Altınoluk Dergisi, 1988 – Aralik, Sayı: 034, Sayfa: 030
Adı Sâid bin İsmail, künyesi Ebû Osman, nisbesi el-Hiri ve en-Nisâburi. Nisabur’un Hire köyüne Reyden gelip yerleşen bir ailenin çocuğu. Tasavvufta üstadları Yahyâ bin Muâz er-Râzi, Şah Şucâ el-Kirmâni ve Ebû Hafs Haddâd. Ebû Hafs Haddâd’dan icazet aldı ve kızıyla evlendi. Nisabur’da tasavvuf yolunu halka a.açan etkili şahsiyetlerden biri Ebû Osman Hiri. Çağdaşı ilk mutasavvıflar gibi hadis rivayetleriyle de meşgul oldu.298/ 910 da vefat etti.
ŞAH ŞUCÂ VE EBÛ HAFS HADDÂD’IN EŞİĞİNDE
Ebû Osman, küçük yaşlardan itibaren hakikat sevdalısı bir mana eriydi. Buluğ çağına geldiğinde bu sevdası arayışa dönüştü. Nihayet Yahya bin Muaz’ın sohbetine kavuştu. Orada aradığını bulmuştu. Uzunca bir süre onun sohbetlerine devam etti. Bir gün Yahya bin Muaz’ın yanına Şah Şucâ’ın müridlerinden bir gurup geldi. Bu gelenler Şah Şucâ’ın menkıbelerini anlattıkça Ebû Osman’ın gönlünde onun meclisine varmak arzusu uyandı. Kalkıp Kirman’a gitti. Şah Şuca’ı ziyaret etti. Şah onu, önce meclisine kabul etmek istemedi. Ebû Osman ısrarla taleb edince kabul etti. Ebû Osman, bir süre Şah’ın hizmetinde bulundu. Şah Suca mehabetli bir zattı. Bir gün birlikte Ebû Hafs Haddad’ın ziyaretine vardılar. Ebû Hafs’ın sohbeti Ebû Osman’ı cezbetmişti. Fakat şeyhi Şah Şuca’dan da çekiniyordu. Ebû Hafs’ın gönlü de ona ısınmıştı. Bu yüzden ayrılacakları sırada Ebû Hafs, Şah Şuca’a:
Şu delikanlıyı bizim yanımızda bıraksanız, ben ondan çok hoşlandım, dedi. Şah Şuca, Ebû Osman’a dönerek:
Şeyh’in teklifini kabul et, dedi. Ebû Osman’ın da arzusu buydu zaten. Uzun yıllar onun sohbetinde bulundu ve bu sohbet sayesinde gönül erleri kervanına katıldı,
Şöyle anlatıyor:
Ebû Hafs’ın sohbetine devam ederken o, bir kerre beni meclisinden kovdu: Ben de yerimden kalktım, hiç arkamı dönmeden geri geri kemal-i edeble şeyhin huzurundan ayrıldım. Yüzüne bakarak beni göremeyeceği bir yere kadar uzaklaştım. Kendi kendime: “Şu kapının önüne bir çukur kazsam da şeyhim emretmedikçe oradan çıkmasam” diye düşündüm. Nitekim bu düşüncemi gerçekleştirmek üzere iken Şeyhim beni çağırdı ve yakın dostları, has ihvanı arasına kattı.
RIZÂ HÂLİ
O’nun tasavvuf yolundaki bu arayış ve ısrarı, adının yücelmesine, şöhretinin artmasına sebeb olmuş, Bağdad’da Cüneyd, Şam’da İbn Cella gibi devrin muteber bir mürşidi olmuştu.
“Rıza” halini muhafazaya İtina ederek kırk yıl süreyle Allah Teala’nın kendisini içinde bulundurduğu halden asla şikayetçi olmadı. “Kabul ile redd”, “izzet ile zillet” onun nazarında müsaviydi. Nitekim defalarca ikramda bulunmak üzere kendisini çağırıp hiçbir şey ikram etmeden geri gönderen bir adama karşı hiç tepki göstermemişti. Onun olgunluğu karşısında hayran olan bu zat, iltifat ve takdirle onun bu halini anlatınca şöyle konuşmuştu. “Köpeğin sahip olduğu sıfatlarla mı beni takdir ediyorsun? Benim bu davranışını onların tabîî olarak yaptıkları bir harekettir.”
SOHBETİN ÇEŞİTLERİ
Onun anlayışına göre sohbetin bazı çeşitleri vardı ve bunların her birinin bir takım şartları olduğunu söylerdi: “Allah ile sohbet güzel edeb, korku ve murakabeye, Rasûlullah ile sohbet sünnete tabi olmaya, evliya ile sohbet hürmet ve hizmete, ev halkı ile sohbet güzel ahlaka, dostlarla sohbet güleryüz ve iyi muameleye, cahillerle sohbet onlara karşı merhametle davranmaya bağlıdır.”
Söz ve davranışlarında sünneti kendine kumandan yapan kimsenin ağzından hikmet incileri döküleceğini, söylerdi. Birgün birisi ona sordu:
Dilim zikrediyor, fakat kalbim ona iştirak etmiyor, ne yapayım? Şu karşılığı verdi:
Haline şükret, hiç olmazsa bir organın bari sana itaat ediyor. Belki zamanla kalbin de ona uyar.
MANEVÎ SIRLAR
Bütün marifet ehli gönül erleri gibi, manevî sırların herkese söylenmemesi gerektiği inancındaydı. On yıl süreyle kendisine hizmet eden bir müridi vardı. Birlikte hacca gitmişler, yolun çilesine katlanmışlardı. Bu müridi, birgün Ebû Osman’dan şöyle bir talepte bulundu:
Bana manevî sırlardan haber verseniz, Şeyh dedi ki:
Hela’ya girdiğin zaman eteklerini iyi topla, taharete dikkat et! Böyle işlere kafanı takma. Bu uzun hikayedir, bunu ancak anlayan anlar.
