Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Teslimiyet

Altınoluk Dergisi, 1996 – Kasim, Sayı: 129, Sayfa: 030

Teslimiyyet; boyun eğmek, inkıyad etmek, itirazsız kabul etmek ve teslim olmak anlamında kullanılan bir kavramdır. İslam ve selam ile aynı köktendir. Ragib Isfahanî’nin verdiği bilgilere göre “İslam” kelimesi Kur’an’da ıstılahî iki anlama gelmektedir (bk.el-Müfredat, s.351)

1- Kişinin imanını dil ile ikrar edip kanını ve canını teminat altına alması anlamına. Nitekim: “Bedeviler ‘inandık’ dediler. De ki: Siz iman etmediniz, bari müslüman olduk, deyin.” (el-Hucürat, 49/14) ayetinde geçen İslam kelimesi bu mânâyadır. Bu mânâdaki bir İslam kelimesi, imanın bir aşağı derecesidir. Cibril hadisindeki İslam, iman ve ihsan kavramlarının sıralaması da bu doğrultudadır.

2- Kalbden inanıp güvenerek tam teslim olmak ve bunu dil ile ikrar etmek anlamına. Hz. İbrahim’in: “Ben alemlerin rabbına teslim oldum.” (el-Bakara, 2/131) sözü bu anlamadır ve imanın bir yukarı derecesidir.

Teslimiyyet, kader tecellisini rıza ile karşılamak; mukadderatı kabullenmek; başa geleni, içinde ve dışında bir değişiklik meydana gelmeden kabullenmektir. Kur’an’da bunun en güzel örneğini İbrahim ve İsmail kıssasında görüyoruz. İbrahim, bir Allah emri olarak kendisini kurban etme işini İsmail’e haber verdiğinde o bunu itirazsız kabul etmiş ve her ikisi Hakk’ın emrine teslim olmuşlardı(bk. es-Saffat, 37/103). Bu olay çok yukarı seviyede bir teslimiyet boyutudur. Çünkü İsmail canını, İbrahim de ciğerparesini; yavrusunu Hak yolunda vermeyi kabul etmişti.

Teslimiyyet, yukarı seviyede bir iman ve sevgi işi olduğundan sofilerin bir kısmı tasavvufun tanımını bile bu noktadan yapmışlardır. Nitekim bu anlamdaki tanımlardan bazıları şöyledir:

Ruveym (ö. 303/915): “Tasavvuf nefsi murad-ı Nahiye teslim etmektir.”

Ebu’l-Hüseyn Müzeyyin (ö. 328/939) “Tasavvuf Hakk’a boyun eğmektir.”

Ebû Ali Rüzbarî (ö.322/933) “Tasavvuf, kovulsa bile, kişinin sevgilinin kapısında diz çöküp beklemesidir.”

İbn Hafif (ö. 331/942) “Tasavvuf takdir-i ilahiye sabır, Allah’tan gelen rıza ile çöller

ve yollar aşmaktır.” der.

Kulluk teslimiyettir. Çünkü Allah, kulunun kendisinden başkasına kul olmamasını (bk. el-İsra, 17/23); hevasının ve duygularının pençesinden kurtulmasını (el-Casiye, 45/23) ister. Bütün bunlar ancak teslimiyetle gerçekleşebilecek şeylerdir.

Tasavvufun sermayesi muhabbet ve teslîmiyyettir. Manevî terakkî, teslîmiyyette kemale; teslîmiyyette kemal, muhabbette kemale bağlıdır. Gerçek muhabbet olmadan teslimiyyet, teslimiyyet olmadan terakkî olmaz. Önce Rabia Adeviyye’nin dediği gibi “Seven sevdiğine itaat eder.” düşüncesinden hareketle gerçek sevgiye ulaşmak için kul planında neler yapılabilir, onların üzerinde duralım:

