Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Merhametten Maraz mı Doğar?

Altınoluk Dergisi, 2004 – Nisan, Sayı: 218, Sayfa: 005

Hâşâ !..

“Elbette merhametten maraz doğmaz.” Türkçemizde uzun yılların tecrübesiyle ortaya çıkmış çok güzel atasözleri ve deyimler var. Ancak bunların bazısında maksadını aşan, genel kabûlü ve temel değerleri zorlayan ifâdeler bulunmaktadır. Bunlardan biri “Merhametten maraz doğar.” Diğeri de “sopa cennetten çıkmışdır.” sözüdür.

Temel değerlerimiz içerisinde yer alması gereken hususlar, tarihî süreçte Kur’an ve sünnet çerçevesinde dînî ve kültürel birikim olarak hayatımıza yansımaktadır. İslâm, kitabının ilk sûresinde iki defa; diğer sûrelerin başında sürekli tekrarlanan Rahman ve Rahim sıfatları ile kâinatın ve hayatın merkezine merhameti yerleştirdiğini göstermektedir.

“Rahmân ve Rahim” kelimeleri Arapça’da “Rahm” kökündendir. “Rahm” acımak mânâsına geldiği gibi kadındaki “döl yatağı” anlamına da gelmektedir. Ana rahmi, cenîni nasıl korur, gelişimine imkân sunar,  kanı ve canı ile beslerse merhamet duygusu da insânî hayatı ve beşerî vasıfları korur, besler ve geliştirir. Nasıl rahmi “döl yatağı” olmayan bir kadın “ana” olamazsa, merhameti olmayan bir insan da insan olamaz. Allah Teâlâ’nın insanlara ve yaratıklara olan sevgi ve merhameti bundan çok daha ilerdedir. Nitekim Allah Rasûlü, esirler arasında bulunan yavrusuna kavuşan bir annenin çocuğunu şefkatle bağrına bastığını görünce şöyle buyurmuştu: “Şu kadının çocuğunu ateşe atabileceğini düşünebilir misiniz? İşte Allah da kullarına bu kadına şefkatinden daha merhametlidir.” 1

Kur’an’da “Allah Teâlâ, merhameti kendi nefsine farz kıldığını”;2 “kurtuluş için asıl işin iman etmek, birbirimize sabrı ve merhameti tavsiye etmek olduğunu”;3 “inananların birbirlerine karşı son derece merhametli olması gerektiğini”;4 “Allah yolundan dönenlerin yerine Allah’ın ikame edeceği topluluğun müminlere karşı alçak gönüllü ve merhametli olacağını”5; “insanın bu dünyada olduğu kadar ahirette de bir şefâatçiye sıcak bir dosta ihtiyacı bulunduğunu”6  haber vermekte ve “inananlara karşı gönlümüzde asla kin taşımamamız gerektiğini”7 emretmektedir. Bunun bir adım daha ötesinde merhametle hareket etmeyen, afv yolunu tutmayan, iyilik ve güzellikle emretmeyen kimseyi Allah, câhillerden saymaktadır. 8

Sevgi, şefkat ve merhamet, insana saygının, hatta ondan da önce insanın kendisine saygısının bir göstergesidir. İnsan bu âlemde ve öbür âlemde ne ekerse onu biçer. Nitekim Allah Rasûlü: “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.”9 buyurmaktadır.

Sevgi, şefkat ve merhamet ekseni üzre insânî kişiliği inşâ eden yüce dinimiz, İslâmî toplumun da aynı değerler üzerine yükseleceğini Hz. Peygamber’in dilinden ifade buyurmaktadır: “Müminler birbirini sevmekte, birbirlerine acımakta ve korumakta bir vücûd gibidir.”10 İslâm toplumu bir vücûd, İslâmî müesseseler bu vücûdun organları, Müslümanlar da bu organların hücreleri mesâbesindedir. Birbirinin uzvu ve aynı organizmanın hücreleri birbirlerine nasıl zarar verebilir, ya da birinin rahatsızlığından diğerleri nasıl incinip sızlanmaz?

Sevgi, merhamet ve şefkatten mahrûmiyet, insana acı çektiren ve onu ateşler içinde kıvrandıran bir hastalık gibidir. Öyleyse maraz ve hastalık merhametten değil, merhametsizlikten doğmaktadır.

Cennete girebilmeyi hak edebilmek için akrabâ, dost ve bütün Müslümanlara, hatta bütün insanlara karşı şefkatli ve merhametli olmak gerekmektedir.11 Ancak merhamet ile muhabbet ayrı ayrı şeylerdir. İnsanoğlu herkese karşı merhamet ve şefkatle mükellef olduğu halde muhabbetle mükellef değildir. İnsan olarak kâfir ve inançsız kimseye de acırız ama, onları sevmek zorunda değiliz.

