Altınoluk Dergisi, 1988 – Ocak, Sayı: 023, Sayfa: 030
Adı Seriyy b. Mugalles, künyesi Ebu’l-Hasan, nisbesi es-Sakatî, Cüneyd el-Bağdadî’nin dayısı ve mürşîdi. Ma’ruf el-Kerhî’nin talebesi. Bişr Hafî ve Haris Muhasibi ile çağdaş ve arkadaştır. Bağdat’ta tevhid ve ahval konusunda söz söyleyenlerin ilki ve Bağdatlı sofilerin önderi. Hadis rivayetiyle de meşgul olan ilk sofilerden. Bağdad çarşısında bir dükkanı vardı. Talebelerine ders okutur, halka vaaz ve irşadlarda bulunurdu. Vefatı: 257/874’dir. Kabri Şüniziye’dedir.
Cüneyd ondan daha çok ibadete düşkün bir kimseye rastlamadığını, yetmiş sene O’nu kimsenin yan üzeri yatar görmediğini söyler.
Kendisi tevbesini şöyle anlatır:
Ma’ruf Kerhî bir gün bir yetim çocukla dükkanıma geldi. Onu giydirmemi söyledi. Ben de giydirdim. Ma’ruf bana: “Allah seni dünya meşguliyetinden kurtarıp kendine yöneltsin ve rahata erdirsin.” diye dua etti. Ondan sonra ben de tasavvuf yoluna girdim.
Tasavvuf ve irfan tarihimizde “otuz yıl, bir defa “elhamdülillah” demenin suçunu affettirmek için istiğfar ediyorum” sözü ona aiddir. Hadiseyi şöyle anlatır:
“Bir gün Bağdad çarşısı yanmıştı. Bir elçi koşarak bana geldi ve:
“Bütün Bağdad çarşısı yandı, bir tek sizin dükkanınız kurtuldu. Gözünüz aydın olsun.” dedi. Ben de diğer dükkanı yanan kardeşlerimi düşünmeden “Elhamdülillah,” dedim.
Otuz yıldan beri bu düşüncesizliğim için istiğfar ederim.”
Allah’a giden en kısa yolu: “Hiç kimseden bir şey istememek, hiç kimseden bir şey almamak” diye özetlerdi. Vaktin kıymetini, zamanın değerine bilen sofilerdendi. Bu yüzden “Kaçırdığım virdimi bir daha kaza etmem mümkün değil” derdi. Çünkü bir nehirden bir defa yıkanılırdı.
Uzlet ehli sofilerdendi. “Dinin selametli olmasını, kalb ve bedenin müsterih kalmasını, gamının az bulunmasını isteyen, halktan uzaklaşsın. Çünkü asrımız, uzlet ve vahdet çağıdır” derdi. Ona göre dünya fuzuli şeylerle doluydu. Dünyada insana lazım olan, şu beş şeyden ibaretti:
1- Karnını doyuracak yiyecek.
2- Hararetini teskin edecek su.
3- Mahrem yerlerini örtecek elbise
4- Barınacak ev.
5- Tatbikatta lazım olacak bilgi.
O’na göre insanı yükselten, değerini yücelten şu dört hasletti:
İlim, edep, doğruluk, ve iffet. Tasavvufu şöyle tarif ederdi:
Tasavvuf üç anlamı içine alan bir isimdir.
1- Ma’rifetin nûru, veranın nûrunu söndüremez.
2- Tasavvuf, kitap ve sünnetin zahirine ters düşecek tarzda bir batın ilminden bahsetmez.
3- Kişinin kerametler, kendisini Allah’ın insanlara mahrem kıldığı sırlarım açıklamaya teşvik etmez.
Seriyy’e göte edep, aklın tercümanı, akıl da emredilen ve yasaklanan şeyleri kavrayıp idrak kabiliyyetiydi.
Nimetin kadrini bitmeyenden nimet, bilmediği ve farkında olmadığı bir şekilde alınırdı. Musibetleri kolaylıkla karşılayan kimse ise o sebeple sevabı hak ederdi.
