Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Oku!. Ama Neyi?

Altınoluk Dergisi, 2005 – Haziran, Sayı: 232, Sayfa: 005

Oku!” Kur’an’ın ilk emri! Mutlak bir emir bu. Yüce Yaratıcı Şanlı Peygamber’inden ve Onun şahsında bizlerden okumamızı istiyor. Ancak okunacak olan nedir? O konuda bağlayıcı ve sınırlayıcı emir yok. Cebel-i Nûr’un Hira mağarasında doğan vahiy güneşi, cehâlet karanlıklarını aydınlattı. Müslümanların önüne okuma ufku koydu. Maksadına mâtûf ve kemâline masrûf okuma emrinin neyi kapsadığı konusunda inen ilk sûrede birtakım ipuçları bulmak mümkün. Allah Teâlâ buyuruyor ki: “Oku! Yaratan Rabbının adıyla. O insanı alak denilen anarahim cidarına tutunan embriondan yaratmıştır. Oku! İnsana bilmediklerini öğreten, kalemle yazmayı belleten Rabbın, en büyük kerem sâhibidir. Gerçek şu ki insan kendini, kendine yeterli görerek azar. Kuşkusuz dönüş Rabbinedir.”1

Bu ilk inen âyetlerin mânâ ve medlûlünden insanın okuyacağı şeyler:

İnsanın kendisi,

Kâinât ve kâinâttaki olaylar,

Ve nihâyet Kur’an’dır.

Arapça’da kırâat ve tilâvet kelimelerinin ikisi de okumak mânâsına geldiği halde tilâvet daha çok bir metni okumak demektir. Kırâat ise bir metni okumak anlamına geldiği gibi; olayları, insanları ve yazılı olmayan gerçekleri okumak anlamı da taşımaktadır. Öyle ise insan okumaya nereden başlayacak? Biz “oku” emrinden neyi anlayacağız?

1- Okuyacağımız ilk şey

kendimizdir:

Kendi var oluş sürecimiz; yaratılışımız, ana rahminden bu dünyaya geliş serüvenimiz. Hatta daha ötelerden; ezeliyet âleminden, elest bezminden bu dünyaya yolculuğumuz. Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde “dinle” diyerek başlayıp anlattığı yolculuk. Kamışlıktan koparılan dalları budakları kesilip gövdesi dağlanarak delinen ve ucuna takılan baş pareden üflendiğinde yanık yanık sesler çıkarıp ayrılık türküleri söyleyen ney gibi; yabancılaşmayı, hasreti ve özlemi okumak. Dünyevî talep ve istekler sebebiyle Rabbimizden uzaklaşan gönül dünyamızın farkına varmak ve onu asıl âlemi ile irtibata geçirmenin lüzumunun şuûruna ermek.

Nereden gelip nereye gittiğimizi; önümüzün ve sonumuzun ne olduğunu anlamaya çalışmak. Bedeni, zihni, kalbi ve gönlü ile mükerrem olarak yaratılan ve ahsen-i takvime mazhar kılınan özelliğimizi aramak ve onu bulmak için emek vermek. Kendi zaaflarımızın da kabiliyetlerimizin de farkına varacak bir dikkat ve duyarlılıkla kendimize bakmak; kalıbımızı ve kalbimizi okumak. Yüce Yaratıcı’nın bize verdiği kabiliyetlerin farkına varmak ve bu kabiliyetleri yaratılış gayesi istikametinde kullanacak bir duyarlılığa ermek. İstidâdlarımızı tanıyıp kendimizi gerçekleştirmek. Hattâ kendimizi de aşarak bunları bize veren yüce kudrette fâni olup O’nunla var olduğumuzu ve bizim bize âid bir şeyimizin bulunmadığını idrâk etmek. Yâni kendimizi de aşıp O’na varmak. Öyle demiyor mu Yunus:

İlim, ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Ya sen kendin bilmezsin

Bu nice okumaktır.

