Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Teveccüh ve Tasarruf

Altınoluk Dergisi, 1996 – Mart, Sayı: 121, Sayfa: 032

Teveccüh yöneliş demektir. Genelde Hakk’a yöneliş ve kalbî alaka için kullanılır. Mürîdin mürşidine yönelip gönlünü bağlaması anlamında kullanıldığı gibi, mürşidin mürîdini tam karşısına alıp ona nazar ederek, hiç konuşmadan baş başa kalmaları manasında da kullanılır. Bu manadaki teveccüh için “Allah Teâlâ benim sadrımı ne ile doldurdu ise, ben onu aynıyla Ebû Bekir’in sadrına ılka ettim”(1) hadis-i şerifi delil sayılmıştır. Mürşidin nazar ve nefesiyle müridini etkileyip onu bir bakıma ruhî yükselişe hazırlaması, güneşe tutulan büyüteçlerin teksif ettiği güneş ışınlarının, temas ettiği maddeleri yakmasına benzer. Şeyhin bütün manevî gücünü ve ruhanî tesirini mürîdin kalbi üzerine teksif ederek feyz vermesi, onu manevî tekamüle hazırlar.

Teveccüh daha çok Nakşbendilik’te kullanılan bir kavramdır. Teveccühün mürîdden mürşide doğru olanı, “rabıta-ı muhabbet” denilen şekildir. Mürîd mürşidinin ruhaniyetine muhabbet yoluyla teveccüh edince mürşidin ruhaniyeti onun batınında feyz tesiri gösterir. Bu feyz beşerî zaaf ve sıfatları izale ederek mürîd, tedricen şeyhinin boyasına boyanır. Bu sevgi sonucu meydana gelen kalbî beraberlik, şahsiyet transferi ve aynileşmeyi doğurur.

Nakşîlikte bundan başka bir de “teveccüh-i kalbî” denilen bir teveccüh şekli daha vardır. Sâlik lafza-i celal zikri sırasında bunun anlamını düşünür. Bu manayı bütün idrak gözüyle anlamak üzere kalbine teveccüh eder. Sonuçta melekût alemi ona tecellî eder. Böylece salik kendi sıfatından fanî olur ve Mezkûr’un, yani zikrettiği Hakk’ın sıfatlarıyla bakî kalır. Hafî zikir ile vuslat ve fena bu yolla gerçekleşir; Bakâ billah böylece tamamlanır. Cem hali tahakkuk eder. Mülk ve melekûtta tasarruf müyesser olur. Gönül sırları kendisine agah olur.

Bazan mürşidin teveccühünün neticesi müridin kalbinde bir hal meydana gelir. Bu tek başına bir fayda vermeyen, doğrudan müridin çalışmasıyla da meydana gelmeyen bir keyfiyettir. Bu durumun faydalı olabilmesi için müridin amelinin bu hale eşlik etmesi, uygun düşmesi gerekmektedir. Değilse bu hal zail olur gider. Ya da bir terakki sağlamaz. Bu durum ateşte ısınmaya benzer. Nasıl ateşin yanında oturan ısınır, ateşten uzaklaştığında sıcaklıktan eser kalmazsa mürîd de şeyhine yakınlığı ölçüsünde istifade eder. Şeyhinin yakınından uzaklaştıkça istifadesi de azalır. “Gözden ırak olan gönülden de ırak olur” demişlerdir.

Nakşbendiyye tarîkatında şeyhin, müridin batınında tasarrufta bulunarak maddî ve manevî hastalığını tedavi etmesinin iki yolu vardır:

1. Mürîd bir hastalığa tutulduğu, ya da bir günaha müptela olduğu zaman, şeyh abdest alıp iki rek’at namaz kıldıktan sonra huşu ile Allah’a tazarru ve niyazda bulunur. Allah’dan müridin bu ibtilasından kurtulmasını diler. İnşallah niyazı kabul olunup mürîd bu ibtiladan, kurtulur.

2. Şeyh, kendisini hasta müridinin yerine koyarak o halin zail olması için Allah’a münacatta bulunur. Ölüm meleği gelmeden müridin kurtulmasını dua eder. O durumun izalesi için bütün himmet ve gayretiyle teveccühte bulunur.