İnsanın karşılaşabileceği işler üç çeşittir, derdi:
1- Doğruluğu zahir olan ki ona hemen şarıl,
2- Bozukluk ve sapıklığı belli olan ki ondan kaçın,
3- Doğruluk veya bozukluğunu kavramakta zorlandığın bir işle karşılaşınca dur. Onu Allah’a havale et.
Allah’ın o konuda sana rehber olmasını bekle! İhtiyacını ona arz edersen her şeyden müstağni olursun.
İrşaddaki üslubu önce nefsten başlamaktı. Çünkü en büyük kuvvet, nefse hakimiyetti. Nefsini terbiye etmekten aciz olan elbetteki başkalarım terbiyeden aciz olacaktı. Zira kendinden üstün olana (Allah’a) itaat edeni. kendinden aşağı olanlar itaat ederdi. Allah’tan korkandan herkes ve herşey korkardı.
Kalp, yüz ve dil arasında şöyle bir ilgi kurardı. Dil kalbin tercümanıdır yüz de aynası. Kalplerin gizlediği yüzlerden okunur. O kalpleri üçe ayırırdı.
1- Hiçbir şeyin eğip yok edemediği dağ gibi güçlü kalpler.
2- Kökleri sabit, fakat rüzgarın eğdiği hurma ağacı gibi kalpler.
3- İplik gibi rüzgarın sağa-sola eğip büktüğü zayıf kalpler.
O’na göre hukuk-ı ilahî’yi yerine getirmek ve gücü yettiğince onu nefsin hukukuna tercih etmek marifet alameti sayılırdı. Başkalarına eziyet edip üzmek ve onları kıskanmamak güzel ahlakın sıfatıydı. Çünkü insanın kendi nefsinin ayıplarım görmezden gelmesi, nefsin tuzağına düştüğünün işaretiydi.
Rızkın hayırlısı şu beş illetten salim olanıydı.
1- Kazanırken günaha girmekten,
2- Dilenerek zillete düşmekten,
3- San’atta hileden,
4- Haram şeylerin karından,
5- Zalim kimseler gibi kul hakkına tasalluttan.
O’na göre en güzel beş şey şunlardı;
1- Günahlara ağlamak,
2- Kusurları düzeltmek,
3- Kalbi günah kirinden temizlemek,
4- Allah’a itaat,
5- Canının her istediğini yapmamak.
Seriyy: “Taşımadığı sıfatlarla insanlara şirin görünme sevdasında olan kimse Allah’ın gözünden düşer,” derdi. Çünkü ona göre kişinin kemali. Dinin nefsanî duygulardan üstün tutulmasıydı.
O’nun hadis ve tasavvuf ilmiyle uğraşma konusundaki şu sözü çok ilginçtir. “Önce zühd yolunu tutup sonra hadis ilmiyle meşgul olan kimse zahidliğinde gevşeklik gösterir. Fakat önce hadis ilmiyle uğraşıp sonra zühdî hayata yönelen kimse ise bundan muvaffak olur.
Derdi ki:
Şehvet ve nefsanî arzu sebebiyle işlenen günahların affedilmesi ümit edilebilir. Fakat sebebi kibir ve benlik olan günahların atfedilmesi asla ümid edilemez. Nitekim İblis’in günahı kibirden, Adem’in zilleti şehvetten kaynaklanmıştı.
Bir gün sohbetinde sabırdan bahsediyordu. Bir akrep gelip onun yüzünü ısırdığı halde hiç kıpırdamadı:
Akrebi gören dinleyiciler, “Neden akrebi kendinden uzaklaştırmıyorsun?” diye sorduklarında: “Sabırdan bahsederken sabırsızlık göstermekten haya ederim,” karşılığını verdi.
Din ve dindarlık adına kendisine bir şeyler verilmesinden hoşlanmaz, dinini dünyalıkla değiştirenlerin halini “zibidilik” olarak tavsif ederdi. Bir defasında şiddetli bir öksürüğe yakalanmıştı. Bir dostu oğluyla bir ilaç gönderdi. İlacı getiren gence sordu:
– Bunun fiatı ne kadar? Genç:
– Babam fiatıyla ilgili birşey söylemeden bunu size gönderdi, deyince Seriy şunları söyledi:
– Öyleyse git babana de ki: Biz elli yıldır büyük insanlar arasında yaşıyoruz. Onların dünyalık karşılığında dinlerini sattıklarını görmedik. Baban bizden dinimizi dünyalıkla değiştirmemizi mi istiyor? Ücretini ödemeden bu ilacı alamam.