İnsanın kendini bilmesi, gücünün zaafının farkında olması; güzellik ve kemâlin gerçek sâhibinin Allah olduğunu idrak etmesi demektir. Bu yüzden insanın ilk okuması gereken kendisidir. Kendisini tanıyarak ve farkında olarak Rabbını bulmasıdır. Çünkü insanın yaratılış gayesi ma’rifet-i ilâhiyye ve ubûdiyyettir. Yâni Allah’ı tanıyıp bilmek ve O’na gerçek manada kul olmaktır.

2- Kâinâtı ve olayları okumak:

İnsanın bu alemde okuyacağı en önemli şeylerden biri Cenâb-ı Hakk’ın ilim, kudret, rahmet, san’at ve hikmet meşheri olan kâinâtı ve kâinâttaki olayları hikmet ve ibret nazarıyla okumaktır. Zerreden küreye büyük bir tenâsüb ve âhenk içinde yaratılmış; muhteşem bir san’at eseri olan kâinât, güneş sisteminden galaksilere doğru, ancak sonsuzluk ifadesi ile anlatılabilecek muhteşem bir nizama sahip. Hiçbir sapma, şaşma, yanılma olmadan devam eden bu sistemin inceliklerine kafa yormaktır okumak. Yıldızlar âlemindeki güzellik ve ihtişâmı, denizlerdeki sayısız varlık ve oluşumu, yeryüzündeki milyonlarca çeşit canlıyı ve her birindeki muhteşem sanat hârikasını tefekkür etmek. Bütün bunların hepsinin kâinâtın gözde varlığı insan için yaratıldığını düşünmek. Düşündükçe insanı sarsan ve insana aczini, kâinatın sahibinin ise mükemmelliğini gösteren bir okuma. Kâinât kitâbını okumak herhâlde şâirin dediği gibi olmalıdır:

Bir kitabullah-ı azamdır serâser kâinât

Hangi harfin yoklasan mânâsı hep Allah çıkar

Kâinattaki yüce san’atkârın muhteşem san’atını, Sâni-i hakîmin akıllara durgunluk veren hikmetini, Kâdir-i lem-yezel’in zihinlere şaşkınlık veren kudretini ve nihayet Âlim-i mutlak olan Allah’ın sınırsız ilmini ve nâmütenâhî rahmetini okumaya çalışmak.

Kâinât olaylarında ve beşerî hâdisâtta aynı duyarlılıkla işin arka plânını; hikmet boyutunu kavramaya çalışmaktır okumak. Olayları kendimiz açısından olması gerektiği gibi algılamak ve yorumlamak yerine, olduğu gibi anlamak ve öyle olması ile ilgili hikmet ve ibretlere kafa yormaktır. Her olayın bir görünen yüzü, bir de görünmeyen yüzü bulunduğunu bilip, görünmeyen yüzünün görünen yüzüne tesir ve etkisini düşünmek. Hiçbir şeyin tesadüf ve raslantı sonucu olmadığını, her şeyin yerli yerince bir tenâsüp ve tevafuk içinde bulunduğunu kavramak. Sûfiyâne ifâdesiyle:

Deme şu niçin şöyle

Yerincedir o öyle

Bak sonunu seyreyle

Mevlâ görelim neyler

Neyleyse güzel Eyler

Erzurumlu İbrahim Hakkı

Tabiat kanunları çerçevesinde akıp giden fizikî olayların; kendi âlemindeki sebeplere bağlı cereyan eden sosyal olayların bir hikmet, imtihan, tedîb ve terbiye boyutunun varlığını nazardan dûr tutmamak. Nice hoşumuza giden şeylerin sonuçta şerr, nice hoşlanmadıklarımızın da neticede hayır olabileceği gerçeğini göz ardı etmemek.2

Kâinat’ta ve kâinattaki olaylarda en çok öne çıkan ilâhî sıfatlardan biri “rahmettir.” Cenâb-ı Hakk’ın “Rahmân ve Rahîm” isimlerinin mazharı olan rahmet ve muhabbet, hayatın devâmının harcı gibidir. Varlıkları birbirine bağlayan, güçsüz yavrunun kahrını çektiren, zorlukları kolaylaştıran hep rahmettir. Âcize ve düşküne şefkat nazarıyla baktıran yine o duygudur. Bu dünyada tecellilerine en fazla şâhid olduğumuz rahmet unsurunu görmek ve ondan alacağımız hayatı anlamlı kılmak da bir okumadır.

