Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Mü’minin Sığınağı

Altınoluk Dergisi, 2000 – Ekim, Sayı: 176, Sayfa: 012

Duâ, kulun Allah ile olduğu; O’nunla âdetâ konuşur gibi bulunduğu ilticâ ve tazarru ânıdır. Kul ile Allah arasındaki ilişkinin ferdî ve kalbî planda en yoğun zamanıdır. İnsanın Allah’a muhtaç oluşunun ve acziyetinin farkına varması ve yüce kudrete boyun eğerek içten bir sevgi ve samimi bir gönül bağı ile yalvarıp yakarmasıdır.

Kul Allah’a muhtaç olduğu kadar O’na duaya da muhtaçtır. Diğer taraftan Allah Teâlâ da kullarının duâlarına önem vermekte; duâ ve niyâzı olmayan kullar için: “Sizin duâlarınız olmasa Rabbım sizi ne yapsın?” (bk. el-Furkân, 25/77) buyurarak duâsız bir kulun değersiz oluşuna işâret etmektedir. Ayrıca Kur’an’da geçmiş ümmetlere gelen sıkıntı ve zararların amacının onların Allah’a yalvarmaları olduğu husûsuna dikkat çekilmiştir. (el-En’âm, 6/42-43) Ez-cümle Allah kullarının kendisine duâ ve yakarışta bulunmasından hoşlanıyor ve onlardan bunu istiyor.

Dua bir bakıma Allah’ın kuluna açtığı bir pencere, bir bakıma da kulun bu pencereye ulaşmak için kurduğu bir merdivendir. Allah, kendisinden sual eden kullarına verdiği cevapla, duânın çerçevesini çizmektedir: “Kullarım sana Benden sorarlar. De ki: Ben onlara yakınım. Duâ ettiklerinde duâlarını kabul ederim. Onlar bana duâ etsinler, Benden istesinler, Bana inanıp güvensinler. Umulur ki bu sâyede doğru yola erişirler.” (el-Bakara, 2/186)

Duâ kâinâtın sahibi yüce kudret ile kalbî ve hissî bir bağ kurup kendinden geçmek; vecd ile mânevi bir hal yaşamaktır. Bu yüzden gören göz, hisseden gönül için Allah’ın varlığı güneşin harâreti, gülün kokusu gibi tabiî bir olaydır. Gül ve bütün bitkiler nasıl güneşten aldıkları gıdâ ve enerji ile canlı ise; inanan insan da, duâ sâyesinde Hak’tan aldığı manevi enerji ile canlı ve güçlüdür.

Duâ bir teksîf, cehd ve yönelme işidir. Ancak bu teksîf ve cehd, akıl ve fikir yoluyla değil, sevgi ve gönül yoluyla olur.

Duâda lafızlardan, sözlerin insicâm ve tantanasından çok, gönüldeki coşku ve teslîmiyet müessirdir. Duâ eskilerin ifâdesiyle mürâsele, yenilerin diliyle Hakk ile iletişimdir. Bu yüzden Allah Teâla: “Bana duâ edin, Ben de duânıza icâbet edeyim. Kibirleri sebebiyle Bana kulluk etmeye yanaşmayanlar, horlanarak cehenneme gireceklerdir.” (el-Mümin, 40/60) buyurarak kullarını kendisiyle iletişime ve ilişkiye çağırmaktadır. Ayrıca bu iletişimin içten ve derinden olmasını dileyerek: “Rabbınıza gönülden ve gizlice duâ ediniz!” (el-A’râf, 7/55) buyurmaktadır.

Allah Resûlü: “Dua ibâdetin iliğidir.” (Tirmîzî, Deavât, 1) ifadesiyle duânın ibâdet içindeki yerini tesbit buyurmaktadır.

Duâ ihtiyaç anahtarıdır. İhtiyaç sahipleri duâ ile sükûnete erer, dertliler o sâyede nefes alır, hastalar o sâyede şifâ bulur. Hakk Teâla: “Onlar ellerini kapalı tutuyorlar” (et-Tevbe, 9/67) âyetiyle ellerini duâ için dergâh-ı ilâhîye açmayan münâfıkları kınamıştır. Ayrıca sıkıntıdayken yapılan duâlara icâbetle sıkıntıları giderenin kendisi olduğunu (bk. En-Neml, 27/62) belirterek kullarını duâya çağırmaktadır.

Sûfîler, duânın kâl ile değil, hâl lisânıyla ve gönülden olmasını kabule karîn görürler. “Duâ mı, rızâ mı daha fâziletlidir?” tartışmasına taraf olan sûfîlerden duâyı efdal görenler: “Duâ bizatihî ibâdet olduğuna göre onu yapmak terketmekten elbette daha efdaldir.” demişlerdir. Tabii doğrusu kulun diliyle duâ sahibi, gönlüyle rızâ sahibi olmasıdır.

