Altınoluk Dergisi, 1989 – Ekim, Sayı: 044, Sayfa: 029
Adı Semnun bin Hamza, künyesi Ebu’l-Hasan ve Ebu’l Kasım. Nisbesi el-Bağdadi, lakabı el-Havvas. Aslen Basralıdır; fakat Bağdat’ta yaşadı ve orada öldü. Seriy es-Sakatî, Muhammedi bin Ali el-Kassab ve Ahmed el-Kalanîsî’nin sohbetlerine katıldı. Cüneyd ve Ruveym île çağdaş ve pirdaş. Sevgi ve aşk konusunda söz söylemesi ve muhabbeti marifete tercih etmesi sebebiyle muhibb, aşık ve mecnun lakaplarıyla da anılır. Vefatı hicri 310, miladi 922 yılıdır.
Tasavvuf tarihimizde haşyet ve korku yolunu tutan ve Hakk’ın celalinden, gadab ve ikabından korkarak gözyaşı döken süfiler ve veliler bulunduğu gibi, Hakk’ın cemaline aşık, gönül erleri vardır. Birinci grubun en önemli ismi Hasan Basri hazretleridir. İkinci grupta temayüz edenlerin ilki de Rabiatü’l-Adeviyye’dir. Semnun ikinci grupta yer alan gönül sultanlarındandır.
Muhabbet ve aşk-ı ilahî konusunda iddialıydı. Bu yüzden bir defasında: “ilahî, benim için senden gayrı hazz ve nasib yok. Beni dilediğin şekilde sına!” dedi. Li-hikmetin derhal idrarı tutuldu. Onbeş gün kadar küçük abdeste çıkamadı. Acıyla kıvranıyor, cami cami, mektep mektep dolaşarak şifa için dua taleb ediyordu. “Rıza, sevgi ve sabır konusunda yalancı bu kardeşimize dua edin” diyordu. Nihayet şifa buldu. Fakat kendince lakabı “kezzab” (yalancı) oldu.
Semnun kibar ve zarif insandı. Bir şeyi anlatabilmek için ondan daha ince ve güzel bir şeyle misal getirmek lazımdır, derdi. Sevgi ve aşkı anlatabilmek için ondan daha güzel ve ince ne bulunabilir ki onunla misal getirilebilsindi. Bu yüzden sevgiyi sözle anlatmak mümkün değildi. Çünkü söz konuşanın sıfatıydı. Aşk ve sevgi ise sevgilinin.
-Tasavvuf nedir? diye soranlara derdi ki:
Tasavvuf hiçbir şeyin sana, senin de hiçbir şeye malik olmamandır, Ne melîk, ne de memlük olmandır
Onun anlayışına göre Allah ile olmanın adabı, kişinin huzûr-i İlahide kendisini aciz, zayıf, fakir ve hiç olarak görmesiydi.
Vuslat ve hicranı şöyle açıklardı. Kulun Hakk’a vuslatı nefsten kopmakla, Hak’tan hicran ve uzaklaşması nefse yaklaşmakla başlar. Yani nefse yakınlık Hak’tan uzaklaşma, Hakk’a yakınlık nefsten kaçmadır.
Allah Rasülü’nün “kişi sevdiği, muhabbet beslediği kimseyle beraberdir.” hadisine dayanarak “dünya ve ahiretin şerefini, seven ve muhabbet ehli kimseler toplayıp götürdü, çünkü onlar daima Allah ve Rasülü ile beraberdirler” derdi.
Gerçek fakiri (fakir-i sadık) şöyle tanımlardı: “Cahilin zenginlikten hoşlandığı gibi, yokluktan hoşlanan ve yine cahilin fakirlikten ürktüğü gibi zenginlikten ürken ve malın kendisini azdırıp kulluğuna engel olmasından korkan, Hakk’ın taksimine razı olandır” Kendisi de hep fakir olarak yaşardı. Zengin sahabîlerin zekat ve hac ibadetlerine özenen fakir sahabiler gibi Bağdat çarşısında fakirlere dörtbin altın dağıtıldığını duyunca çok sevindi. Kendisinin maddi imkanı olmadığı için yerine dörtbin rek’at nafile namaz kıldı.
