Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Tasavvuf

Altınoluk Dergisi, 1994 – Mart, Sayı: 097, Sayfa: 033

Tasavvuf, islâmî hayatın ve kültürümüzün bir parçasıdır. Ortaya çıkışından bu yana dâima ilgi odağı olmuştur. Bugün de gerek düşünce sistemi olarak, gerekse hayat tarzı ve terbiye biçimi olarak hem ilgi çekmekte, hem de çeşitli tartışmalara konu edilmektedir.

Tasavvufun sosyal müesseseleri olan tekkeler ve eğitim kurumu sayılan tarikatlar, bu yüzyılın başından beri İslâm ülkelerinin bir kısmında devlet eliyle toplum hayatının dışına itilmeye çalışılmışsa da, halkın bu müesseselere ilgisi hiç azalmamıştır. Özellikle Batı’da ve Amerika’da tasavvufun hem tarikat boyutundaki eğitim tarzı, hem de düşünce planındaki üslûbu ilgi odağı olmaya devam ediyor. Kuzey Afrika menşeli pek çok tarikat mensubu, Fransa, İngiltere gibi Avrupa ülkeleriyle Amerika’da İslâmiyet’in yayılmasına öncülük etmektedir. Mevlânâ, İbn Arabi ve Yunus Emre gibi tasavvufî düşünce temsilcilerinin fikir ve eserleri, Batı insanının ilgisini çekmeyi sürdürüyor.

Tasavvufun âbide şahsiyetleri, “Gönül Erleri” ile başlayan bu köşeye daha sonra “Altın Silsile” ricâlini konuk etmiştik. Dergimizin IX. yılına başladığı bu sayıdan itibaren de Tasavvufun ana konuları ile mes’elelerini, hayatımızın içindeki yerini de göstererek anlatmaya çalışacağız. Önce tasavvufun ne olduğundan ve nereden çıktığından başlayacağız.

Tasavvuf; İslâm’ın ruh hayatı ve İslâm Peygamberi’nin şahsına temsil ettiği manevî otoritenin, müesseseleşmiş ve günümüze kadar yaygınlaşarak gelmiş şeklidir. Manevî otoriteden kastedilen; Hz. Peygamber’in “Üsve-i Hasene” 1şeklinde ifâde edilen örnek kişiliğidir. Bilindiği üzere Hz. Peygamber (s.a.) siyâsi, ilmi ve manevi otoritelerin hepsini şahsında cem’etmiş bulunuyordu. Hz. Peygamber, Medine İslâm devletinin başkanı sıfatıyla siyâsi otoritenin temsilcisiydi. İbâdet, itikad ve muamelât gibi dînî konulardaki problemleri vahiyle çözen ilmi otoritenin başıydı. Halkı Hakk’a çağıran tebliğ ve irşâd hizmetini ifâ eden manevî otoritenin mümessiliydi. İşte tasavvuf bu manevi otoritenin devamıdır.

Tasavvuf; İslâmî ilimlerin zirve noktası, zübdesi ve özü olarak ifâde edilmiştir. Tasavvufun “hâl” olarak adlandırılan “ma’nevî tecrübe” yönü, bu işin zevk ve haz tarafıdır. Tasavvufu ahlâk şeklinde tarif edenlere göre onu, ahlâkî olgunluğu ve kemâl sıfatlarını gerçekleştirmeyi esas alan islâmî bir ilim olarak düşünmek gerekir. Zirâ o, insanın iç dünyasını imara ve kötü duygularını tashîhe çalışan bir ahlâkî sistemdir. Hz. Peygamber’in insanların ibâdet ve davranışlarında, muamelât ve tavırlarında kalbi ve derûnî duyguları öne çıkararak takvayı tavsiye eden pek çok emirleri bulunmaktadır.

İnsandaki dünya tutkusunu atıp, ibadet ve kulluk şuûrunu canlandırmayı sağlayan ve Efendimiz’in: “Hakk’ın da halkın da sevgisine mazhar olmaya vesile” olarak tavsif buyurduğu “zühd ve zâhidâne hayat” tasavvufun önceleri “zühd”, daha sonraları “tasavvuf” adıyla ortaya çıkmasının en önemli sebeplerinden biri olmuştur.

