Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Mevlânâ’nın Mesajı

Altınoluk Dergisi, 2007 – Haziran, Sayı: 256, Sayfa: 041

Mevlânâ düşünce ve inanç sisteminin merkezine insanı oturtmuş bir mütefekkir ve gönüller sultânıdır. Onun anlayışına göre insan, ezeliyyet âleminden ebediyyet yurduna doğru yol alan, âlemin en değerli ve gözde varlığıdır. Bu yolculuk insanın kendisini tanımasıyla başlar, Hakk’ı tanıma/ma’rifet tarafına doğru sürüp gider. Mevlânâ’ya göre bu yolculukta gönül âdeta motor, aşk ona elektrik veren dinamo, Kur’an ve Sünnet ise hayat rehberi, yol gösteren pusula mesâbesindedir. Bu yolun yolcusunun üslûbu müsamaha, misyonu ise kendisine ve başkalarına ümîd aşılamak ve bu sûretle hayâtı anlamlı kılmaktır. Bu bakımdan Mevlânâ’nın anlayışında insan gönlünün, aşkın, Kitap ve Sünnet’e bağlılığın, müsamahanın ve ümidin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bunlar Mevlânâ’nın en çok vurgu yaptığı ve evrensel mesajını üzerine bina ettiği temel esaslardır. Bu konularda Mevlânâ ez-cümle şunları söylemektedir:

1. GÖNÜL

Farsça karşılığı “dil” olan gönül Mesnevî’de en çok geçen kavramlardandır. Gönül aşk ve ma’rifet mahallidir. Mevlânâ gönlü “nazargâh-ı ilâhî” olarak görür.

Gönül, gerçek bir gönülden, nebî ve velîlerin gönlünden beslendiği zaman gönül adını almaya hak kazanır. Böyle bir gönül her şeyden değerlidir. Vuslata ermenin yolu Mevlânâ’ya göre gönle girmektir. Gönül, gönül fırını denilen aşkla pişer. Gönlün hamlık ve kabalıktan kurtulması için aşk ateşinde yanması gerekir. Aşkla gönül birdir. Gönül Allah’ın hissedildiği yer, aşk da O’nu hisseden güçtür. Senin saman çöpü kadar değer vermediğin gönül, arştan da üstündür, kürsîden de, levhten de, kalemden de. Yıkık gönül Allah’ın nazar buyurduğu varlıktır. O yıkık gönlü îmar eden ne kutlu gönüldür.1

Yûnus Emre de bu mânâda şunları söyler:

Bir kez gönül yıktın ise

Bu kıldığın namaz değil

Yetmiş iki millet dahi

Elin, yüzün yumaz değil2

Yûnus’un bir başka şiiri de şöyledir.

Gönül çalabın tahtı

Çalab gönüle baktı

İki cihan bedbahtı

Kim gönül yıkar ise3

2. AŞK

Aşk gönlün dinamosudur. Mevlânâ, Mesnevî’sinin giriş kısmında aşkla ilgili olarak şunları söyler: İnsanı insan eden aşktır. Aşk insanı hırstan, kibirden, varlıktan ve benlikten kurtaran tek ilaçtır. İnsan onunla bireysellikten kurtulur. Ey sevdâsı güzel aşkımız, neşelen, sevin. Ey bütün hastalıklarımızın hekîmi, kibirlerimizin ilâcı. Aşk insana Eflâtun’un felsefe ile Galinos’un tıpla yapamadığı rûhânî ve cismâni etkiyi yapacak güçtedir. Topraktan olan cesed aşkla eflâkî/semâvî olur. Dağ bile aşk sayesinde çeviklik kazanır, hareket eder.4

Mevlânâ aşk konusunda sözü şu noktalara kadar getirir ve der ki:

Her şey Sevgiliden ibârettir, âşık ise perde,

Yaşayan Sevgilidir, âşık ise ölü herhalde

Âşıkta aşkın acısına tahammül yoksa,

O kanatsız kuş gibi kalır, vay haline.5

Fuzûlî de bu konuda der ki:

