Altınoluk Dergisi, 1987 – Eylul, Sayı: 019, Sayfa: 030
Adı Hatim b. Yusuf b. Unvan, künyesi Ebû Abdurrahman. Horasanlı ve Şakik Belhî’nin talebesi. Ahmed b.Hadraveyh’in şeyhi. Sağır anlamına gelen “Esamm” onun lakabı.
Hatim aslında sağır değildi. Bir kadın ona bir mes’ele sormak için geldi ve boş bulunup yanında gaz kaçırdı. Şeyh, kadıncağız mahcub olmasın, diye “Kızım benim kulaklarım ağır duyar, biraz daha yüksek sesle konuş ki söylediğini işiteyim” diyerek kendisine “sağır” süsü verdi. Kadın da: “şeyhin kulağı sağır, benim yellendiğimi duymamıştır” diye sevindi. Hatim edeb gözetip bundan sonra o kadın vefat edinceye kadar halk arasında sağır olarak göründü. Bu yüzden “Esamm” (sağır) diye meşhur oldu.
Belh’de yaşadı ve uzun yıllar halkı irşadla meşgul oldu. Belh civarında Vaşecerd’de 237/851 tarihinde vefat ederek oraya defnedildi.
Tasavvuf yoluna giren kimseleri hiçliğe hazırlamak için riyazat yolunu öğütler, mücahede için dört çeşit ölümle ölmeyi tavsiye ederdi.
Beyaz ölüm, kara ölüm, kızıl ölüm ve yeşil ölüm. Beyaz ölüm, açlık ve az yemekli. Kara ölüm halkın eza ve cefasına tahammüldü. Kızıl ölüm her türlü şaibeden uzak bir şekilde heva ve hevese karşı koymaktı, Yeşil ölüm ise yamalı elbiseler giymekti.
Günaha ve isyana düşmemeyi afiyetin temel şartı sayar ve bunun için “ne istiyorsun?” denildiğinde “Afiyet” diye karşılık verirdi. “Çünkü, derdi, benim afiyette olduğum gün günah işlemediğim gündür.”
Şeytanın rızık ve azık konusundaki iğvalarına aldırmaz, kanaat yolunu seçerdi. Nitekim şöyle derdi:
“Her sabah şeytan bana gelir, ne yiyeceksin, ne giyeceksin ve nerede oturacaksın?”diye sorarak beni tuzağa düşürmek ister. Ben şöyle cevap veririm: “Ölüm yiyeceğim, kefen giyeceğim, kabri mesken tutup orada oturacağım.”
İnsan nefsinin, insana kurduğu tuzaklar demek olan şehvet ve arzuları üçe ayırırdı: Yeme-içme, konuşma, bakma, şehvet ve arzusu. Bu şehvetlerin şerrinden korunmanın yolunu da şöyle gösterirdi:
“Yeme-içme arzusunu Allah’a itimad ve tevekkülle, konuşma isteğini dilini doğru söze alıştırmakla, bakma şehvetini de gözüne ibretle bakmayı öğretmekle kontrol etmeye çalış!”
Kuru iddia ve laftan çok, hal ve hareketlerdeki uyuma bakardı. Şöyle söylerdi:
“Allah’tan korktuğunu söyleyen, şüphelilerden sakınmadıkça; cenneti arzulayan Allah yolunda malını harcamadıkça; Peygamberimiz’i sevdiğini söyleyen fakra razı olmadıkça iddiasında yalancıdır.”
İBN MAKATİL’E İSRAF DERSİ
Dünyaya değer vermez, dünyaya değer verenleri uyarmaktan geri durmazdı. Anlatıldığına göre bir gün çağdaşı Muhammed bin Mukatil’in hastalandığını duydu. Ziyaretine vardı. İbn Mukatil’in evinde gördüğü lüks ve israf onun başını döndürdü. Son derece geniş bir ev, minderler, perdeler, köleler, hizmetçiler. Hatim’in bunlara canı sıkıldı ve hemen İbn Mukatil’in yanına vararak dedi ki:
– Nedir bu hal, sen kimin yolundasın, kime uyuyorsun? Peygamber’e mi, ashabına mı, tabiîne mi? Yoksa Fir’avn ve Nemrud’a mı? Siz ve sizin gibi kötü alimler, dünya peşinde koşan cahiller gibisiniz. Hiç ilmiyle amil alimlere benzer yanınız yok. Halk da size alim diye uymaya kalkıyor ve sapıtıyor.
Hatim’in bu sözleri İbn Mukatil’in canını sıktı ve hastalığını artırdı. Hatim bu sefer:
– Kusura bakmayın ben cahil bir yabancıyım. Namaz abdesti almasını bile bilmem, onu bana öğretir misiniz? dedi. İbn Mukatil dedi ki:
– Sen abdest almaya başla, yanlışın olursa ben düzeltirim.
Hatim, abdest almaya başladı. Önce ellerini yıkadı, ağzına ve burnuna üçer defa su verdi. Sonra sağ ve sol koluna sıra geldi. Sol kolunu dört defa yıkayınca, İbn Mukatil:
– Suyu israf etme, sol kolunu dört defa yıkadın, dedi. Hatim zaten bunu bekliyordu:
– Bir avuç suyu israf diye yasaklıyorsun. Fakat içinde bulunduğun sayısız israfları görmezden geliyorsun, deyince İbn Mukatil, intibaha geldi, israfı bıraktı, hizmetçileri ve köleleri azad etti ve zühd yolunu tuttu.