Abbasî vezirlerinden Gulam Halil, diğer süfilerle olduğu gibi Semnunla da çok uğraştı. Semnun’un itibarı artıp sevenleri çoğalınca Gulam Halil onu kıskandı. Bu arada servet sahibi bir kadın belki de Gulam Halil’in teşvikiyle Semnun’a musallat oldu. Kendisiyle evlenmesini istedi. Semnun kendisine yüz göstermeyince Cüneyd’i aracı yapmak istedi. Cüneyd, aracılığı kabul konusunda kadına yüz vermeyince o, Gulam Halil’e gitti ve Semnun’u kendisiyle zina etti, diye şikayet etti. Gulam’ın eline yıllardır beklediği fırsat geçmişti. Durumu Halifeye anlattı ve Semnun’un idam edilmesine ferman çıkarttı. Halife celladı çağırdığında bir türlü konuşmaya ve fermanı tebliğ etmeye muvaffak olamadı. Dili tutulmuştu Halife’nin. O gece rüyasında kendisine “Mülkünün sona ermesi,Semnun’un ölümüne bağlıdır. O’nu öldürürsen mülkünü yok bil!” denildi. Sabahleyin derhal Semnun’u çağırtıp özür diledi. İzaz ve ikramlarda bulundu. Daha sonra Gulam Halil de ettiğini buldu ve ömürünün sonunda cüzzam hastalığına tutuldu.
Semnun kemal çağına gelip yaşı ilerleyince sünnete imtisal arzusuyla evlenmek istedi. Bir genç kızla karşılaştı. Gönlünde ona karşı bir ilgi ve sevgi duydu. O sevginin gönlünde kımıldadığı günlerde bir rüya gördü. Kıyamet kopmuş, her kavim ve millet bir sancak etrafında toplanmıştı. Bu sancaklardan birinin nurunun Arafat’ı tuttuğunu görünce “Bu sancak kimlere aiddir?” diye sordu. Denildi ki: Bu sancak Allah’ın kendilerini, onların da Allah’ı sevdiği muhiblerindir” (el-Maide, 54) Semnun hemen kendisini onların arasına atmak ve muhibler arasındaki yerini almak istedi. Fakat buna izin verilmedi. Sebebini sorduğunda, bu sancağın muhiblerin sancağı olduğu kendisinin o genç kıza ilgisinin artmasından bu yana muhibler defterinden silindiği söylendi. Semnun bu cevabdan son derece müteessir oldu. Yine rüyasının devamında: “Allah’ım, bu kız benim maneviyat yolumu kesecekse o engeli yolumdan kaldır.” diye dua etti. Uyandığında bir çığlık koptu ve kızın damdan düşüp öldüğü haberi duyuldu.
Aşk ile belanın birlikte bulunmasının hikmetini kavrayamayanlara, “Aşk bela iledir, çile iledir; çünkü öyle) olmasa her serseri aşk iddîasına kalkışır.” derdi. Aşkın bela ve ibtila ile olgunlaşacağını söylerdi. Nitekim altın da kuyumcunun ateşi ve çekici altında yanıp ezildikten, sonra değer kazanırdı. Enbiya ve evliyanın sık sık musibete uğraması bu yüzdendi.
– rahmetullahi aleyh-
Kaynaklar: Sülemî, Tabakatu’s-süfiyye, s. 195-199; Hilyetü’l evliya, X, 309?312; Sıfatu’s-safve, II, 426-428, Kuşeyrî, er-Risale, l, 133-134; Keşfu’l-mahbüb, l, 248-250; Tezkiretü’l-evliya (trc, S. Uludağ), s. 545-548; Nefehatü’l-üns (trc. Lamiî Çelebi), s. 152-154; Şaranî, et-Tabakatü’l-kübraa, l.76; el-Kevakibûddürriyye, l, 236-237