3- Kur’an’ı Okumak:

Kur’an, Rabb Teâlâ hazretlerinin Kelâm sıfatının mazharı; O’nun katından indirilmiş, insanlığa kurtuluş rehberi bir kitâb-ı azizdir. Lâfzı, rûhu ve mânâsıyla eşsiz bir mûcizedir. Bu özellikleri ile on dört asırdan beri insanlığa bir benzerini getirme konusunda meydan okumaktadır.3 O’nun bu meydan okumasına mukabil bugüne kadar bir benzeri getirilememiştir. İlâhî koruma altında bulunduğu için bugüne kadar bir âyetin bir kelimesi değiştirilememiştir. Geçmiş ve geleceği zaman tünelinde buluşturan, çağlar üstü mesajı ile kıyâmete kadar bütün insanlığa mutlak bir kurtarıcıdır. Kur’an-ı Aziz ve Furkan-ı Mecid olan kitabı bu özellikleriyle okumak, onu lâfzıyla ve mânâsıyla anlamaktır. İnsan, Kâinât ve Kur’an üçlüsü âdetâ üçüz gibidir. Kâinât makro-kozmos, insan kâinatın bir nüshası ve küçültülmüş bir örneği olmak itibarıyla mikro-kozmosdur. Kur’an hem kâinât kitabının şifrelerini çözmeye; hem de insan gerçeğinin sırlarını anlamaya yarayan bir kılavuzdur. İnsan ile Kur’ân tev’em; yani ikiz olduğu gibi insan ile âlem de tev’emdir. Sonuçta kâinât ile Kur’an da tev’emdir. Kâinat kevnî âyetler meşheri, Kur’an ise kelâmî âyetler meşheridir. İnsan her iki kitabı da okuyup kendi kitâbını yazmaktadır. İnsanın neyi okuduğu kadar, niçin ve nasıl okuduğu da önemli. Çünkü insan okuduğu, anladığı ve uyguladığı kadar kendi kitabını yazmaktadır. Okumadan yazmak; anlamadan kalem kullanmak mümkün değildir. Bu yüzden Kur’an bize okumayı emrederek işe başlıyor. Çünkü sonunda yine bize kendi kitabımız; ya da amel defterimiz için de aynı emir verilecek. Allah hesap gününde buyuracak ki: “Oku kitabını! Bu gün sana hesaba çekici olarak nefsin yeter!” 4 Kulun bu dünyadaki okumalarının doğruluğu, okumalarından anladıklarının düzgünlüğü sâyesinde amel defteri de yüz ağartacak ifâdelerle dolu olacak. Ya da tersi…

İnsanın Allah’a verdiği and ve sözle başlayan bu okuma ve yazma süreci hayat boyu devam ediyor. Sonuçta yine kendi ellerimizle yaptıklarımız ve yazdıklarımız bizim hakkımızda son sözün söylenmesine imkân veriyor. İnsanoğlunun her işlediği amel, onun âhiretteki enerji bedenine ilâve ettiği hücrelerdir. İnsanın âhiretteki bedeninin en son emâneti teslim ettiği ve toprak olmuş bedeni yerine onun amellerinden oluşan ve amellerinin seviyesine göre hoşluk, güzellik ya da çirkinlik neşreden bir beden olacağı hadislerden anlaşılmaktadır.5 Dolayısıyla her amel, bir kitap gibi bir enerji elbisesi giyerek âhirette bizimle yüzleşmek üzere arşivlenmektedir. İşte sonuçta okuyacağımız, amellerin oluşturduğu bu kitaptır. O kitaba iyi şeyler yazmak için insanın kendini, kâinâtı ve Kur’an’ı iyi okuyup anlaması ve yaşaması gerekiyor.

Dipnotlar: 1) el-Alak, 76/ 1-7. 2) bk. el-Bakara, 2/216; en-Nisâ, 4/19. 3) el-İsrâ, 17/88. 4) el-İsrâ,17/14. 5) bk. Abdürrezzak, el-Musannef, III, 581-582.