Bir gün biri, Hatim’e bir miktar dünyalık göndermişti. O, mutadının hilafına kabulde mahzur görmedi ve aldı. “Sen böyle şeyleri almazdın, şimdi niye aldın?” diye soranlara:
“O’nu kabulde nefsim için bir zillet, gönderen için izzet gördüm. Reddetmekte ise nefsim için bir izzet ve gönderen için bir zillet gördüm ve bu yüzden kabul ettim” dedi.
NAMAZA DURURKEN
“Namazı nasıl kıldığı” sorulduğunda şöyle anlatmıştı:
“Namaz vakti gelince abdestimi alırım. Başımı su, içimi tevbe ile temizlerim. Sonra camiye gider, Mescid-i Haram’ı gözümün önünde müşahede ederim. İki kaşımın arasına da Makam-ı İbrahim’i alırım. Cenneti sağıma, cehennemi soluma kor, ayaklarımı Sırat’ın üzerinde farz ederim, ölüm meleği Azrail arkamda, gönlüm Hakk’a bağlı olduğu halde tazimle tekbir alırım. Huşu île kıyam ve kıraati ikmal eder, tevazu ile rüküa varır, tazarru ile secdeye kapanırım. Hilim ile teşehhüdde oturur, şükür ile selam verip namazımı tamamlarım.”
Alimlere şöyle nasihat ederdi:
Eğer sizde şu üç şey varsa mes’ele yok. Eğer yoksa o zaman işiniz kötü. O üç şey şunlardır:
1. Geçmişin hasretiyle yanmamak. Çünkü geçen geçmiştir, geri gelmez,
2. Bu günü ganimet bilip değerlendirmek.
3. Acaba yarın kurtulacak mıyım, yoksa perişan mı olacağım, diye kaygılanmamak.
Müridlerine hergün evrad olarak Kur’an’ın yedide birini ve salihlerin menkıbelerini okumalarını tavsiye ederdi. Böylece müridlerinin haftada bir hatmetmelerini isterdi.
Kalbleri ölü, hasta, gafil, uyanık ve diri olmak üzere beşe ayırırdı.
Ona göre:
1. Ölü kalp kafir ve imansızların,
2. Hasta kalp, günahkarların,
3. Gafil kalp, nasipsizlerin,
4. Uyanık kalp, Hakk ile meşgul olanların,
5. Diri kalp, Allah’tan korkup O’nun azametine sığınanların kalbiydi.
“Üç şey insanı itaat ve ibadete sevkeder; korku, ümid ve sevgi. Üç şey de insanı günaha düşürür:
Kibir, hırs ve hased”derdi.
“Münafık aldığını hırsla alır, eline geçirdiğini -rızık konusundaki endişesinden- tutar, vermez. Verdiği zaman riya ile verir. Mü’min ise aldığını hesabından korkarak alır, sünnetteki ölçüden fazlasını elinde tutmaz. Verdiğinde Allah için verir.”
Cihadı üçe ayırarak şöyle anlatırdı:
1- Mukavemeti kırılana kadar şeytana karşı gizli cihad,
2- Allah’ın emirlerini yerine getirmede nefse karşı cihad,
3- Din düşmanlarına karşı Allah için cihad.
Derdi ki:
“Ben sırf Allah rızası için amel yapıyorum deyip sonra O’nu kızdıracak işlerle uğraşanlara şaşarım. İnsan Allah’dan razı değilken, Allah’ın kendisinden razı olmasını nasıl isteyebiliyor?”
Halka karşı samimi olmanın ölçüsünü şöyle koymuştu:
Halka karşı samimî olmanın ölçüşü iyileri sürekli iyilik yapmaya teşvik etmek, günahkarlara acımaktır.
İnsanın sözü ile özünün uygunluğuna çok önem verir, şöyle derdi:
“İnsanlara bir iyilik emrettiğin, bir hayır gösterdiğin zaman onu yapmaya en layık olan sensin. Emrettiğin’i önce kendin yap, nehyettiğinden önce kendin sakın.”
Rızık konusunda güven içinde olan, zenginliğe sevinmez, fakirliğe üzülmez, geçim sıkıntısı çekse de, eli geniş olsa da aldırmaz.
KARISINDAN ALDIĞI “RIZIK” DERSİ
Hatim’in karısı da kendisi gibi zühd yolunu tutanlardandı. Anlatırlar ki:
Hatim karısına:
– Ben dört ay süre ile Rum diyarına gazaya gidiyorum. Benden ne kadar nafaka istersin? diye sordu. Karısı:
– Hayatımı devam ettirebileceğim kadar, dedi.
Hatim:
– Senin hayatını devam ettirmek benim elimde değil ki? dedi. Karısı:
– Öyleyse benim rızkımın senin elinde olduğunu sana kim söyledi? dedi.
Hatim, gazaya gidince bir komşu kadın Hatim’in karısına sordu:
– Hatim sana ne kadar rızık bıraktı? Hatim’in karısı:
– Hatim de, benim gibi rızka muhtaç biridir, rızık veren Allah ise burada, yanımdadır, karşılığını verdi.
– Rahmetullahi aleyhima-
Kaynaklar: Sülemî, Tabakatu’s-süfiyye, 91-97; Hılyetü’l-evliya, VII, 73-84; Kuşeyrî, Risale, l, 99-100;Keşfu’l-Mahcub, l, 326-327; Sıfatu’s-Safve, IV, 134-137; İbnu’l-Mulakkın, Tabakatü’l-evliya, 178-181; Nefehatü’l-Üns Terc, 116-117; Tezküretü’l-Evliya (trc S. Uludağ), 328-337; Şaranî, et-Tabakatü’l-Kübra, l, 80; Münavî, el-Kevakibü’d-Düriyye, l, 220.