Rivayete göre Râbiatü’l-Adeviyye’nin yanında Sâlih Mürrî: “Bir kimse kapıyı ısrarla çalarsa bu kapının açılıvermesi umulur.” dedi. Râbia ona: “Bu kapı ne zaman kapandı ki açılması söz konusu olsun?” diye karşılık verince Salih Mürrî kendi kendine: “Ben ne kadar câhil adamım. Bu kadın da ne kadar ârif bir hanım!” dedi.

Duânın hayırlısı, kulun ihtiyacını Allah’ın huzuruna arzetmesi ve hüzünleri coşturmasıdır. Duâ günahları terk ederek Sevgili’ye dökülen iştiyâk lisânıdır. Hakk Teâla katına ancak hayâ dili ile çıkılabilir. Günah duânın yolunu tıkar. Bu yüzden duânın kabûlü için önce yolunu açmak gerekir.

Duânın sâbit bir zamanı ve mekânı olmaz. Her yerde ve her zaman duâ edilebilir. Ancak Allah’ın iç huzûru ve itminâna ermiş bir gönülle yapılan duâya icâbet etmesi daha çok umulur. Bununla birlikte duâların kabûlü için kapıların açıldığı Kadir gecesi, cuma saati, seher vakti gibi özel zamanlar; Kâbe, Arafât ve Mescid-i Nebî gibi müstesnâ mekânlar da vardır. Buraları duâ mekanı olduğu için, toplu tazarru ve niyazlarla kulların hüzünlenip gönüllerinin pozitif enerjiyle yüklenme şansı daha yüksektir. Ama duâyı sadece buralara hasretmek olmaz.

Teknolojik hayatın kirleri ve atıkları ile toplumsal hayatın gürültüsü, insanların kendilerine ayırabilecekleri bir âna fırsat vermemektedir. Oysa zihnî, kalbî ve bedenî yorgunluk ve sıkıntıların giderilebilmesi için, iç huzuru sağlayan ortamlara insanların ne kadar da çok ihtiyacı var?! Bu gürültü ve dağdağa arasında çok zor da olsa, insanın Rabbıyla buluşmaya ayıracağı bir zamanı ve bir duâ, bir hüzün ve bir iltica ânı olmalıdır. Gönül yorgunluğunun dinlenmesi, adalelerin gevşemesi ve stresin yerini sükûnetin alması için bu zaruri görünüyor. Nitekim Alexis Carrel, Duâ adlı kitabında: “Duânın bir alışkanlık hâline gelmek şartıyla karakter tesis edeceğini; bu yüzden sık sık duâ etmek lâzım geldiğini ve duâyı bir yaşayış biçimi hâline getirmek gerektiğini” söyler. Yine ona göre insanlık bugün duânın tesirinden habersiz yaşıyor. Oysa duânın psiko-fizyolojik pek çok tesir ve faydaları vardır.

Duâ kalitesine ve ısrarla tekrarlanmasına göre ruh ve beden üzerinde etki yapar. Duânın ısrarla tekrarlanmasıyla şiddetini anlamak mümkün ise de, kalitesini anlamak mümkün değildir. Çünkü kalplerde olanı ölçmeye yarayacak bir âlet henüz yok. Ancak şurası bir gerçek ki fikrî ve zihnî gelişimi eşit olan insanlardan ara sıra duâ edenler, hiç duâ etmeyenlere göre karakter ve ahlâkî değer açısından daha yüksektir. Duâ alışkanlık hâline gelince tesiri daha da artmaktadır. Böyleleri fakirliğe, hastalığa, kedere ve toplum hayatındaki sürprizlere karşı daha sabırlı; ölüm ve ıstırâba daha tahammüllüdür. Duânın meydana getirdiği huzur, rûhî ve bedenî hastalıkların tedâvisinde son derece etkili bir yardımcıdır. İnsan duânın mânevî tesiri sâyesinde zihnî ve mânevî kuvvetini daha iyi kullanabilecek bir güce erişmektedir. Denilebilir ki duâ insanı irsiyet ve eğitimin yükselttiği seviyenin daha üstüne çıkarabilecek bir güce sahiptir.

Alexis Carrel, duânın hastalıkların tedavisi konusundaki etkisiyle ilgili olarak şunları söylemektedir. “Duâ adetâ infilâkî bir tesir gücüne sahiptir. Duâ sâyesinde kanser, böbrek iltihapları, ülser ile veremin her türü gibi, en habis hastalıkların sür’atle iyileştikleri görülmüştür. Önce hastalık ve ıstırap, ardından iyi olduğunu hissetmek!”

Duâ, sadece duâ edene değil, belki duâ edilen yerde bulunanlara ve çevreye de etkili olmaktadır.

Namazda kıraati Allah ile konuşur gibi okumak nasıl namaz âdâbından ise duâyı da Allah kulunu dinliyormuş gibi ve kendisine cevap veriyormuş gibi yapmalıdır. Duâ, duyulan korkular sonucu bir panik ve sığınma gibi görülmemeli, aksine yüce kudretten güç ve enerji almak olarak değerlendirilmelidir. İnsanda korku duygusu tabii olarak vardır. Ancak insanın bildiği, sevdiği ve güvendiği kudrete duyduğu saygı dolu korku ile bilinçsizce panik hâlindeki korku arasında fark vardır. Sonra insan keyfinin isteğine göre korkusuzca ve tehlikesizce kendi hayatına yön veremez. Başarı için hayatın gerektirdiği kâidelere uymak şarttır. İster rûhî ve ahlâkî, ister fizyolojik olsun kendimizdeki temel faaliyetleri ölüme terketmemeliyiz.