1 – Nefsin başka şeylere meylini azaltarak gönülden masiva sevgisini çıkarmak. Bu da genellikle mücahede ve riyazatla gerçekleşir. Kur’an’daki: “Allah insanın göğsünde iki kalp yaratmamıştır.” (el-Ahzab, 33/4) ayeti gönülde iki tür sevginin aynı anda bulunamayacağını ifade etmektedir. Çünkü sevginin kemali, kalbin bütün mevcudiyeti ile Allah’ı sevmesidir. Her seven sevdiğine bağlıdır ve insanın sevdiği ve bağlandığı şey, onun tanrılaştırdığı şey haline gelebilir. Nitekim: “Nefsanî hevasını tanrı edineni gördün mü?” (el-Furkan, 25/43) ayetiyle Taberanî’nin rivayet ettiği:

“Yeryüzünde Allah’ı en çok kızdıran put, kendisine tapılan heva ve hevestir.” (bk. Mevsüa etrafi’l-hadis, l, 40)

2- İbadet ve taatla ma’rifeti artırmak. Ma’rifet insan kalbini bütünüyle kaplayınca muhabbetin doğmasını sağlar. Bunun yolu nafile ibadet ve taatlarla ruhu güçlendirmektir. Bu yolla elde edilen muhabbet, toprağı temizledikten sonra tohum ekmeye benzer. Ayrıca kudsî hadiste: “Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder, hatta ben onu severim.” (Buharî, Rikak, 38) buyurulmasından, sevginin kulun gayret ve himmetine göre vehbî hale geldiği anlaşılmaktadır.

Saliki muhabbet ummanına garkeden şeyleri vermek, bağışlamak, güzellik, kemal ve fazilettir. Bu sıfatların kemali de ancak Allah’ta mevcuttur. Bu yüzden gerçek sevgiye layık olan sadece O’dur. Teslimiyyet kavramının Allah ile kul arasındaki ilişkilere ait bir boyutu olduğu gibi, Hz. Peygamber ile ashab arasında yaşanmış bir güzel boyutu da vardır. Peygamberinin her söylediğini tereddütsüz kabul eden sahabilerin kitaplara yansıyan pek çok örnek davranışları vardır. Ashab ile Hz. Peygamber arasındaki sevgiye dayalı bu eğitim ve teslimiyet anlayışı, tasavvufta da şeyh mürid ilişkilerinde gündeme gelmektedir. Muridden şeyhine kayıtsız-şartsız itaat ve teslimiyyeti istenmekte ve manevî yükselişin bu muhabbet ve teslimiyyette olduğu vurgulanmaktadır.

Şeyh ile mürid arasındaki ilkeleri düzenleyen temel esas sevgidir. Bu yüzden aralarındaki sevginin boyutunu göstermek üzere şeyhe teslimiyet için “gassal önünde meyyit” tabiri kullanılmıştır. Bu teslimiyet, biraz karakter yapısı ile alakalı bir olay olarak görünmektedir. Bizim akaidimizde kayıtsız şartsız bir kimseye tabi olmamızı emreden bir hüküm olmadığı gibi, sevgi ile tabi olanları yasaklayan bir hüküm de yoktur.

Teslimiyet, sevgiye dayalı bir itaat işidir. Kayıtsız şartsız teslimiyet denilince mürşidinin uyarılarına tenkitçi bir nazarla bakmadan ve acaba bunların benim manevi hayatıma ne derece faydası olur gibi, evham ve vesveselere düşmeden uymak, anlaşılmalıdır. Doktora giden bir hasta, doktoruna ne kadar inanır, onun hastalığını tedavi edeceğine ne kadar güvenirse o kadar çabuk iyileşir. Müspet anlamda bir önyargının taydaşı vardır. Şeyhe teslimiyyet, ashabın Allah Rasulü’ne teslimiyet ve güveni gibi, müridin mürşidinin söylediklerine inanmasıdır. İnsanın güvenip inanmadığı kısmın sözünü tutması mümkün değildir. Ayrıca ayette, “Allah’a, Rasulü’ne ve sizden olan ulu’l-emr’e itaat edin!” (en-Nisa, 4/59) buyurulmaktadır. Mürşit, müridi için manevi ve uhrevi konularda ülü’l-emrdir. Böyle olunca müridin mürşidine bu anlamda teslimiyetle bağlanışının şeriatla çatışır bir yanı yoktur. Burada önemli olan mürşidin kamil olup olmadığıdır. Kamil bir mürşid, zaten insanı Allah’a kulluk yolunda terbiye eden bir yol gösterici, bir mürebbidir.