Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

İNCİNMEYEN ve İNCİTMEYEN PEYGAMBER

İnsânî ilişkilerin nîrengi noktası, karşısındakinin farkına varmak ve onun da insan olduğu duygusuna ermektir. Sadece “kendi” merkezli yaşamak, “ben merkezli” düşünmek ve karşısındakileri hiçe sayıp görmezden gelmek insânî ilişkilerin en önemli zaaf noktasıdır. Beşerî münâsebetler, insan ilişkileri ve kişisel gelişimle ilgilenenler diyorlar ki: İnsânî ilişkilerin temel noktası “empati” denilen kendisini karşısındakinin yerine koyma prensibidir. Bu açıdan baktığımızda Allah Rasûlü’nün yüksek şahsiyetinde bu özelliğin çok çarpıcı örneklerini görürüz. Kur’an onun yaratıklara olan şefkatine, insanlara olan merhamet ve re’fetine işâret etmektedir: “Size kendi içinizden öyle bir Peygamber geldi ki, sizin hüsrânınıza üzülür, saâdetinizi cidden ister; mü’minler için yüreği rikkatle ve merhametle çarpar!”[1]

Allah Teâlâ bu ayette kendi isimlerinden olan raûf/çok şefkatli ve rahîm/pek merhametli sıfatlarını Peygamberimiz’e de vermiştir ki, önceki peygamberlerden hiçbiri bu sıfatların ikisine birden mazhar olamamıştır.

Beşerî ilişkilerde empatinin en önemli vasfı yumuşaklıktır. Peygamberimiz de bu özelliği sebebiyle insanların kabûlüne mazhar olmuş, insanların gönlünde taht kurmuştur. Zaten beşerî münâsebetlerde insanları etkileyen dehâ ve zeka değil, karakter ve tutarlı şahsiyettir. Nitekim Allah Teâlâ buyurur ki: “Allah’ın sana olan rahmeti sayesinde insanlara karşı leyyin/yumuşak davrandın. Sen katı yürekli, sert ve acımasız olsaydın insanlar etrafından dağılıverirlerdi.”[2]

Asr-ı saadette insanlar Peygamber Efendimiz’in karakter ve şahsiyetine hayranlık duyarak sıcak bir duygu, yanık bir gönülle kendilerini onun etrafında pervane etmişlerdir. Onun, bulunduğu konumu şahsî çıkarları için kullanmayan, külfette en önde, nîmet paylaşımında ise en sonda bulunması insanların gözünden kaçmamıştır. Medîne’de sebebi bilinmeyen bir gürültü koptuğunda herkes adeta: “Ne oldu, bu ses neyin nesi?” dercesine birbirinden medet umduğu sırada Ebû Talha’nın mendub isimli atına binip sesin geldiği yere giderek durumu teftiş eden ve ashâbına: “Korkulacak bir şey yok” diye sükûnet telkîn eden o olurdu.[3]

Diğer yandan Hendek savaşında hendek kazımı sırasında Câbir b. Abdullah’ın sofrasına davet ettiği yüzlerce sahâbîsini bizzat elleriyle servis yapıp doyurmadan sofraya oturmayan yine oydu.[4] Ondaki bu fedâkar, gözü tok ve riskten kaçınmayan tavır ashâbının hayranlığını celbediyordu.

Allah Rasûlü’nün yakın çevresinde bulunan âile fertlerinden başlayarak bütün ashâbına ve topyekün insanlara karşı şefkat ve merhametle davrandığını, hiç kimseyi asla incitmediğini görüyoruz. Gördüğü yanlışlar ve hatalar karşısında insanları uyarırken “galat-ı ru’yeti” kendine izâfe ederek yani kendisinin yanlış görmüş olduğunu söyleyerek derdi ki: “Bana ne oluyor ki ben bazı kardeşlerimi şu şu hallerde görüyorum.”[5] Bu ifadeleriyle: “Kardeşlerim böyle yapmaz, ben herhalde yanlış görüyorum”  demek isterdi.

Kendisine yapılan her türlü haksızlık ve yanlışa karşı olgunlukla mukâbele eder, insanların yanlışlarını bağışlardı. Nitekim bir ganîmet dağıtımı sırasında kendisinden develerinin ganîmetle doldurulmasını isteyen ve bunu talep ederken Allah Rasûlü’nün yakasına yapışıp cübbesinin ipleriyle boynunda iz bırakacak kadar çeken ve ardından: “Babanın malını vermiyorsun, develerimi ganîmet malıyla doldur” deme küstahlığında bulunan bedevîye bile tebessüm ederek talebini yerine getirmiş ve bağışlamıştı.[6] Çünkü Allah Teâlâ: “(Ey Rasûlüm!) Sen afv yolunu tut; bağışla; uygun olanı emret; câhillere aldırış etme!”[7] buyurmuştu.