Müridin hastalığı manevi derecesinin yükselmesine vesile olacak türden ise o zaman şeyh, bu hastalığın izalesi için teveccühte bulunmaz.

Bir de şeyh, müridini karşısına oturtarak onun gönlündeki bütün havâtırı def etmek için: “Kalbindeki havatırı terket!” diye telkinde bulunur. Ardından zulmanî hicapların kalkması için müridin kalbine teveccüh eder. Bunu ta’kiben de nuranî hicabların kalkması için teveccühte bulunur. Müride gaybet hali gelip çevresindekilerden habersiz bir durumu geçince şeyh teveccühü bırakır. Ancak müridde kabz hali baş gösterecek olursa onu izale eder.

Şeyh ile müridin birbiriyle gönül iletişiminin kurulduğu teveccüh, özellikle tekke ortamlarında müridlerin manevi yoğunluğunu artırmada çok etkiliydi. Merhum Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi’nin de ihvana teveccühte bulunduğunu Ömer Kirazoğlu Hoca’dan duymuştum. Özellikle yetmişli yıllardan önce, ders alan ihvanından bazılarını yalnız bir odada karşısına alır ve teveccühte bulunurmuş. Ancak meydana gelen manevi yansıma yoluyla gaybet haline geçenler de olurmuş. Gaybet hali ârız olunca teveccühe son verirmiş.

Tasarruf bazan teveccühle, bazan da keramet ile birlikte kullanılan bir ıstılahtır.Tasarruf, ilahi yardımla tabii şartları aşarak insanlar üzerinde bir takım olağanüstü işlere muvaffak olmak demektir. Bu alemde gerçek ve yegane “tasarruf sahibi” Allah’tır. Ancak Cenab-ı Hakk bu tasarrufa bazı kullarını da mazhar kılabilir. Hadis-i şeriflerde tasarrufa delil olabilecek bir takım örneklere rastlamak mümkündür. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz.

1. İbn Mes’ûd (r.a.) anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) bir gün yatsı namazını kıldıktan sonra kalktı ve beni elimden tutarak Mekke’nin Bathâ vadisine götürdü. Beni oraya oturtarak bir çizgi çizdi ve buyurdu ki “Bu çizginin dışına çıkma. Sana bazı adamlar gelecek Onlarla konuşma! Zaten onlar da seninle konuşmayacak” Hz Peygamber (s.a.) gittiği yerden döndü. İbn Mes’ûd’un yanına gelip bir çizgi çizdi ve içinde uyudu. Daha sonra bir takım insanlar geldiler. Hz Peygamber (s.a.)’ı öven sözler söyleyip gittiler.(2)

2. Ebû Hûreyre (r.a.) anlatıyor: Ben bir gün Allah’ın Rasûlü’ ne “Ya Rasûlallah, senden çok şeyler dinliyorum. Fakat ezberleyemiyorum” dedim. O buyurdu ki “Rıdanı yere ser.” Ben de serdim. Allah Rasûlü bana dua etti. Ardından pek çok şey anlattı. Ben bundan sonra söylediklerinden hiçbirini unutmadım. (3)

3. Übey b. Kâb anlatıyor: Mescidde bulunduğum bir sırada bir adam içeri girdi ve namaz kıldı. Namazda benim bilmediğim şeyler okudu. Sonra biri daha geldi. O da namazında bir öncekinden farklı şeyler okudu. Namazlarını tamamlayınca birlikte Allah Resûlü’nün yanına gittik. Ben olanları anlattım. Hz Peygamber (s.a.) her ikisinin okuyuşunu dinledi ve ikisini de beğendi. Bu hadise üzerine gönlümde öyle bir burukluk hissettim ki, neredeyse Allah Rasûlü’nü tekzib ederek bir inkara düşecektim. Hz Peygamber (s.a.) benim bu halimi farkedip de eliyle göğsüme vurunca Allah korkusuyla hayadan ter içinde kaldım ve sanki Allah’ı görüyormuş gibiydim.” (4)

