HARAM LOKMA TİTİZLİĞİ
Vera ehliydi, haramdan sakınır, şüphelilere yanaşmazdı. Midesine “haram lokma” girmemesine özel bir özen gösterirdi. Bu yüzden yiyeceği ekmeğin buğdayını bulur, kendi eliyle öğütür, hamuru kendi yoğurur, ekmeği de kendisi pişirirdi. Ekmeği de taze iken değil, bir süre bekletip bayatlattıktan sonra yerdi. Çok yemezdi, belini doğrultacak birkaç lokmacıkla yetinirdi. Bu şekilde nefsini açlığa ve az yemeğe alıştırması sonucu, otuz yıl süreyle adeta gönlünden yiyecek düşüncesi çıkmıştı. Açlık hissettiğinde herhangi bir ayırım yapmadan birkaç lokma atıştırır, onunla yetinirdi.
Kazançlarına dikkat etmeyen dünya ehli zenginlerin yemeklerini yemezdi: “Böylelerinin mallarında haksız kazançlar vardır. Dikkat etmek gerekir.” diye sakınırdı.
Zengin birisinden okumak üzre “emaneten” aldığı kitaplara bile üç gün süreyle el sürmezdi. “Çünkü dünya ehli zenginlerin gönüllerinin karanlığı, o kitapların, ciltlerine ve sayfalarına sinmiştir.” diye düşünürdü. Üzerine böyle manen karanlıklar sinen kitapların tadı bozulur, okuyana vereceği hazz azalırdı.
İstiğrak ve cezbesi yüksek olduğundan on beş yıl süreyle “gaybet” (l) hali yaşadı. Murakabe sayesinde “sahv” (2) haline geldi. Ancak bu daimi murakabe hali de belini bükmüştü.
ZİNA KARANLIĞI
Keramet ve firaset ehli bir zattı. Yetiştirip yerine bıraktığı halifesi Habibullah Mazhar şöyle anlattı:”Şeyhimiz Seyyid Nûr hazretlerinin keşfi çok sağlıklıydı. Başkalarının kafa gözüyle göremediğini kalb gözüyle görürdü. Nitekim bir kere yanlarına giderken gözüm bir kadına takılmıştı. Yanlarına vardığımda bana: “Sende zina karanlığı görüyorum” demişti.
Kızı kaybolan bir kadıncağız, Seyyid Nûr hazretlerine başvurarak:
– Uzun zamandan beri kızım kayıp, mahvoldum. Ne olur bana yardım edin, dedi. Bedayünî şöyle bir murakabeye vardı ve kadına:
– Sen evine git, kızın filan zaman gelecek, dedi.Kadın evine gitti. Şeyhin söylediği zaman kızı çıkıp geldi. Sevinçle ve hasretle yavrusuna sarılan anne:
– Yavrum nerde kaldın, neler oldu? diye sordu.
Kızcağız şunları söyledi:
– Ben çölde kaybolmuştum. Şaşkın bir haldeydim. Yaşlı biri geldi ve bana rehber olup buraya getirdi.
KESKİN ANLAYIŞI
Bostancının, karpuzun olmuşu ile hamını dışından anlaması gibi, kendisine başvuran kimselerin, iyi niyetli olanları ile kendisini tartmak emelinde olanları firasetle farkederdi. Nitekim iki akl-ı evvel, şeyhi denemek üzre yanına geldi. Kendisine intisab etmek istediklerini söyledi. Şeyh ikisini de tepeden tırnağa şöyle bir süzdü ve ardından:
– Siz önce gidin akidenizi tashih edin, ondan sonra halis bir niyyetle inabe isteyin, dedi. İçlerinden biri, tevbe ve istiğfar ile şeyhin dediğini yaptı ve mürid oldu. Diğeri direnip hüsranda kaldı.
Rivayete göre bir afyon satıcısı, Seyyid Nür’un dergahının yanına bir dükkan açtı. Şeyh, bir sohbeti sırasında bu haram ticaretin, hemen dergahın dibinde yapılmasının feyze mani olduğunu söyledi. Müridleri de bu sözler üzerine gidip dükkanı tahrib ettiler. Durumdan haberdar olan şeyh, çok üzüldü ve üzüntüsünü şu sözlerle açıkladı:
– Sizin bu hareketiniz, bizi eskisinden daha çok incitti. Hak, ancak hak ölçüleriyle yerine getirilir. Zararlı ve yasak olan işleri ortadan kaldırmak, mahkemenin ve icranın işidir. Bizim isimiz sadece tebliğ ve irşaddır.
Şeyhin emri üzre müridler, afyon satıcısını alıp şeyhin huzuruna getirdiler. Afyon satıcısına zararın tazmini teklif edildi. Kısa bir konuşma ve feyizli bir nazardan sonra O da herhangi bir şey taleb etmediğini itiraf ile tevbe etti, şeyhin bendeleri arasına katıldı.
-rahmetullahi aleyh-
Kaynaklar: El-Hadaiku’l-Verdiyye, s 200-201; (trc. s. 806-810), el-Envaru’l-kudsiyye, s. 201-202, Adab, s 64, el-İmamu’s-Ser-hindi, s. 314, 317, Başbuğ Velilerden 33, s.315-317
1. Gaybet: Sözlük anlamı “kaybolmak” demektir Tasavvuf kavramı olarak zihin ve kalbin ahiret ve cennet gibi ulvi duygularla meşgul olması sebebiyle kişinin çevresinden ilişkisinin kesilmesi, yanında olan ve konuşulanların farkında olmaması, demektir
2. Sahv “Ayıklık” demektir Gaybet ve sekr halinden kurtulup şuur ve bilinç haline yükselmek, temkin sahibi olmak, demektir