Altınoluk Dergisi, 1989 – Eylul, Sayı: 043, Sayfa: 032
Kısa Çizgilerle Hayatı
Hocamız 1916 Kayseri doğumlu. Kirazzade Hoca Ahmed Efendi’nin oğlu. Ticaretle uğraşan babasının işi gereği aile, zaman zaman İstanbul’da ikamete mecbur kaldığından hocamız, ilk ve orta tahsilini kısmen İstanbul’da, kısmen de Kayseri’de tamamladı. Yüksek tahsilini İstanbul’da Mühendislik Mektebi’nde (İTÜ) bitirdi (1946). Tahsilini tamamladıktan sonra bağlısı bulunduğu mürşidi Ramazanoğlu M. Sami Efendi hazretlerinin kerimesiyle evlendi. Adana’ya yerleşti. Vatanî görevini yaptıktan sonra bir ara Karayolları ve diğer bazı özel ve tüzel kuruluşlarda mimar-mühendis olarak çalıştı. 1951 yılında kayınpederi ve ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi. İstanbul’da 1952-1953 yıllarında Dr. Ali Kemal Belviranlı ile birlikte İslamın Nuru adlı dergiyi çıkardı. Bu dergide fiilen çalıştığı gibi, gerek kendi adıyla, gerekse nam-ı müstear ile yazılar,şiirler yazdı. 1953 yılında H. Sami Efendi’nin ardından Şam’a hicret etti. Orada altı ay kadar ikamet edip İstanbul’a döndü. O tarihten Medine’ye hicretine kadar (1979) İstanbul’dan ayrılmadı.
1959 yılında Süleymaniye Camii’nin onarımı sırasında şantiye şefi oldu. O’nun klasik Osmanlı mimarîsine ilgi ve merakı, bu görevle kemale erdi. 27 Mayıs ihtilaliyle birlikte görevine son verildiyse de, o Süleymaniye’den aldığı mimarî zevk ve üslubu kendi imkanları ölçüsünde gergefe motif işleyen sanatkar gibi, vatan sathına işlemeye ve yaymaya çalıştı.
1962 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne “İslam Sanat Tarihi” hocası olarak tayin edildi. Bir ara Işık Mühendislik Özel Yüksek Okulu’nda Sanat Tarihi okuttu. 1971 yılında TBMM Millî Saraylar baş mimarı oldu. İstanbul’da bulunan dokuz saray ve kasrın imar sorumluluğunu üstlendi. 1977 yılında emekli olan hocamız aynı yıl, sevdiği bazı dostlarının ısrarları üzerine, aktif politikadan pek hoşlanmadığı halde, Kayseri’den milletvekili adayı oldu. 1979 yılında mürşidi ve kayınpederi M. Sami Efendi ile birlikte Peygamber şehri Medine’ye göçtü. Mekke-Ümmü’l-kura Üniversitesi’ne bağlı Hac Araştırmaları Merkezi’nde “uzman mimar” olarak on yıla yakın hizmet gördü. Ravza-i Mutahhara’nın onarımında fiilen çalıştı.
Son yıllarda şeker hastalığına mübtela olan hocamız, yirmi gün Medine’de hastanede yattıktan sonra 19 Temmuz 1989 Çarşamba günü saat 12.10’da Hakk’ın vasi rahmetine kavuştu. Hacdan dönen on binlerce cemaatin kıldığı cenaze namazından sonra Sevgili Peygamberimiz’in beldesinde, Cennetü’l-bakî’nin kıble cihetine, defnedildi.
Hocamızın muhtelif gazete ve dergilerde çıkan şiir ve makalelerinden başka, İstişare adıyla yayınlanmış üç eseri, yayınlanmamış ve Arapça’ya tercüme edilmiş İslam Sanat Tarihi ders notları vardır. Yurt içinde ve yurt dışında hemen ikiyüze yakın cami projesine imza atan hocamızın adı, eserleri ve sayısız hizmetleriyle ebediyete kadar yaşayacaktır inşaallah.
YETİŞME ÇAĞI
Hocamız gerek babası H. Ahmed Efendi ve gerekse annesinin babası Ömer Efendi tarafından hocazade olduğundan ilim muhîtinde doğup büyüdü. İlk dînî ilimleri babasından öğrendi. Küçük yaşlarından itibaren Kur’an okumaya olan iştiyakı, musikî ve ilahîye olan merakı sebebiyle aile muhitinde “Hafız” lakabıyla çağrılırdı. Belki de bu psikolojinin etkisiyle hafızlığa başlayıp onuncu sayfaya çıktı ve yarım hafız oldu.
Liseyi bitirdikten sonra dînî ilimlere olan merak ve ilgisi daha da arttı. “Hoca” olmak istiyordu. Ancak o günün Türkiye’sinde medreseler kapandığı ve başka bir suretle de İslamî ilimlerin tahsili mümkün olmadığı için Mısır’a gitmek ve Ezher’e girmek arzusuna kapıldı. Fakat resmî yoldan bu da mümkün olmamıştı. Hocamız, o günlerde Mühendislik Mektebi’nde sakallı olarak asistanlık yapmakta olan eski Beşiktaş müftüsü merhum Fuad Çamdibi Hoca’nın teşvikiyle Mühendislik Mektebi’ne girdi.
Mühendislik Mektebi’nde talebe iken imanlı gençleri bir araya getirip onlarla meşgul olmak, İstanbul’da Osmanlı’dan kalan ulema ve meşayıhı ziyaret etmek onun en büyük zevkleri arasındaydı. Elmalılı Hamdi Efendi, Fatih İmamı Ömer Efendi, Bekir Haki Efendi, Ömer Nasuhi Efendi, Ali Haydar Efendi, Tahîr Efendi, onun sıkça ziyaret ettiği hocalar arasındaydı. Sosyal faaliyetleri ona fakülteyi zamanında bitirme imkanı vermemişti. O günün üniversitesinde okuyan imanlı gençliğe “Ömer Ağabeylik” yapmak ona talebelikten daha cazip gelmişti.
