Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Sevgi, Sevdiğine İtirazı Terk Etmektir

Altınoluk Dergisi, 1989 – Agustos, Sayı: 042, Sayfa: 030

“Akıllı insan, nefsini boş şeylerle meşguliyetten koruyandır.”

 

Adı Ruveym bin Ahmed, künyesi Ebû Muhammed, nisbesi el-Bağdadî. Bağdatlıdır. Davud el-İsfahani’nin mezhebine bağlı bir fakih idi. Kıraat ilminde üstaddı. Bu ilmi, İdris bin Abdülkerim Haddad’dan aldı. Sufîler arasında parmakla gösterilirdi. Cüneyd el Bağdadî’nin yetiştirdiklerindendir. Sülemî onun hadis ilmiyle de meşgul olduğunu yazar. Vefatı 303 hicrî, 915 miladî yılıdır.

Cüneyd el – Bağdadî’nin sohbetine yetişen Ruveym, hâl ve kemâlini zenginler arasında gizleyebilen bir süfî idi. Kadılık hususunda halifenin takdir ve itimadına mazhar olmuştur. Cüneyd onun hakkında şöyle konuşurdu: “Biz meşgul olan âvâreleriz. Ruveym ise avare olan meşguldür.” O, her ne kadar, âvâre görüntüsü ve dünya ile meşgul tezahürü içinde ise de aslında Hakk ile meşguldür.

İbadete, özellikle nafile oruca düşkündü. Bunun sebebini şöyle anlatıyor: “Öğle sıcağının bastırdığı sıralarda Bağdat’ın bir sokağından geçerken korkunç bir susuzluk hissettim. Dayanılmaz hal alan susuzluğun etkisi ile bir evin kapısını çalıp su istedim. Kapıya çıkan küçük kız çocuğundan içecek soğuk su istedim. Elinde su testisiyle dönen çocuk, suyu bana uzatırken: “Hem sûfi kisvesi giyiyor, hem de güpegündüz su içiyor” dedi. Bu sözlerden son derece etkilendim. Bir daha gündüzleri daima oruçlu geçirmeye karar verdim ve bir daha oruçsuz günüm olmadı. ”

Hikmet ehli bir alimin ilahî ahkamı tatbikte başkalarına karşı müsamahalı, kendisine karşı ise son derece sıkı davranması gerektiğini öğütlerdi. “Hocanın dediğini tut, yaptığını yapmaya kalkışma” sözünü bu açıdan değerlendirirdi. Çünkü o kendi hayatında azimetle amel ederken başkalarına ruhsatla fetva verirdi.

Sordular:

– Ana – babanın iyiliğinin çocuğa faydası olur mu?

Şu karşılığı verdi:

– Kendisine faydası olmayana, başkasının nasıl faydası dokunabilir ki? Rabbı ile beraber olmayanın, kendi kendine hiçbir faydası olmaz. Nitekim insanlar, meyve veren ağaç cinsinden olan, fakat meyve vermeyen ağacı meyve ağacı değil, kütük sayarlar.

– Akıllı kimdir? diye soranlara:

– Nefsini boş şeylerle meşguliyete düşmekten koruyandır, cevabını verirdi.

Açgözlülüğü tasvip etmez, kanaat ehli olmayı severdi. Bu yüzden fakrın gerçeğinin, ihtiyaç anında az ile yetinip çoğa heveslenmemek, aç gözlülük göstermemek olduğunu söylerdi. Ona göre halkın her sınıfından insanlarla oturup kalkmak, süfîlerle düşüp kalkmaktan daha sağlam bir yoldu. Çünkü halkın birbiriyle düşüp kalkması, zahirî bir muameleydi. Fakat süfîlerle düşüp kalkmak ise hakikat üzere bulunmak ve uyanık olmayı gerektirirdi. Bu yüzden sûfîlerle düşüp kalkmak oldukça zor bir olaydı. “Onlarla oturup kalkan ve fakat onların gerçekleştirdiği bazı inceliklere karşı çıkanın kalbinden Allah iman nûrunu söker alır” diye konuşurdu.

Derdi ki: Allah Teâlâ bazı şeyleri bazı şeylerde gizlemiştir: Mekrini hilminde, hîlesini lütfunda, cezasını ikramında rızasını taatta, gadabını günahta.

Onun anlayışına göre ihlas, kulun kendi fiilini görmemesi, her şeyi Hakk’tan bilmesiydi. Allah’ın kulları üzerine ilk farz kıldığı şeyin de ma’rifet-i ilahiyye olduğuna inanırdı. Çünkü Allah Teala: “Ben insanları ve cinleri beni tanısınlar (ma’rifet) diye yarattım. ” (ez-Zariyat, 56) buyurmuştur.

Rüveym “fütüvvet” anlayışına bağlı sufîlerdendi. Onun fütüvvet anlayışı, diğerlerinden biraz farklı idi. Nitekim kendisinden fütüvvetin ne olduğunu soranlara: “Kardeşlerinin hatalarını mazur görmen, onlara karşı özür dileyecek bir davranış yapmamandır.” cevabını verdi.

– Sevgi nedir? diye soranlara:

– Her hâl ve durumda sevdiğine uymandır, ona itirazı terk etmendir, karşılığını verip şu mealde bir şiir okudu: “Bana öl, desen ben hemen itaat eder ve ölürüm. Ölüm davetçisine hemen, merhaba ve hoş geldin, derim.” Onun anlayışına göre sevgilisini bir hesap ve maksatla sevene, o maksadı perde olurdu. Gerçek sevgiye imkân bırakmazdı.

– Durumun nasıl? diye soranları :

– Dini hevasından, gayreti şaşkınlığından ibaret olan kişinin hâli nasıl olur? Takva sahibi bir arif, ve salih olacak değil ya, diye cevaplardı.

Tasavvuf vadîsinde çokça geçen bazı ıstılahları şöyle tanımlardı:

Sabır, belalara şikâyeti terk.

Rıza, beladan tad alabilmek, cehennemi sağ eline koysalar, biraz da sol elime kalsın diyebilmektir.

Tevekkül, vasıta ve sebebi görmeden Müsebbibu’l – esbab’a gönül bağlamaktır.

Üns, Sevgili’den başka her şeyden uzaklaşmak ve yalnız O’nunla ülfet edebilmektir.

– rahmetullahi aleyh –

 

Kaynaklar: Sülemî. Tabakatu’s – süfiyye. s. 180. 184; Hilyetü’l – evliya, X, 269; Nefehatü’l’- üns (trc. Lamiî Çelebi), s. 130: Sıfatu’s – safve. II, 442: Şarani. et – Tabakatu’l – kübra. l, 103; el – Kevakibu’d – dürriyye, II, 34; Tezkiretü’l – evliya, (trc. S. Uludağ), s. 519 – 522.