Sordular:
Bir kimse ki, bir topuluğun yanına girdiğinde oradakilerin ayağa kalkmasından hoşlanır, kalkmamasından rahatsız olur. Böyle bir kimse hakkında ne dersiniz?
Şeyh bir başka mecliste bu soruyu şöyle cevapladı:
Böyle birinin hristiyan, ya da yahudî olarak ölmesinde bir fark yok. Çünkü onda Fir’avn ve Nemrud sıfatı var.
Kişiyi Allah’a ulaştıran sıfatın Allah korkusu olduğunu söyler, kibir ve ucub Allah’dan uzaklaştırır, derdi.
Zenginlerin yanında izzetli ve vakarlı olmayı, fakirlerin yanında ise boynu bükük durmayı tavsiye ederdi. Çünkü ona göre zenginlerin yanında izzet tavrı takınmak tevazu, fakirlerin yanında zillet hali ise şeref sayılırdı. İnsanları hakir görmek ise tedavîsi imkansız bir hastalıklı.
Aklına her eseni yapan kimsenin zindan hayatı yaşadığını, işlerini Hakk’a havale edenin huzur ve rahata kavuşacağını söylerdi.
Sordular:
Akıllı biri, kendine zulmeden birisini mazur görebilir mi?
Şu karşılığı verdi:
Tabiî görebilir, ancak zulmedeni Allah’ın gönderdiği bir musîbet saymak şartıyla.
ALLAH’A YAKINLIK
Evliya ile sohbete devam edenlerin Allah’a vuslata muvaffak olacağını anlatır, nefsinden gördüklerini iyi sananların ayıplarını göremiyeceğini söylerdi. Nefsin aybını arayan ondan gelen herşeyi incelemeye tabi tutarak kusurlarını anlar, hatalarını bulurdu.
Tevazu halini korumak veya ona sahip olabilmek için şunları tavsiye ederdi: “Cehaleti hatırda tutmak, günahı unutmamak, Allah Teâlâ’ya olan ihtiyacını hiç hatırdan çıkarmamak.”
Muhabbet konusunda şöyle konuşurdu:
Muhabbete muhabbet denmesinin sebebi Mahbub’dan yani Sevgili’den başka kalpte bulunan herşeyi yok etmesidir. Muhabbet Allah korkusuyla sıhhat bulur, edebe sımsıkı sarılmakla sağlamlaşır.
Dünya ile neş’elenmeyi Allah ile neş’elenmeye mani hal sayardı. Allah’dan başkasından korkmayı Allah korkusunu izale edici kabul ederdi. Allah’dan başkasından ümidvar olmayı Allah’dan olan ümidi silici olarak değerlendirirdi.
Derdi ki
İnsanlar arzularına muhalefet edilmediği sürece ahlakları üzeredirler. İsteklerine karşı çıkılınca iyi görünümlü insanlar hemen kötü ahlaklı kesiliverirler. Gerçek iyiler, İsteklerine karşı çıkılsa da değişmezler.
Üç şeyi düşmanlık sebebi sayardı: Mala tamahkârlık, insanların ikramlarına düşkünlük, halkın göstereceği itibara önem vermek.
Kalbin salahı dört şeyledir, derdi:
“Allah’a karşı muhtaç, O’ndan başkasından müstağni olmak, tevazu ve murakabe. Bir kimsenin her hususta düşüncesi Allah olmazsa onun her hususta Allah’tan nasîbi eksik olur.”
Ebû Osman, seadet ve şakavet alametlerini de şöyle sıralardı: “Kapısından kovulmamak için Allah’a itaata devam seadetin, tevbesinin kabul olunacağını umarak Allah’a isyana devam şekavetin alametidir.”
Vefatı anında bir ara bayıldı. Baş uçunda bekleyen oğlu onun bu halini görünce ağlayıp gömleğini yırttı. Ebû Osman kendine geldiğinde oğlunun bu halini gördü ve şöyle konuştu:
Oğlum bu senin yaptığın zahirî açıdan sünnete aykırı, manevî açıdan da riya kokusu taşıyor. Çünkü “her kap içinde ne varsa onu sızdırır.”-rahmetullahi aleyh-
Kaynaklar: Sülemî, Tabakatu’s-sûfiyye, s. 170-175; Hilyetu’l-evliyâ, X, 244-246; Sıfatu’s-safve, IV, 85-88; şaranî, et-Tabakatu’l-kübrâ, l, 74; Kuşeyrî, er-Risâle, l, 120-123; Keşfu’l-Mahcûb, l, 344-345; Tezkiretu’l-evliyâ, (trc. S.Uludağ), s. 510-516; Nefehatu’l-üns, (trc. Lamiî Çelebi) s. 138-139; İbnu’l-Mulakkın, Tabakatu’l-evliyâ, s. 239-243; el-Kevakibü’d-dürriyye, l, 233-234.
MÜ’MİNİN VASIFLARI Allah’dan başka ilah olmadığına, Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemin O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna inanmak. Dinde orta yolu tutmak, ifrat ve tefritten kaçınmak. Yapabildiği ibadet az da olsa, ona nail kıldığı için Allah’a şükretmek. İbadetleri devamlı yapmak. Az da olsa devamlı yapmak. İslâm’ı bütün güzelliği ile yaşamak, ona sımsıkı, sağlamca yapışmak.. Küfürden imana geçtikten sonra yeniden küfre dönmekten, ateşe atılacakmışcasına nefret etmek. Hazreti Peygamber’i kendi nefsinden, babasından evladından ve dünyadaki her şeyden daha çok sevmek.