Haddini bilmeyen, sınırı aşan insanlarla ilişkide sürekli hoşgören olmak, incinmemek ve incitmemek zor bir iştir. Hatta denilebilir ki incinmemek incitmemekten daha da zordur. Çünkü incitmemek eldedir. Elinize, dilinize, gözünüze sahip olursunuz, kendinizi frenlersiniz ve insanları incitmeyebilirsiniz. Ama insanların ham, çiğ davranışları karşısında incinmemek elde olan bir şey değildir. Bu ancak çok engin bir gönülle aşılabilecek bir nefs engelidir. Allah Rasûlü incitmediği gibi incinmezdi de.

Ashâb arasında bedevîlikleri sebebiyle nice kabalık yapan insanlar hatta Mescid-i Nebî’ye bevledenler bile olurdu. Ama o bunlara kızmaz ve bu davranışları yapanları incitecek ölçüsüz tepkiler göstermek şöyle dursun ashâb içinden ölçüsüz tepkiler gösteren olursa uyarır, onları hoşgörüye ve incitmeyen nazik tavra davet ederdi.[8] Nitekim kendisinden zinâ etmek üzere izin isteyen bir delikanlıyı bile bağırıp çağırıp hırpalamadan, incitmeden ona birtakım sualler sorarak ikna yoluyla bu düşüncesinden vazgeçirmişti.[9]

Temelinde hamlık, hoyratlık olan kaba davranışlar ve haddini bilmeyen küstah tavırlar insanları incitir, üzer ve gönüllerini kırar. Nübüvvet pınarının serçeşmesi olan peygamberler ve başta Hz. Peygamber (a.s.) incinmeme ve incitmeme konusunda insanlığa model olmuştur. Ahlakî erdemler de ancak model şahsiyetlerden öğrenilebilir. İslam tarihi boyunca ümmetin yaşadığı güzelliklerde Allah Rasûlü’nün yüce şahsiyetinin ve üstün karakterinin izleri vardır. İnsanlar o şahsiyete yaklaşabildikleri ölçüde toplumda kabûle lâyık fazîletlere ermişlerdir. İncinmemek ve incitmemek edebiyâtımızda da ayrı bir güzellik rüzgarı oluşturmuş ve pek çok şâir bu konuda duygularını dile getirmiştir. Bunlardan biri olan Pertev Paşa bu mânâyı şöyle ifâde eder:

Ne şemm et bülbülün verdin, ne de hârdan incin

Ne gayrın yârine meyl et, ne sen ağyârdan incin

Ne sen bir kimseden âh al, ne âh u zârdan incin

Ne sen bir kimseden incin, ne senden kimse incinsin[10]

***                             ***                             ***

Cihân bağında ey âkıl budur makbûl-i ins u cin

Ne kimse senden incinsin ne sen kimseden incin

[1] et-Tevbe, 9/128. Ayrıca bkz. el-En­bi­yâ, 21/107.

[2] Al-i İmrân, 3/159

[3] İbn-i Sa’d, I, 373; Buhârî, Edeb, 39.

[4] Buhârî, Megâzî, 29; Vâkıdî, II, 452.

[5] Bkz. Buhârî, Menâkıb, 25; Müslim, Salât, 119.

[6] Buhârî, Humüs 19, Libâs 18, Edeb 68; Müslim, Zekât 128. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 1; Nesâî, Kasâme, 24; İbni Mâce, Libâs 1

[7] el-A’râf, 7/199.

[8] Buhârî, Vudû’ 58, Edeb 80. Ayrıca bk. Müslim, Tahâret, 98–100; Ebû Dâvûd, Tahâret 136; Tirmizî, Tahâret 112; İbni Mâce, Tahâret 78.

[9] Ahmed b. Hambel, V, 256-257; Heysemî, I, 129

[10] Şiirin açıklaması: Ne bülbülün âşık olduğu gülü kokla ne de dikenden incin, dikenden inciniyor ve korkuyorsan gülü koklamamalısın. Çünkü gülü seven dikenine katlanır. Ne Allah’ın dışında başkasının sevgilisine ilgi duy, ne de ağyâr sayılan Allah’ın dışındakilerden incin. Allah’ın dışındaki fânî şeylere gönlünü kaptırırsan incinirsin, çünkü fânîye güvenmek sonuçta insanın güvenini yıkar. Ne sen başkasından âh al, ne de başkasının âh u zârından incin. Çünkü başkasından âh alacak işler yapanın başkalarının kendisine ah çektirmesiyle incinmeye hakkı yoktur. Doğrusu başkasından incinmek ve başkasını incitmektir. Tek kelimeyle kalb-i selîm sâhibi olmaktır.