Cânı Cânana vermektir kemâl-i âşıkın

Vermeyen can itiraf etmek gerek noksanına

3. REHBER: KUR’AN VE SÜNNET

Mevlânâ yolunun ve yorumunun kaynağını Kur’an ve Peygamber olarak görmekte, bundan farklı bir şekilde algılanmaktan rahatsız olacağını Rubâiler’inde şu şekilde anlatmaktadır:

Bendesiyim Kur’ân’ın tende oldukça bu can

Ahmed-i Muhtâr’ın ayağının tozuyum her ân

Benden bundan başka bir söz nakleder ise her kim

Ben o sözden de onu nakledenden de incinirim6

4. MÜSAMAHA

Mevlânâ, müsamaha iklîminin insanıydı. İnsanların birbirlerini müsamaha ile bakmasını, kavgasız güzellik içinde yaşamalarını isterdi. Bir gün kavga eden iki kişiden biri öbürüne: “Çok konuşuyorsun, bir sus bir söyle” diye dayatınca, Mevlânâ araya girerek şunları söyledi: “Sen ne söyleyeceksen bana söyle. Benimle didiş. Sen bin söyle benden bir bile duymayacaksın.” Bu sözler üzerine kavga edenler utanıp barıştı.

Mevlânâ bütün insanların birbirini sevmesinden yana bir anlayışın sâhibiydi. Bunun için de aşkı temel iksir olarak görmekteydi. Derdi ki: “Ölmeden önce birbirimizin kadrini bilmeliyiz. Gelin İhlâs ve Muavvizeteyn sûrelerini birbirimizi sevmemize vesîle olması niyâzıyla okuyalım.” Çünkü temelinde sevgi olan bir insanlık anlayışı bütün soğuklukları ısıtır, bütün karanlıkları ışıtır, uzakları yakın eder, duyguları derinleştir, sözleri anlamlı kılar, varlık âlemindeki her varlığa şefkat ve ibret nazarıyla bakmayı sağlar.

5. ÜMÎD

Mevlânâ ümîdsizliği asla hoş görmeyen ve insanlara ümîd aşılayan bir gönüller sultânıydı. Çünkü Allah Teâlâ Kur’an’da: “Ancak kâfirler ümitsiz olur”7 buyurmaktaydı. Yakub’un Yûsuf’u bulma konusunda ümîd kesmemesini anlatan bu âyetten yola çıkarak Mevlânâ cennetten inen Adem’in tekrar oraya döneceği ümidini taşıyordu. Bu yaklaşım en zor zamanlarda bile onu insanlara ümîd aşılamaya sevk etmişti. O derdi ki:

Ümîdsizlik tarafına gitme, ümîd kapıları vardır.

Karanlıklar semtine varma, güneş parlamaktadır.8

Onun anlayışına göre ümîdsizlik güneşe bakamayan yarasa gibi zulmet tabiatlıların kâbiliyetsizliklerinin tezâhürüydü.9 Ümîdsizlik insan ömrünü biçen, kökünü koparan orak mesâbesindedir. Bu yüzden Hz. Mevlânâ darda kalanlara Allah’a yalvarmalarını salık vermekte ve şöyle demektedir:

Sakın ümîdsiz olma, kendini şâd eyle.

Her feryâda yetişene istimdâd eyle.10

İnsanları fânîden Bâkî’ye yönlendiren Mevlânâ’nın bu mesajı her zaman mâkes bulmuş, dün de bugün de insanlar için kurtuluş vesîlesi olmuştur. Doğumunun 800. yılı münâsebetiyle yapılan etkinlikler gelecekte de onun ufkunun açık olduğunu göstermektedir.

Dipnotlar: 1) Dîvân-ı Kebîr, VII, b. 8077-78. 2) Yûnus Dîvânı, s. 205. 3) a.e, s. 139. 4) Mesnevî, I, b. 22-25. 5) a.e, I, b. 30-31. 6) Şefik Can, Hz. Mevlânâ’nın Rubâileri, b. 1311. 7) Yûsuf, 12/87. 8) Mesnevî, I, b. 725. 9) Mesnevî, I, b. 3647. 10) Mesnevî, I, b. 3251.