Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Cezbe

Altınoluk Dergisi, 1990 – Mart, Sayı: 049, Sayfa: 031

Bir şeyi çekmek, çekiş anlamına gelen cezbe, tasavvufta Hakk’ın kulu kendine çekmesinden meydana gelen bir haldir. Cezbe. Allah’ın kula ihsanı olduğundan, kulun elinde değildir. Allah’ın sevdiği kulu, kalbinden perdeyi kaldırıp çalışma ve gayreti olmadan yakîn nuru ile kolayca manevî makamlara yükseltmesidir. Böyle bir cezbe, kulda istikamet ve ibadet arzusu doğurarak bela ve musîbetlere sabretme gücü kazandırır. Kul ruhî cezbeyle hakikatin kaynağını bulur. Allah’ın dışında herşeyi unutarak kendinden geçer, kulluğundan habersiz hale gelir, vecd ve istiğrak halini yaşar. Cezbe, halk arasında aklın baştan gitmesi anlamına gelen cinnetle aynı anlamda kullanılırsa da yanlıştır. Cezbe başka, cinnet başkadır. Meczûb ile mecnun da ayrı ayrı şeylerdir.

Süfîler: Kur’an’daki “Allah dilediğini kendine çeker” (eş-Şûra (42), 13) ayetini ve bazı kaynaklarda hadis olarak zikredilen “Allah’ın kula olan cezbesi, iki cihan halkının amellerine denktir.” sözünü cezbeye delil sayarlar.

Hakk’ın kulu kendine çekmesi cezbe, bu cezbeyle kulun Allah’a yönelmesi aşktır. Nitekim mutasavvıflara göre, Hz. Peygamber’i öldürmeye giderken eniştesinin evinde duyduğu Kur’an sesiyle imana gelen Hz. Ömer’in haliyle, sultan iken avlandığı bir sırada üç defa peşpeşe: “Sen bunun için mi yaratıldın?” sesini duyarak sultanlığı bırakan İbrahim b. Edhem’in tevbesi cezbeye örnektir. Böyle bir cezbeye tutulanlara, Allah Teala iç hallerini göstererek, nefs ve dünyadan uzaklaştırır, zat-ı ilahîsine yaklaştırır. Bu anlamıyla cezbe, peygamberlerin ve velilerin sıfatıdır; kabiliyyet ve istidat işidir; “kalb-i selim”e kavuşmada bir yoldur. Yunus “Cezbe-i aşk olmayınca neylesin şeyhim beni” derken buna işaret etmek istemiştir.

Sohbet, zikir ve sema meclislerinde kalbinde meydana gelen varidata dayanamayarak kendinden geçen, bağıran, gayr-ı ihtiyarî sıçrayıp nara atan kimselerin davranışlarına da cezbe adı verilmektedir. Türkçe’deki cezbelenmek, cezbeye gelmek, Hayy veya Hu deyip bağırmak gibi kavramlar, bu tür cezbe için kullanılır, ilk tasavvufi kaynaklarda vecd olarak ifade edilen, zikir ve sema konularıyla birlikte anlatılan bu tür hareketlere Türkçe’de “cezbe” adı verilmektedir. Yukarıda anlatılan asıl cezbe ile, Türk Halk Tasavvufu’nda, “vecdin dışa yansıması” anlamındaki cezbe, birbirinden farklıdır. İlk süfîlerden itibaren mutasavvıflar bu anlamdaki cezbe ve hareketleri muteber saymazlar.