Bir milletin çoğunluğunda din ve ahlâk duygularının sönmesi o milletin düşmesine ve başkalarının kimliğine bürünmesine sebep olabilir. Duâ etme ihtiyacı hissetmeyen toplumlarda din duygusu yok olmaya, din duygusunun yok olması da kimliğin yok olmasına müessir olur.

Duâ insanın ilâhî âlem ile irtibâtını sağlamaktadır. Duâ ile insan Allah’a ulaşır, Allah insanın kalbine yerleşir. Duâyı sadece zayıf ruhların, miskinlerin fiili olarak görmemelidir. İnsan suya ve oksijene olduğu kadar Allah’a muhtaçtır. Duâ insanın Allah’a ihtiyacını arz etme eylemi olduğuna göre duasız insan düşünülemez. İnsandaki din duygusu ve Allah inancı; bilgi, sezgi, güzellik duygusu ve zekâ aydınlığına ilâve olarak şahsiyet ve kimliğin teşekkülünü sağlar. İnsanın başarısı fizyolojik, hissî ve rûhî kabiliyetlerinin tam inkişaf ve uyumuna bağlıdır.

İnsanın iç ve dış dünyasında kendisini zarara sokan düşmanlarına karşı mücadelede en önemli silahı, duâsıdır. Özellikle insanın, ihtiyacı içindeki nefsin ve onun kurduğu desîselerin üstesinden gelmede duâya ihtiyacı vardır.

Duânın müstecab ve makbul olması için gerekli birtakım adâbı vardır. Sûfîlere göre bunun en önemli şartı “huzûr-ı kalb”dir. Çünkü Allah Teâla’nın gaflet içinde yapılan duâyı kabul buyurmayacağına inanılır. Duânın kabûlünün bir başka temel şartı “helâl lokma” ve “tıyb rızık”tır. Bunlardan başka İmam Gazzalî, İhya’nın duâ âdâbı bahsinde şu şartlara da temas etmektedir:

1. Şerefli vakitleri aramak: Duâ için belli bir zaman olmamakla birlikte belli zamanlarda duâların kabûlüne dair nass vârid olmuştur. Arefe günleri, Ramazan ayı, cuma ve kandil geceleriyle seher vakitleri bu türdendir.
2. Şerefli hallerden yararlanmak: Oruç, cihad, yağmur yağması gibi içinde güzel hallerin bulunduğu demler duâ için teşvik edilen zamanlardır.
3. Kıbleye dönerek ellerini kaldırıp duâ etmek: Nitekim: “Rabbınız; kulları ellerini kaldırıp kendisinden bir şey istedikleri zaman onları boş çevirmekten haya eder.” (Tirmizi, Ebu Davud) buyurulmuştur.
4. Duâyı gizlice; yani bağırıp çağırmadan yapmak: Nitekim Allah Rasulü: “Sizin duâ ettiğiniz ne gâibdir ne de sağır. Sizin duâ ettiğiniz atlarınızın boynu ile sizin aranızda, yani yanınızdadır.” (Buhari ve Müslim) buyurduğu gibi Allah Teâla da: “Rabbınıza gönülden ve gizlice duâ edin!” (el-A’râf, 7/55) buyuruyor.
5. Duâda yapmacık sözlerden kaçınmak: Dua eden kimse tekellüfsüz; tumturaklı ifadelerden çok, samimi ve ihlaslı sözlerle tevazu içinde rabbına iltica ederse Allah bundan daha çok memnun olur.
6. Huşû ve hudû ile Allah’tan sakınarak ve kabûlünü umarak duâ etmek: Nitekim Allah Teala: “Onlar iyi işlere koşarlar, sevab umarak ve cezadan korkarak Bize duâ ederler” (el-Enbiya, 21/90) buyurmaktadır.
7. Allah’a karşı duânın kabûlü konusunda hüsn-i zan sâhibi olmak: Nitekim buyrulur: “Dua ettiğiniz zaman kabul olunacağına inanarak duâ edin Bilmiş olunuz ki, gafletle yapılan duaları Allah kabul etmez.” (Tirmizi)
8. Duada ısrar ve devamlılık: Efendimiz buyurur: ” Dua ettim Allah kabul etmedi” diye acele etmedikçe Allah sizin duanızı kabul eder.” (Buhari)
9. Duâya Allah’ın adını anarak başlamak.
10. Duânın bâtınî şartlarına uymak: Duânın bâtınî şartları tevbe, hak sahipleriyle helalleşme ve bütün himmetini Allah’a teksif etmektir.

Bu sayılan şartları taşıyan bir duâ, gönül kapılarını da; gök kapılarını da bi-iznillâh açacaktır.