4. Bir gün Hz. Peygamber (s.a.) ashabıyla mescidde otururken bir genç ayağa kalktı ve Allah Rasûlü’nden, zina etmek için izin istedi. Hz. Peygamber (s.a.) o genci yanına çağırdı ve ona “böyle bir fiilin annesine, kız kardeşine yapılmasını isteyip istemediğini” sordu. Her birine “hayır” cevabını alınca “insanlar da kendi akrabalarına böyle birşeyin yapılmasını istemezler” buyurdu. Sonra da elini gencin göğsüne koyarak “Ya Rabbi bu gencin gönlünden bu duyguları çıkar.” diye dua etti. (5)

5. Hz Peygamber (s.a.)’in Hira mağarasında ilk vahy-i ilahiyi aldığı sırada Cebrail’in kendisine “oku” dediğinde “Ben okumak bilmem” demesi üzerine Cebrail’in onu kanatları arasına alıp sıkması da bir tasarrufdur. Nitekim üçüncü sıkışın sonunda Allah Rasûlü, kendisine vahyedileni okumaya başlamıştır.(6)

İlk hadis-i şerifte Allah Rasûlü’nün Allah’ın izniyle eşyayı tasarrufa, ikincisinde insan zihnine tasarrufla etkisi, üçüncüde gönüle tasarrufla şüpheyi izalesi, dördüncüde yine gönle tasarrufla oradaki günah meylinin izalesi sözkonusudur. Beşinci de ise Hz Peygamber’in de Cebrail eliyle eriştiği bir tasarrufa işaret edilmektedir. Cebrail ve Hz. Peygamber (s.a.) eliyle gerçekleşen tasarrufları, kavramakta zorlanmayan bazı insanlar, Peygamber varisi konumundaki Allah dostlarının tasarruflarını algılamakta her nedense zorlanmaktadırlar. Tabii burada asıl problem, tasarrufu kuldan görme hatasından kaynaklanıyor. Tasarrufun kul eliyle gerçekleşmesi kulu fail konumuna çıkarmaz. “Fail-i mutlak” Allah’ dır. Binaenaleyh bir takım insanların mazhar olduğu tasarrufa, bu açıdan bakmak gerekir. Esasen tasarruf, mutlak olarak velayetin mi’yâr ve mihengi sayılmamalıdır. Çünkü velayetin ölçüsü, zühd, takva ve Allah Rasûlü’ne ittibâdır, olağan üstülük değil.

Tasarruf, manevi bir telkin ve etkileme gücüdür. Bu güç sayesinde mürşid, mürîdinin dağınık ilgisini toplamasını sağlar. Kendisine çeki düzen vermesini temin eder. Şeyhteki tasarruf gücü, insandaki sportmenlik kabiliyeti gibi bir istidattır. Doğuştan meknûzdur. Nasıl sportmenlik antrenmanla gelişirse, tasarruf gücü de riyâzat ve mücâhede ile inkişaf eder. Tasarruf gücü ulvi maksadlar için kullanılırsa elbette yararlıdır. Fakat kötü emeller için kullanılacak olursa çirkin ve zararlı olur. Tasarruf gücü her halükarda dîni yüceliklerden sayılmaz. Allah nezdinde yakınlığa delil olmaz. Ancak insan telkine açık bir varlıktır. Onun ruh ve beden sağlığının devamında telkinin, özellikle kişinin kendi kendine telkininin çok önemi vardır. Bir psikolog hazakatiyle insanı tanıyan Allah dostları insanın işte bu özelliğinden yararlanarak onun eğitimini kolaylaştırmada bu tür yollar geliştirmişlerdir.

Dipnotlar: 1) Mevsûa etrâfi’l-Hadîs, XI, 156, 2) Tirmizi, Emsâl, 1, hadis: 2861, 3) Tirmizî, Menakıb, 47, hadis: 3835, 4) Müslim, Musafirûn, 273, 5) bk. İbn Hanbel, Müsned, V. 256-257, 6) bk. Buhari, Bed’ü’l-vahy, 3.