Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Malik Bin Dindar

Altınoluk Dergisi, 1986 – Nisan, Sayı: 002, Sayfa: 027

Adı Malik bin Dînâr, künyesi Ebü Yahya, Benî Sâme azadlılarından ve Hasan Basrî yârânından.

Tevbesi ve zühd yoluna sülûkü şöyle: Bir gece arkadaşlarıyla birlikte bir eğlence alemine vardı.Eğlenceden sonra derin bir uykuya daldı. Hakk, onun bahtını çalmakta olduğu udun dilinden şöyle uyardı: “Ya Malik sana ne oldu ki hala tevbe etmiyor da lehviyatla uğraşıyorsun?” Dehşet ve heybetle yatağından fırladı. Hemen Hasan Basrinin meclisine gitti ve onun huzûrunda tevbe etti.

Tevbesinden sonra kendisini Hakk’a ibadete verdi ve geceleri uyumaz oldu. Kızı:

“Babacığım, neden uyumuyorsun?” diye sorduğunda:

“Ölümün beni uyurken yakalayıvermesinden korkarım.” dedi.

“Layık olmadığım için sûf giymek istemem, zira sûf giymek için benlikten arınmış bir iç temizliğine sahip olmak lazımdır.” derdi ve şöyle ilave ederdi: “Malik delirdi demeyeceklerini bilsem,çul giyer, halkın içinde başıma kül saçardım.”

* * *

Altın çağa erdi, altın nesli gördü. Onlar hakkında: “Biz sahabenin hallerini biliriz. Onlar, giyim husûsunda birbirini kınamazdı. İyi cins elbise giyen, kendisi gibi giyemeyeni ayıplamaz, hor görmezdi. İyi giyinemeyen de iyi giyineni kıskanmazdı. Her biri kendi aleminde idi.” buyurdu.

Kadının biri kendisine: “Ey müraî!” diye bağırdı. O şöyle karşılık verdi. “Basralıların kaybettiği ismimi bu kadıncağız buldu.” Riyadan dikkatle kaçınır, “bana göre amellerin en sevimlisi ihlastır.” derdi. “Bir kul, ilim öğrenirken niyyeti halis olursa ilmi artar. İlme, iyi iş tutmak için çalışmazsa kibri artar, kötülüğü çoğalır. Halkı hakir görmeye başlar, neticede ilmi de hiç olur.” buyururdu.

* * *

Zahiddi, dünya nimetlerine değer vermezdi. Bütün yıl boyunca katığı yalnızca tuzdan ibaretti. Eti kurban bayramlarında yerdi. O da fazîletine dair rivayetler bulunduğu için. Ev halkına: “Azla yetinen benimledir. Aksi halde ayrılığa razı olun.” derdi. Evi dünyalıktan yana bomboştu. Bir Mushaf-ı Şerîf, bir ibrik, bir hasır hepsi o kadar.

“Dünyalıktan yana ağırlığı fazla olanlar helak oldu.” der şöyle dua ederdi: “Allahım! Malik b. Dînar’ın evine dünyalıktan yana fazla bir şey girmesin.”

Basra’da kırk sene ikamet ettiği halde, Basra’nın kuru veya yaş hurmasından bir tane bile yemez, hurma mevsimi geçince: “Ey Basralılar işte karnımı hurma yemediğimden dolayı hiçbir şey eksilmedi. Sizin de bir şeyinizin arttığını sanmıyorum.” derdi. Maîşetini hurma yaprağından sepet yaparak ve Mushaf yazarak te’mîn eder, elinin emeğiyle geçinirdi. Dünya ve dünya sevgisi hakkında şöyle buyururdu: “Nasıl ki beden hastalandığı zaman yeme, içme, uyku ve istirahatten zevk almazsa, kalb de dünya hastalığına tutulunca va’z ve öğütten haz duymaz.”

“Şeytan dünyevî arzularını yenen kimsenin gölgesinden bile korkar, dünyevî arzuların esiri olan kimsenin ise peşinde koşmaktan vazgeçer; zira o bela ona kafidir.”

* * *

“Şu cadıdan farksız dünyadan sakının çünkü alimlerin kalplerini büyülemiş ve kendine bend etmiştir.”

“Şu iki şey dünya sevgisine işarettir:

1- Midenin daima dolu olması, çünkü böylesinin anlayışı kıt olur, bütün gayesi yemek, içmek ve cinsî arzudan ibaret bulunur.

2- Yatağa yatınca ne zaman sabah olacak da oyun ve eğlenceye gideceğim, neler yiyip içeceğim, demek; çünkü böyleleri bir lâşe gibi yatar kalkar.”

Anlatırlar:

Basra’da zengin bir zat öldü ve geriye bir servet ile güzel bir kız evlad bıraktı. Bu kız Sabit el-Bünanî’nin yanına geldi ve dedi ki:

-Taatta bana yardımcı olması için Malik ile evlenmek istiyorum. Sabit durumu Malik’e anlattı. Malik şöyle cevap verdi:

– Ben dünyayı üç talaka boşadım. Kadın da dünya cümlesindendir. Üç talaka boşanan birini tekrar nikahlamak caiz değildir.