Şefkat ve merhamet, kalbin ve insanî ruhun temel karakteristik özelliklerindendir. Kalp iman nûrunun dinamosu gibidir. Oraya iman girince insan gönlünü ateşleyip aydınlatacak elektriği kendi kendine üretmeye başlar. Şefkat ve merhamet bir kalb eylemidir; zekâ ürünü değildir. Nitekim bir çok zeki insan vardır ama şefkat ve merhametten nasipsizdir. Sadistler ve seri katiller insandır ama kalpleri yoktur; ya da kalplerinde merhamet ve şefkatten eser yoktur.

Şefkat, merhamet ve maneviyât duygusundan mahrûmiyet insanı canavarlaştırır. Bazan canavar ruhlu insanlar toplumsal kabûllerin arkasına kolayca sığınabilmekte ve “Merhametten maraz doğar” deyip canavarlığına bahâne üretebilmektedir. Ya da “dayak cennetten çıkma” sözü ile saldırganlığına sığınacak bir yer aramaktadır. Oysa insana insanca muâmele gerektiği mâlumdur.

İnsanı Allah’a yaklaştıran şeylerin en önemlilerinden biri O’nun yaratıklarına şefkat ve merhamettir. Her zerre Hakk’ın tecellisine mazhar olduğu için Allah’ın yaratıklarına şefkatle davranmak gerekir. Mahlûk olmak itibarıyla insanla hayvan, büyükle küçük, fakirle zengin arasında bir fark yoktur. Bu yüzden bütün yaratıklara karşı şefkat ve merhametle davranmak inananın vazifesidir. Kimsenin kalbini incitmek; kaba sözlerle mahcûb etmek hakkımız olmadığı gibi, kötekle te’dib etmek asla haddimiz değildir. Yanında bulunan okunu, câmi, çarşı pazar gibi insanların toplu bulundukları yerlerde herhangi birine zarar vermemek için ucunu eliyle tutmayı emreden12 bir din elbette insanları dil okunun yarasından sakındırmayı çok daha fazla önemseyecektir.

İnsana merhamet ve şefkat tâliminin en etkin biçimde gerçekleştiği alan çocuklardır. Çocuklara duyulan şefkat ve merhamet insan gönlündeki rahmet tezâhürlerinin en güçlü alanlarındandır. Nitekim çocuklarını hiç kucağına alıp öpmediğini söyleyen bir bedeviye Allah Rasûlü’nün söyledikleri bu konudaki değer hükmünü ortaya koymaktadır: “Allah sizin kalplerinizden merhamet duygusunu çıkarıp almışsa ben ne yapabilirim ki?”13

Korku ve hüzünden âzâd olan Allah dostları Allah’ı seven, Allah’ın da kendilerini sevdiği; halka şefkat, merhamet, afv, hilim, rıfk, sabır ve mülâyemetle muâmele eden, kimseden incinmeyen, kimseyi incitmeyen kimselerdir. Allah gönül yapanın hatâlarını bağışlar. Allah’ın affetmediği şirk ve kul hakkıdır; gönül yıkmaktır.

Hz. Mevlânâ der ki:

Âşıkların gönüllerinin yanışında kıvılcım vardır

Gönüllerini Sevgili’ye verenlerde de derdin alâmetleri.

Sen hiç duymadın mı ? Yanıp yakılanların gönüllerinden

Çıkan bir “ââh!” Allah’ın rahmet katına geçer gider.14

Cenâb-ı Hakk bir kimseye rahmet inâyet buyurursa o kimsenin gözünü yaş, kalbine hüzün ve yakarış, diline niyaz ve yalvarış koyar. O kimse de gözyaşıyla Allah’a feryâd ü figan eder.

Gözyaşını bulmak için ağlayanların yanına varmak gerekir. Yetim, fakir ve mazlûmların hâllerine şefkat ve merhamet etmek gerekir. Gözyaşını bu tür insanların yanına varıp hâllerine muttali olarak derdlerine katılmak ve kendilerine hoş muâmele etmekle bulabiliriz. Çünkü Allah’ın rahmetine kavuşmak garip, çâresiz, kimsesiz, dermandan düşmüş âcizlere merhametle mümkün olur. Nitekim yıkık gönülle ölüye dökülen gözyaşını Allah Rasûlü: “Allah’ın merhametli gönüllere koyduğu rahmet eseri olarak görmektedir.”15

Böylesine yüceltilen merhametten hastalık mânâsına maraz değil, olsa olsa rızâ ve hoşnutluk anlamına “merzât” doğar.

Dipnotlar: 1) bk. Tecrid-i Sarih Tercümesi, XII, 125 vd. 2)  el-En’am, 6/12. 3) el-Beled, 90/170. 4) el-Feth, 48/29. 5) el-Mâide, 5/54. 6) eş-Şuarâ, 26/ 100-101. 7) el-Hicr, 59/10. 8) el-A’râf, 7/199. 9) Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fazâil, 65. 10) Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66. 11) bk. Müslim, Cennet, 63. 12) bk. Buhârî, Salât, 66; Müslim, Birr, 120-124. 13)  Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fezâil, 164. 14) Mevlânâ, Rubâiler, nşr. Şefik Can, Nr. 544. 15) bk. Tecrid Tercümesi, XII, 128.