Üç şey Allah’ın gadabını gerektirir:
1- Oyun ve eğlenceyle boşa vakit geçirmek.
2- Başkalarıyla alay etmek,
3- İnsanların arkasından konuşmak.
Şöyle anlatırlardı:
Geceleyin virdimi tamamlamış ve ayağımı şöyle uzatıvermiştim. Hafiften den bir nida duydum: “Ey Seriyy!, padişahlar öyle oturur. Sen durumunu unutuyor ve edeb gözetmiyorsun!” Hemen toparlandım ve:
“Allah’a an dolsun ki bir daha ayaklarımı uzatmayacağım” dedim. Cüneyd diyor ki: “Doksan küsur yaşını geçtiği halde onun ayaklarını uzatarak oturduğu görülmemiştir.”
Sünnetle bid’ati karıştıranlardan hoşlanmaz, Sünnete uygun az amel, bid’atla karışık çok amelden daha hayırlıdır, derdi. Hem de takvayla (sünnetle) yapılan amel, nasıl az sayılabilirdi ki?
Seriyy süfiler arasında yiyeceğine en çok titiz davranan olarak bilinir. Hatta Ahmed b-Hanbel’e Seriyy’den sorulduğunda o: “Şu gıdasından tıyb olanı araştırmakla tanınan şeyhi mi soruyorsunuz?” diyerek onun bu özelliğine işaret etmişti.
Ona göre sıradan mü’minlerin kalpleri Allah’ın nimetlerine bağlıydı. “Allah’tan bize ne geldi?” derler. Ebrar’dan olan mü’minlerin kalpleri ise Hüsn-i Hatime’ye bağlıdır, “Son nefesimizi nasıl tamamlayacağız?” diye düşünürler, derdi.
Nefsini hesaba çeken Allah’ın hesabından haya eder. Ne istediğinin farkında olana elindekini dağıtmak kolay gelir.
Eğer evde oturmanın dışarı çıkmaktan daha iyi olduğunu bilsem çıkmazdım.
Sizinle oturmanın evde oturmaktan daha iyi olduğunu bilsem evde oturmazdım.
Cuma ve cemaat olmasa evimden hiç dışarı çıkmazdım.
Kendisinde üç sıfat bulunan kimsenin imanı kemale ermiş sayılır:
1- Kızdığında öfkesi hak sınırını aşmayan,
2- Hoşlandığı şeyde sevgisi batıla düşmeyen,
3- Elinde imkan olduğu halde kendisinde bulunmayan malın peşine düşmeyen.
Zamanı üçe ayırırdı. Dün, bugün ve yarın. Dün, üzüntüsü ve sevinciyle geçti ve ondan eser kalmadı. Bugün de hızla senden uzaklaşıp gidiyor. Yarın için ise birtakım emeller besliyorsun, ama belki sen ona kavuşamayacaksın.
Her zaman olduğu gibi son nefesinde de hizmetinde bulunan yeğeni Cüneyd Kendisinden nasihat istediğinde: “Kötülerle arkadaşlığı bırak, iyilerin sohbetine bak!” demişti. Rahmetullahi aleyh
Kaynaklar: Sülemî, Tabakat-ı Sofiyye, S.48-55; Hilyetü’l-evllya, X, 116-126; Kuşeyrî Risale-si, l, 69-72; Sıfatü’s-safve II, 371-386; Şara-nî.et-Tabakatü’l-kübra, l, 63-64; Vefayatü’l-a’yan, II, 357; A’lamün-nübela, XII, 187; İbnül-mulakkın,Tabakatü’l-evllya, 128-129; el-KavakIbu’ddürriyye, l, 231-233; Tezkiretü’l-evllya, s: 335-342; Nefehatü’1-üns (trc: Lamiî Çelebi) s: 106-107; Cevadu’l-Murabıt, es-Seriyy es-Sakatı, Beyrut 1978.