İlim ve sanat ehli, şair kimler varsa hocamız onların hepsini ziyaret eder, nasihat ve tecrübelerinden istifadeye çalışırdı. Elmalılı Hamdi Efendi’ye aid şöyle bir hatırasını sık sık anlatırdı. Bir ziyareti sırasında Elmalılı Hamdi Efendi’ye: “Başka ziyaret edilmesini tavsiye ettiği adam bulunup bulunmadığını” sormuş, Hocada: “Siz adam arayıp duracağınıza kendiniz adam olsanıza” deyivermişti.
Değişik meşreb ve meslekteki pek çok insana sevgi ve saygı göstererek hizmetlerinin yaygınlaştırılmasına yardımcı olmak Hocamızın şahsına has özelliklerindendi. Ali Nihad Tarlan’dan Süheyl Ünver’e, Kemal Edib Bey’den Mahir Hoca’ya, Sadeddin Kaynak’a varıncaya kadar pek değişik yapıdaki kimseler onun dostları arasındaydı.
ŞAHSİYETİNDEN ÇİZGİLER
Hocamızı tanıyanlar gayet iyi bilirler ki o bir ümit ve sevgi çağlayanıydı. “Celal içre Cemali arardı.” Yani en zor şartlarda, en kötü durumlarda ümidini asla yitirmez, ye’se kapılmazdı. Küçük bir müjde onun gözünde devleşir, kötü bir haber onu ürkütmezdi. En kötü şartlarda ve sıkı zamanlarda bile münkesir olmazdı.
“Niyyet hayır, akıbet hayır” sözü onun iz bırakan ve ruh halini yansıtan en güzel sözlerinden biriydi.
Heyecanlı ve duyguluydu. Konuşurken anlattıklarını yaşar, içindeki yanan ateşin buharı gözlerinden yaş olarak dökülürdü. Konuşurken gözlerini yumar, muhatabına ayrı bir alemde göz açtırmak istercesine gürlerdi.
Celalliydi, haksızlıklara ve münasebetsizliklere hemen kızar, fakat kızması uzun sür-mezdi. Asla kin tutmazdı. Kendisine yapılan iyiliği hiç unutmazdı. İltifat etmekten ve iltifat edilmekten hoşlanırdı.
Sohbeti, yarenliği, yolculuğu, özellikle de gece yolculuğunu pek severdi. Konuşmaktan ve dinlemekten yorulmaz, konuşurken dinleyicisini sıkmamaya özen gösterirdi. Ya bir şiir, ya bir fıkra ve hikaye ile dikkatleri yenilemeye çalışırdı.
Spor, musikî ve şiir küçüklüğünden beri onun ilgi alanıydı. Gençliğinde ata biner, ava gider, güreş yapar, yüzerdi. Erciyes’in zirvesine iki defa tırmandığını heyecanla anlatırdı. Flüt ve ney üfler, ilahî okur, şiir yazardı. Musikî ve makam bilgisi kadar, edebiyat ve şiire de ilgisi vardı. Mehmed Akif ve İkbal, hayran olduğu iki büyük dava adamı ve şairdi. İkbal’in şiirlerine nazire yazar, düşüncesine ilgi duyardı. Şiir onun gözünde mahza sanat olmaktan çok davasına bir vasıta idi. “En kötüye en çok faydalı olmak ve onu düştüğü bataklıktan tutup çıkarmak” için bir araçtı.
“Te’lif-i beyn etmek”; dargınları barıştırmak, kırgınları uzlaştırmak, eşler arasındaki ihtilafları yatıştırmak, ihvanı kaynaştırmak onun en sevdiği ve zevkle yaptığı hizmetlerdendi.
“Kötü şeye vesile olmayın” diye çevresindekilere nasihat eder, kötü haber veren, hayır söylemez olmamayı öğütlerdi. Dışardan geldiğinde kayınpederi ve şeyhi M. Sami Efendi’ye bilgi verirken daima olayların iyi ve güzel taraflarını, sevindirici yanlarını anlatır, üzücü olanlarını eğer mutlaka söylemek gerekiyorsa yuvarlak bir cümleyle geçiştirir, ya da hiç söylemezdi.
İslamın geleceği konusunda daima ümidli ve iyimserdi. “Fütuhat var, çok güzel gelişmeler çok güzel günler geliyor” gibi sözler onun bu konudaki îman ve heyecanının simgeleriydi.
Dostlarını ve talebelerini hayra ve hizmete teşvikten, onlara değer verip taltif etmekten hazz alırdı. Talebelerinden vaazlarını dinleyip hoşlandıklarının konuşmaları sırasında kalem ve defter çıkarır, not alır ve bu suretle fiili, vaazdan sonra takdir ve tebriklerini belirterek kavlî memnuniyetini izhar ederek teşvik ederdi. Yapılan hizmet eksik ve kusurlu da olsa asla küçümsemez ve tenkid etmezdi. Kendisinden küçük, hatta talebesi durumunda olan ilim ehli faziletli insanlara saygıda kusur etmez, takdirlerini ızhar etmekten zevk alırdı.
Hocamız, Hîcaz’da bulunduğu yıllarda Kûfî hat ve klasik süslemeciliğe de ilgi duymuş ve pek çok meşk yapmıştır. Akif neş’esinde, Sinan ruhunda bir dava, fikir ve san’at adamıydı hocamız. Mekanı cennet olsun.