Altınoluk Dergisi, 1988 – Temmuz, Sayı: 029, Sayfa: 034
“Kişinin haddini bilmesi en büyük edebdir” sözünün sahibi olan Abdullah bin Hubeyk, talebesi Feth el Mevsilî’yi ilk tanıdığında şöyle nasihat etmişti:
“Ey Horasanlı, insanın başını sıkıntıya sokan dört şey vardır: Göz, dil, kalp ve nefsin istekleri. Gözüne sahip ol, onunla helal olmayan şeylere bakma! Dilini koru, dilinle Allah’ın kalbinde olduğunu bildiği şeyin aksini söyleme! Kalbine dikkat et, gönlünde hiçbir müslüman için kin ve hased duygusu bulunmasın!”
Allah’ın sonsuz ihsanına rağmen isyanda ısrar edenleri şöyle uyarırdı:
“Sana iyilik edene bile kötülük ediyorsun. Kötülük edene nasıl iyilik edebilirsin?”
Tamah insanı esir eden en büyük düşman olarak görür, şöyle nasihat ederdi: “Hayatında diri kalmak isteyen kalbinde tamah yer vermesin. Çünkü tamakar, tama zincirine bağlanmış ölüye benzer. Kalpteki tama, kalpleri mühürler, mühürlü kalp de ölüdür. Kalp aslında iman mahallidir. Kanaat ve zikir ona arkadaş olduğunda orada tama ve gaflet bulunmaz. Müminin kalbi tamakar olamaz, nefsin şehvet ve arzularına uyamaz. Tama ve şehvet vahşetin, yani sıkıntının sonucudur. Arzularına uyamaz. Tama ve şehvet vahşetin, yani sıkıntının sonucudur. İman ise üns yani dostluk işidir. İnsanlar Rabb’larına olan ünsiyetleri ölçüsünde insanlarla da ünsiyet kurarlar.
Şöyle öğüt verirdi:
Yarın kıyamet gününde sana zararı dokunacak olan şeyden başkasını kendine derd etme! Yarın seni sevindirecek olan şeyden başkasına da sevinme!
Ümid ve korku konusunda şunları söylerdi: Korkunun en faydalısı, günah işlemene engel olan,elden, kaçırdığın fırsatlar için uzun uzun üzülmene sebep olan ve geriye kalan ömür hususunda seni devamlı olarak düşündüren korkudur. Ümidin en faydalısı ise amel etmeni kolaylaştırandır.
Ümid üç türlüdür:
1- İyi amel işleyip kabul edilmesini umanın ümidi,
2- Kötü iş yapan ve tevbe ederek bağışlanmasını umanın ümidi,
3- Aralıksız olarak günah işleyen ve Allah’ın kendisini affedeceğini umanın ümidi. Bu ümid, sahte bir ümittir. Çünkü ameli olan kimsenin korkusu, ümidine galip olmalıdır.
Amel, ihlas ve sıdk üçlüsünü şu sözlerle değerlendirirdi: “Amelde ihlas, amelden daha zordur. Kul kendisiyle Allah arasındaki hususlarda hakiki manada, tam olarak sıdk üzre bulunsa Allah onu gayb hazinelerine vakıf kılar.”
Derdi ki: Allah Teala kalpleri zikir için yarattığı halde onları şehvet doldurmuştur. Kalplerden şehvetin izini silecek olan yalnız Allah korku ve sevgisidir.
Hakk yolda yarışı öğütlerdi:
“Allah yolunda başkasının seni geçmesine fırsat vermemeye gücün yetiyorsa bu yarışa devam et! Mevla’ya hiçbir şeyi tercih etme!” derdi.
Ülfet ve üns ehli kimselerin azalmasından şikayet eder, şöyle konuşurdu “Yeryüzünde sıkıntılı, ünsiyetten uzak kimselerden başkası kalmadı. Ben de onlardan biriyim.”
Sordular:
Tavır ve davranışlarımızda Hakk’a bağlılığımız nasıl belli olur?
Aleyhine bile olsa, insanlara adaletle muamele ederek; senden aşağıda bulunandan bile gelse Hakk’ı kabul ederek, diye cevap verdi.
Ameline güvenenleri şöyle uyarırdı: “İşlediği en faziletli amele güvenerek azap olunmaktan korkmazsan helak olursun.”
Ehl-i Kur’an’ın isyana düşmesine hiç dayanamazdı. Derdi ki: “Ehl-i Kur’an, bir günah işleyeceği zaman göğsündeki Kur’an lisan-ı hal ile ona şöyle seslenir: “Allah’a an dolsun ki sen beni bu iş için ezberlemedin?” O günahkar Kur’an okuyucusu, eğer bu sesi duyabilecek olsa Allah’tan haya ederek düşer ölürdü.
Bir müslüman için en büyük ilahi cezanın dua ve ibadetin lezzetinin kalpten alınması olduğuna inanır ve şöyle anlatırdı: İsrailoğulları’ndan bir abid, Cenab-ı Hakk’a: “Şu kadar zamandan beri Sana isyandayım. Fakat beni cezalandırmadın?” diye münacatta bulunur. Bunun üzerine Allah Teala devrin nebisine vahyederek buyurur ki: “Seni hayli zamandan beri cezaya çarptırdım. Fakat sen farkında değilsin. Düşünsene bir kere ne kadar zamandan beri yaptığın dua ve münacatının tadını alamıyorsun. Bundan daha büyük ceza olur mu?”
O, boş şeylerle fazla uğraşmanın, lüzumsuz şeylere kulak vermenin kalpteki ibadet ve taatten zevk alma duygusunu söndürdüğüne inanır. Bağlılarını gönül uyanıklığına teşvik ederdi.
-rahmetullahi aleyh-
Kaynaklar : Sulemî, Tabakatu’s -Sufiyye , 141-145; Hılyetü’l evliya, X, 168 – 189; Kuşeyri, er-Risale, l, 110: Hucviri, Keşkül- mahcüb, 1.240; Sıfatüssafve IV, 280 281: Nefehatü’l – üns Terc, s. 118-119; Tezkiretü’l-evliya, 414-415; Şarani, et-Tabakatu’l-kübra, l, 71; el-Kevakibü’d – dür-riyye, l, 254; İbnül – Muiakkın, Tabakatü’l – evliya, s. 338 339.