Naklederler ki:

Malik bin Dînar bir defasında Fatiha süresindeki “İyyake na’budu ve iyyake nesteîyn” (Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım dileriz.) ayetini okuyunca hüngür hüngür ağladı. Sonra şöyle buyurdu: “Şayed bu ayet, Allah’ın kitabında bulunmasa ve okunması emrolunmamış olsa, asla okumazdım. Bu sözden maksadım şu: “Sadece sana kulluk ederim.” dediğim halde yakînen biliyorum ki, hala nefsimin kuluyum. “Ancak senden yardım dilerim” dediğim halde hala onun bunun kapısına koşuyor, teşekkür ve şikayetlerimi herkese arz ediyorum.”

Bir gün kendisine sordular:

– Nasılsın? Cevap verdi:

– Nasıl olacağım, Allah’ın nimetini yiyor, şeytanın sözünü tutuyorum.

* * *

Dünyada üç şeyi severdi:

1. İhvan ile karşılaşmak ve onlarla sohbet etmek,

2. Teheccüde kalkmak ve o saatte Kur’an okumak,

3. Tenha bir yerde zikr-i ilahî ile meşgul olmak.

Sadık ve Sıddîk’ı şöyle tarif ederdi: Sadık, Mevlasından gelen imtihandan hazz alan, dostunun açtığı yaradan zevk duyan, davasında samimî kişi. Siddîk, Kur’an okunduğu zaman kalbi ahiret cihetine meyleden Allah adamıdır.

* * *

ARKADAŞ:

Kötü arkadaştan sakınmak hususunda şöyle nasîhat ederdi:

“Selamete ermek için din bakımından sana faydası olmayan arkadaşın sohbetini bırak! Böyle birinin arkadaşlığı sana haramdır.”

“Zamanımız insanlarının dostluğu çarşı yemeği gibi, rengi ve görünüşü güzel, fakat tadında iş yok.”

Buyurdu:

Bir köpeği vardı. Ona çok iyi bakardı. Sebebini sordular şöyle cevap verdi:

– Bu, kötü arkadaştan daha iyidir.

ZİKİR:

Zikr-i ilahî hakkında şöyle buyururdu:

“‘Zikr-i ilahîden daha değerli bir nimet yoktur. Bir kimse tenhada oturup Allah’a münacat ve zikr-i ilahî ile meşgul olmaktan çok halkla oturup konuşmayı arzu ediyorsa o kimsenin ilmi az, kalbi ölü, ömrü hüsrandır.”

“Tevratta şöyle yazılı olduğunu gördüm: Ey sıddıklar, dünyada zikr-i ilahî nimetinden istifadeye bakın, çünkü zikr-i ilahî dünyada gönül huzuru, ahrette en büyük mükafattır.”

Bir gün, “Ehl-i dünya tadların en güzelini tadamadan göçüp gitti” dedi. Sordular:

– Ya Ebu Yahya, nedir en büyük zevk? Buyurdu:

– Ma’rifet-i ilahî, yani Hakk’ı tanımak.

Bir başka vesileyle bu Hakkı tanıma (ma’rifet) hakkında şöyle buyurdu: “Köpeğin önüne altın ve gümüş konsa kıymetini bilmediği için hiç iltifat etmez. Ama kemik atılınca hemen o tarafa koşar. Hakk’tan gafil olan beyinsizler de böyledir.” Ma’rifet-i ilahînin tadını bilemedikleri için ona rağbet etmezler.

“Hakk Teala, Muhammed ümmetine Cebrail ve Mîkaîl’e bile vermediği iki ikramda bulundu:

1. Beni zikrediniz ki, ben de sizi hatırlayayım. (el-Bakara, 152)

2. Bana dua edin ki size icabet edeyim. (Gafir, 60)

Kendisinden dua talebiyle yanına gelen zamanın idarecilerine şöyle derdi:

“Sizin için nasıl dua edeyim ki, binbir kişi size beddua ediyor.”

Kalbin hüzünlü olmasını kalb i’marına vesîle sayar şöyle buyururdu:

“Hüzün kalbin bekçisi gibidir. Nasıl ki, bir evde oturan olmayınca harab olursa aynı şekilde hüzün bulunmayan kalb de harab olur.”

* * *

TEFECİLİK

Bir tefecinin akıbetini şöyle anlatırdı:

Bir defasında hasta ziyaretine vardım. Baktım hasta can çekişiyor. Kendisine kelime-i şehadet telkin ettim ama nafile, bir türlü söyleyemiyor, durmadan “On, onbir” diyordu. Bir ara bana: “Üstad, önümde ateşten bir dağ var. Ne zaman şehadet kelimesini söylemek istesem bu ateş bana hücum ediyor.” dedi. Mesleğini sordum. Malını ribaya verir, faizini yerdi, ölçü ve tartıda hile yapardı, dediler.

* * *

Şöyle dua ederdi:

“Allahım, kalplerimizi sana yönelt ki, seni en iyi şekilde tanıyalım, ahdimize sadık kalalım, emrini tutalım.”

Ahır ömründe kendisinden nasihat isteyen birine şöyle buyurdu:

“Kurtuluşa ermek isteyen her işte ve her zamanda olana rıza gösterir. Zira senin işini yapan O’ dur.”

Hicrî 131 (M.748) yılında Basra’da vefat etti. Öldüğü gece rüyada görüldü: Sema kapıları açılmış ve : “Malik bin Dînar, cennete gireceklerden oldu” diye nida edilmişti.