Altınoluk Dergisi, 1990 – Mayis, Sayı: 051, Sayfa: 031
Halvetten gaye kalp evini masivadan temizlemek, Hakkı’n sayısız nimetlerini düşünerek gönül halvethanesine Mevla’yı koyup kesrette vahdeti müşahede etmektir.
Çile Farsça “çihil” (kırk) kelimesinden alınmış, Arapça “erbain” karşılığı olan ve “halvet” anlamına kullanılan tasavvufi bir terimdir. Müridin fıtratındaki sivri noktaları törpülemek için yapılan fiilî sabır telkini bir alıştırmadır.
İnsanda kötü huy ve mezmum sıfatların kaynağı sayılan nefsin terbiye ve tezkiye edilmesi hususunda başvurulan riyazat ve mücahede yollarından biri de “çile” ve “erbain” denilen halvet usulüdür. Halvet, tarikata intisab eden salikin muayyen bir zaman sonra şeyhinin gözetiminde tenha, karanlık bir yere (halvet-hane) çekilerek az yemek, az uyumak, suretiyle devamlı ibadet ile meşgul olmasıdır. Halvetin süresi tarikatlara göre üç gün, kırk gün ya da bin bir gündür. En yaygın süre kırk gündür.
Halvet ve çilenin kırk gün olmasının, mutasavvıflara göre Kur’an ve Sünnet’den bir takım mesnedleri vardır. Nitekim Hücvirî Keş-fu’1-Mahcüb adlı eserinde bu kırk günlük sürenin Musa (a.s.) ile ilgili şu ayete istinad ettiğini söyler:
“Musa ile otuz gece (bana ibadet etmesi için) sözleştik ve bu otuz geceye on gece daha kattık.” (el-A’raf, 142). Sühreverdî ise bu ayetten başka şu hadisi de çileye delil sayar: “Kırk gün Allah için ihlasla amel edenin kalbinden diline doğru hikmet pınarları akar.” (bkz. Keşfu’1-hafa, II, 224) Mutasavvıflardan bazıları çile ve halvet ile Peygamberimizin, peygamberliğine tekaddüm eden günlerde Hira – Nur dağındaki hayatıyla bir ilgi kurmak istemiştir. Çile ve halvet ile i’tikaf arasında da bir benzerlik söz konusudur. Çile için muayyen bir zaman ve mekan olmamakla birlikte kırk gün sürebilir.
Halvet ve çile ile yakın anlamlı bîr kelime daha vardır: Uzlet. Uzlet, halkın arasından süresiz çekilip münzevî bir hayat yaşamaktır. Bir başka ifade ile uzlet, maddi varlık olarak insanlar arasından uzaklaşmaktır.
Halvetten gaye kalb evini masivadan temizlemek, Hakk’ın sayısız nimetlerini düşünerek gönül halvethanesine Mevla’yı koyup kesrette vahdeti müşahede etmektir.
Halvet ve çile riyazat ve mücahede ile iç içe olduğundan çilesini seyahatle tamamlayan ve ömrünü çile ile geçiren mutasavvıflar eksik değildir.
Tasavvufî kaynaklarda halvet ve çileye ilk devirlerden itibaren yer verilmiş, Gazzalî ve benzeri mutasavvıflar, uzlet ve halvetin fayda ve zararları konusunu büyük bir titizlikle tespite çalışmışlardır. Gazzalî, halvet ve uzlet sayesinde dilin, dile ait afetlerden uzaklaşacağını; kalbin riya ve süm’a (başkaları duysun diye) gibi manevî hastalıklardan korunacağını, zühd ve kanaat alışkanlığı kazanacağını; kişinin kötü kimselerle ülfet etmekten kurtulacağını; ibadet ve zikre ayrılacak zaman artarak insanın belli bir itmî’nana ereceğini; kin ve düşmanlık duygularının son bulacağını ve Allah’a yakınlık vasatının ortaya çıkacağını ifade etmektedir.
Tarikatların teşekkülünden sonraki dönemde kaleme alınan Sühreverdî’nin Avarifü’l Maarif adlı eserinde halvet ve çileye genişçe yer verilmiş, şartları ve adabı tesbit edilmiştir.
Sühreverdî’den sonra muhtelif tarikat şeyhlerinin yazdıkları eserlerde “çile” ve halvete dair verilen bilgiler genellikle bu eserden aktarmadır. Sadece farklı tarikatların değişik bazı uygulamaları zaman içinde ortaya çıkmıştır. Mesela mevlevîler, çileyi rıza kelimesinin ebced hesabıyla tekabül ettiği sayıyı esas alarak bin bir gün olarak kabul etmişlerdir. “Çile” bütün tarikatlarda şeyhin denetiminde ve belli şartlarına uyularak yapılır. Şartların yerine getirilmemesi halinde çile bozulmuş olur. Bu “çile kırmak” diye ta’bir edilir. Çile kıranlara da “çile kırgını” denilir. Şeyhin emri ile çileye giren ve izinsiz tekkeden ayrılmadan bin bir günlük süreyi dolduranlara “çile çıkardı” derler, “dede” unvanı verirlerdi. Çile esnasında mürid, şeyhi tarafından pek çok sınamalardan geçirilir ve bu suretle nefsin ıslahına çalışılırdı. Çile ile eş anlamlı olarak kullanılmakta olan halvetin bir değişik manası da “Halvet der-encümen”dir. Bu terim, halk içinde Hakk ile beraber olmak, zahiren dünyevî bir işle meşgul olurken bile kalbin Allah ile meşgul bulunması demektir. Halkın “El kârda gönül yar’da” dediği budur.
Kaynaklar: Ebu Nasr es-serrac, el-Lu ma; Leiden 1914 (nşr. Nickholson), s.207-208; Kuşeyri. er-Risale, Kahire 1973,1. 298-304; Hucviri. Keşfu’l-Mahcub, Kahire 1975, II, 569; Gazzali. İhyau Ulumi’d-din, Kahire (isa el-Babi el-Halebi neşri) II. 222-242; Ebu Hafs Ömer es-Sühreverdi, Avari’l-Maarif, Beyrut 1966, s. 207-237; Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlana’dan Sonra Mevlevîlik, s. 391-396.