Altınoluk Dergisi, 1990 – Haziran, Sayı: 052, Sayfa: 030
Celvet, bir kimsenin vatanından ve ailesinden uzak düşmesi; kılıç ve ayna gibi şeylerin pasının silinmesi, parlatılması; bir şeyin ortaya çıkması, zahir olması anlamınadır lügatte. Tasavvuf ıstılahında ise “halktan uzaklaşıp tenhada Hakk ile başbaşa kalmak” demek olan halvetle karşıt anlamlıdır. Kulun ilahi sıfatlarla ve güzel huylarla bezenerek halvetten çıkıp halkın arasına karışması demektir.
Halvet ve celvetin birer tasavvufi kavram olarak kullanılması, İbn Arabi’den sonraki döneme rastlar, İbn Arabi’den önceki kaynaklarda “halvet” kavramına rastlanırsa da celvet kavramına pek rastlanmaz.
Halvet ve Celvet, tasavvufî bir makam ve meşreb olarak Hz. Peygamber (s.a.)’in hayatından alınmıştır. Nitekim O’nun Hira Mağarası’ndaki peygamberlik öncesi hayatı halvet, nübüvvetle başlayan ve halkın içinde geçen ondan sonraki hayatı, celvettir. Bu anlamıyla hemen bütün peygamberlerin, büyük velilerin hayatında da halvet ve celvet’i görmek mümkündür. Ancak meşreb açısından bazılarında halvet, bazılarında celvet hali galibtir. Bu meşreb farklılığı sebebiyle bu iki kavram, iki ayrı tarikatın (Halvetiyye ve Celvetiyye) adı olmuştur.
Bir başka ifadeye göre celvet, kalbden bulanıklıkların giderilmesi, gönül aynasının parlatılması ve nûr-i ilahinin kalbi aydınlatmasıdır. Bu hale ermek için, önce bir halvet hayatı yaşayarak insanın riyazatla nefsinin sivriliklerini törpülemesi ve kalbini nefsinin etkisinden kurtarması gerekmektedir. Nefsin sivrilikleri giderilerek salik iyi huy ve sıfatlarla bezenince onun halkın arasına karışması caizdir, hatta yerine göre vacibtir.
“Salah olmadan ıslah olmaz” demişler. Halvet salah içindir. Salah gerçekleşince başkalarını ıslah yolu açılır. Bu da gizli durmakla değil, halka karışmak ve hal yansıması yoluyla gerçekleşir.
Celvet kavramı, Nakşbendîlerde “Halvet der-encümen” olarak ifade edilmiştir: “Halk içinde, fakat tek başına” veya “El kârda gönül yârda” demektir. Bu makama erenler, iç dünyalarındaki fırtınaları dindirmiş, nefsini itminana erdirmiş kimseler olduklarından halk ile meşguliyetleri; dünya işleriyle uğraşmaları onların Hakk ile olan bağlarını koparmaz. Gönülleri bir iç aydınlanması şeklinde daima Rablarından gelen bir nurla parıldar. Kalbleri böyle bir kemale eren ihlas ehli kimselerin sözleri, fiillerinin terennümü ve aynasıdır. Dillerinden dökülen kalplerinde doğan hikmet pınarının damlacıkları, ya da çağlayanıdır. Konuştukları zaman hikmet söylerler. Böylelerinin halveti celvete tercih etmesi caiz olamaz. Ama, nefs canavarına sahip olamayan ve onun zararının ulaşmasına engel olamayana da tavsiye edilecek olan, herhalde celvet değil, halvettir, nefsi hapsetmektir.