Altınoluk Dergisi, 1990 – Nisan, Sayı: 050, Sayfa: 018
Recep, Şa’ban ve Ramazan… Regaib, Mi’rac ve Berat ile yoğunlaşan bir dînî hayat. “Recep Allah’ın, Şa’ban Rasûlullah’ın, Ramazan ise ümmetin ayı” Müslüman, bu feyiz ve nur aylarında kesif bir kulluk ortamına hazırlanıyor. Tıpkı yaratılışındaki tdricle, kesafetten letafete doğru yol alıyor. İnsanın varoluşu, latif bir varlık olan ruh ile başlıyor. Beden dediğimiz kesafete bürünerek dünyadaki fonksiyonunu üstleniyor insanoğlu. İbadet ve riyazet temposu içinde bu dünya kesafetini dağıtıp İslam’ın latif dünyasına ulaşmaya çalışıyor. Bu manevî yükselişin en hızlı seyrettiği, bütün mü’minleri bahar tazeliği ile saran mevsim, üç aylardır.
Üç ayların gelişiyle ibadet dünyasını zenginleştiren, oruç ve benzeri nafile ibadetlerle manevî yükselişi sağlamaya çalışan mü’min, Ramazan ayının son on gününde i’tikaf dediğimiz halvetle tam bir konsantrasyona (kesafete) erer. Üç aylar bir bakıma, Kur’an gecesi olan ve Kur’an diliyle “bin aydan hayırlı” sayılan Kadir gecesine hazırlık ve manevi temizlik, ruhî yüceliş ve yükseliş günleridir.
Kur’an’la peygamberlik görevine başlayan Yüce Rasul’ün peygamberlik öncesi Hira mağarasına çekilip vahy-i ilahîyi telakki etmeye hazırlanması gibi, müminler Ramazan’ın son on gününde yine O’nun sünnetine imtisal ile î’tikafa girerler ve adeta yeniden Kur’an’ın vahiy tazeliğini yaşarlar.
İ’tikaf, cuma namazı kılınan bir mescidde ibadet kasdıyla belli bir süre bulunmak demektir. Vacip, sünnet ve müstehab olmak üzere üç tür i’tikaf vardır. Vacip olanı, adak yoluyla olanıdır. Sünnet olanı Ramazan’ın son on gününde camide yapılandır. Müstehab olanı ise gayr-i muayyen zamanlarda camide itikaf niyetiyle en az suphanallah diyecek zamandan biraz daha fazla bulunmaktır.
Bizim üzerinde duracağımız Ramazan’da yapılan ve Peygamberimiz’in Medine hayatı boyunca vefatı senesine kadar terk etmediği itikaftır. Bunun yapılmasının fıkhî hükmü kifaye yoluyla müekked sünnettir, î’tikafa girecek kimsenin, aklı başında ve temiz olması, itikafın mescidde ve o hükümde bir yerde yapılması gerekir. Kadınlar ise evlerinde mescid hükmüne koydukları bir oda veya bölmede i’tikafa girebilirler.
İ’tikafın mescid ve camilerin büyükleri ve efdal olanlarında olması faziletini artırır. Harem-i şerif, ya da beldenin en büyük camisi bu iş için en uygun mekandır.
İ’tikafa giren kimse bir bakıma dış dünya ile irtibatını kesmiş, kendini ibadete, Kur’an tilavetine, zikir ve fikre vermiştir. Boş söz söylemekten, boş lakırdı etmekten sakınır i’tikafta bulunan kimse. Temiz libaslar içinde güzel kokular sürünerek oturur, kadınlarla ihtilaftan hanımına yaklaşmaktan uzak durur, abdest tazeleme gibi meşru bir sebep olmadıkça mescidden dışarı çıkmaz. Çünkü meşru bir mazereti olmayan kimsenin mescidden dışarı çıkması, i’tikafı bozar, î’tikafa giren kimse, kullanacağı eşyalarını fazla yer işgal etmeyecek tarzda yanında getirir ve orada yer, içer ve yatar.
Hayatını mescide bağlayan bir itikat ehli, adeta ihtiyacı giderilinceye kadar büyük bir zatın kapısında bekleyen ve ısrarla dileğini tekrarlayan kimseye benzer, insan, dünyanın her türlü aldatıcı, çarpıcı süs ve alayişinden uzaklaşma imkanı bulur. Gözünü gönlüne çevirme, kalbinin ve vicdanının sesini duyma fırsatı elde eder. Oruçla birlikte incelen cesedini, saflaşan ruhunu yaratılışının sırrına yönlendirme zeminine kavuşur.
Çoluk-çocuğun ihtiyaçları, nefsin bitmek tükenmek bilmeyen arzu ve istekleri, on günlük bir süre ile de olsa, meşgul etmez onu artık. Allah’ın evi olan mabedde. Allah’ın nazargahı olan gönlünü arıtmaktır onun işi. Kadirle birlikte inen gufran ve rahmet damlalarını yudum yudum içer, susuzluğunu kandırır. Kadir gecesinin kadrini anlama bahtiyarlığını elde etme imkanı bulur. Sığındığı manevî kalede şeytanın askeri olmamak için planlar yaparak yaklaşan ölümü hazırlıkla karşılamanın yollarını arar.
İ’tikaf denilen Ramazan Halveti sayesinde kalb nurlanır, zihin durulur. Nefis belli ölçüde gemlenir. İ’tikaftan çıkan kimsenin yüzünde kulluk ve ibadet parıltıları görülür.
İ’tikaf bir halvettir; yani sevgili ile baş başa kalmadır. Onunla yalnız görüşmedir, O’na yakılıp yanmadır. Tasavvuf ricali, Hz. Peygamber’in bi’set öncesi halvetiyle, Ramazan i’tikafını ve Musa Peygamber’in kırk günlük Tür-ı Sina’da Rabbı ile olan mülakatını esas alarak erbain ve çile denilen eğitim usulleri geliştirmişlerdir. Mescidlerin dışında da yapılabilen ve kırk gün kadar süren halvetler, aslında şekil bakımından itikafa benzer. Ancak halvetin mürşid kontrolünde olması esastır.
Şüphesiz herkesin Ramazan’ın son on gününde i’tikafa girmesi istenmemiştir. Bu yüzden i’tikafın fıkhî hükmü sünnet-ı kifayedir; yani bir beldede bir kişi de olsa itikafa giren bulundukça, diğerleri onun bereketiyle bu sünnetin icra edilmemesinden mes’ul olmazlar. Ama insanın Rabbı ile baş başa kalma bahtiyarlığına ömürde bir kere de olsa ermesi her halde unutulmaz bir lezzet, tarif edilmez bir haz, yaşanmakla anlaşılacak bir zevk olsa gerektir.