Hadis kitaplarımızda “Cibril Hadîsi” diye zikredilen hadiste; “İslâm, îman ve ihsan” kavramları peşpeşe sıralanmıştır. Bu kavramların böylece sıralanması bir tedric ve kemâle doğru yükseliş grafiği sergilemektedir. Çünkü İslâm, işin organlara ait tarafı ve dille ikrardan ibâret olan kısmıdır. İman ise kalbe aid bir olay olup inancın gönüle temekkün edip yerleşmesidir. Nitekim Kur’ân’da îmanın İslâm’dan daha ilerde olduğu şu âyetle anlatılmaktadır:

“Bedeviler; iman ettik, diyorlar. Sen onlara: Siz henüz iman etmediniz, ama bari İslâm olduk deyin; çünkü iman kalplerinize yerleşmedi.”2 Kur’an’da mü’min ve müslim kavramları bir arada zikredildiğinde müslim, mü’minden önce gelmiştir.3 Bu sıralama da bir dereceleme ifadesidir. Peygamberimiz’in “Kişi mümin olduğu halde zina etmez, hırsızlık yapmaz.4 meâlindeki hadîsi de kişinin haram fiil işlediğinde İslâm’dan çıkmamakla birlikte, îman açısından yara aldığını göstermektedir. Cibril hadîsinde: Kişinin “Allah’ı görüyormuşçasına kulluk etmesi”5 anlamında ifade edilen “ihsân”, İslâm ve îmanın ileri derecesidir. Çünkü ihsan; mü’minlerin ulaşmak için ciddî bir gayretle çalıştıkları yakîni bir keyfiyet ve vicdan huzûrudur. İhsana ermiş kul, “Nereye yönelirseniz Allah’ın yüzü (zatı veya kıblesi) oradadır.” 6 ayetinin sırrına ermiş olduğundan haramdan sakınmada ve farzların ifâsında şuûr haline yükselmiş demektir. Kur’ân’da Allah Teâlâ bu duyguya eren mü’minleri “sabikûn'”dan sayar: “Mü’minlerin önde gelenleri, muhâcirlerle ensâr ve onlara ihsan duygusuyla tâbî olanlardır. Allah onlardan, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır.” 7

Cibril hadisinde zikri geçen konulardan her birini inceleyen bir ilim teşekkül etmiş. İslâm fıkhın; îman akâid ve kelâmın; ihsan da tasavvufun konusu olmuştur. Bu yüzden islâmî ilimlerin her biri mozaiğin parçaları gibi, bütünü oluşturan cüzlerdir. Birinin eksikliği dinî kemali etkiler.

İslâm şerîatının emrettiği ve yasakladığı hususlar zahirî ve batınî olmak üzre, iki noktada toplanabilir. Bunlardan namaz, oruç, hac, zekât, dille ikrar ve benzerleri zâhirî organlarla yapılması istenen emirler; zina, içki, küfür kelimesi ve benzerleri de yapılmaması istenen yasaklardır. İslâm’ın ilâhî yakınlığa vesile saydığı ameller ise batın ve kalble ilgili olan iman, tasdik, teslimiyyet, sabır, şükür, rıza, tevekkül gibi ma’nevî emirlerdir. Ma’nevî yakınlığı gölgeleyen fiiller yine kalble alâkalıdır. Sabırsızlık, kibir, ucüb, riya ve nimetleri küçümseme gibi. Bütün bu saydığımız mânevi emir ve yasaklar, âyet ve hadislerle emredilen konular olmakla birlikte, her nedense müslümanlar zâhirî emir ve yasaklar karşısında gösterdikleri hassasiyet ve duyarlılığı mâ’nevî emir ve yasaklar konusunda göstermemektedirler. Bunun temel sebebi olarak hatıra ilm-i fikh-ı zâhir denilen fıkıh ilmine ait konular üzerinde gösterilen titizliğin eğitim sürecinde kalbi ve tasavvufî konularda gösterilmemiş olması gelmektedir. Oysa ki fıkhın konusu olan farzlar kadar kalbî hayatımızı ilgilendiren emirler de ilgi görseydi hayatımız daha bir bütünlük arz ederdi.


Dipnotlar:
 l. el-Ahzâb, 33/21 2. el-Hucûrât, 49/14 3. bk. El-Ahzâb, 33/35 4. İbn Mace, Fiten 3. 5.Buhari, İman 37;Müslim, iman l 6. el-Bakara 2/115 7. et-Tevbe, 9/100