Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

İbn Sirin

Altınoluk Dergisi, 1986 – Mayis, Sayı: 003, Sayfa: 032

Adı Muhammed b. Sirin, künyesi Ebû bekir. Kûfe’nin batısında Aynü’t-temr’den. Sahabeden Enes b. Malik’in azadlısı, Saadet asrına ulaşan zahidlerden, Hasan Basri’nin arkadaşı. Annesi Safiye Hazret-i Ebûbekir radiyallahu anh’ın azad ettiklerinden, Hazret-i Osman’ın hilafeti zamanında Hicri 33 (Miladi 654)’de doğdu. Enes b. Malik, Abdullah b. Amr, Ebû Hüreyre, İkrime, Abdullah b. Abbas, Zeyd b. Sabit gibi sahabilerle görüştü. Onlardan hadis rivayet etti. Hadîs rivayetinde metne bağlılığı ile meşhurdur.

İbni Sirin, takva ve verâ’ sahibi, ihvana ikramı seven, din kardeşlerini her vesileyle ziyarete itina eden, geceleri ağlayıp gözyaşı döken Hakk aşıkıydı.

Nitekim Abdullah el- Müzeni O’nun hakkında: Asrının en müttakî ve verâ sahibi zatını, görmek isteyen İbni Sirin’e baksın” -“Allah’a andolsun ki, ondan daha vera sahibi birini görmedim” derdi.

Ebûbekir Vasiti de: Muttaki İbni Sirin gibi olur, der ve şöyle anlatırdı: Bir defasında kırk külek yağ satın almıştı, birinde bir fare ölüsü çıkardığını görünce hizmetçisine hangisinden çıkardığını sordu. Hizmetçi bilemiyorum, deyince hepsini döktü.

BİR ZULÜM

Hasan Basri, Şâbî ve Fudayl bin Iyad gibi zatlarla görüştü, sohbetlerde bulundu. Hatta Süvar b. Abdullah, İbn Sirin ve Hasan Basri hakkında “O ikisi bu memleketin efendileridir” derdi.

Abbasi valilerinden İbn Hüreyre, İbn Sirin, Hasan Basri ve Şâbî’ye haber gönderip yanına çağırdı. İbn Sirin’e hitaben:

– Yâ Ebabekir, bizim kapımıza gelince neler gördün? diye sordu. İbn Sirin:

– Apaçık bir zulüm, dedi ve Halîfenin yeğeni bu söze müdahale edecek oldu. İbn Sirin bu sefer ona dönerek

– Sual size sorulmadı, bana soruldu, dedi.

İbn Hübeyre, Hasan Basri’ye 4000, İbn Sirin’e 3000, Şâbî’ye de 2000 dirhem vermek istediyse de İbn Sirin bunu reddetti, İbn Sirin son derece yumuşak huyluydu. Nitekim onun hakkında “Hilmi İbn Sirin’den öğrenin denilmiştir.”

Şöyle derdi:

– Allah Teala, hayrını murad ettiği kulunun kalbine bir nasihatçi koyar ki o, ona iyiliği emreder, kötülüklerden vazgeçirir.

Kendisi hakkında endişeli, ümmeti Muhammed hakkında daima ümitliydi. Nitekim Fudayl b. İyad:

“Bu ümmet içinde İbn Sirin’den daha çok Allah’dan korkan ve ümidvar olan birini görmedim” derdi.

Mütevaziydi, ketenden dokunmuş basit elbiseler giyerdi. Çok konuşmazdı.

“Söylediklerinin yazıldığını bilen kimsenin çok konuşmaya dili varmaz” derdi. “Latif bir kimse için söz, yalana ihtiyaç göstermeyecek derecede geniştir,” der yalana başvurmadan yumuşak ve ölçülü konuşmayı tavsiye ederdi.

EDEBLERİN HANGİSİ?

Sordular:

– Edeblerin hangisi Allah Teala’ya daha yakındır? Cevap verdi:

-“Allah’ı Rabb tanımak, O’na itaat etmek, nimet zamanında Allah’a hamdetmek ve sıkıntıda sabretmek,

-“Şu üç sıfat kendinde bulunan garip sayılmaz. Edebe sarılmak, başkasına eziyeti bırakmak ve şüpheden kaçınmak.

Gecenin belli saatinde kalkar, namaz kılar, gözyaşı dökerdi. Yedi çeşit evradı vardı. Onlardan birini gece yapamazsa gündüz tamamlardı. Daima Hakk’ın zikriyle meşguldü. Nitekim Musa b. Muğire şöyle anlatıyor: “İbn Sirin’i güpegündüz çarşıda tekbir, teşbih ve zikr-i ilahi ile meşgul gördüm. Bir adam kendisine: “Ya Ebabekir hayrola bu saatte bu ne hal?” diye sordu. O da “bu saat tam gaflet anı, gaflet anında gerekli olan ise zikir ve nasihattir” dedi.

Avf anlatıyor; Bir gün İbn Sirin’in yanına gittim. Haccac’ı gıybet etmek istedim. İbn Sirin bana “Hiç şüphe etme ki, Allah Teala hükmünde âdildir, başkalarının hakkını Haccac’dan alacağı gibi, Haccac’ın hakkını da başkalarından alacaktir. Huzur-i ilahiye çıktığın zaman işlediğin en küçük günah senin için Haccac’ın işlediği en büyük günahtan daha kötü olacaktır” dedi.

Yanında biri kötü hasletleriyle anılsa bir iyi tarafını bulur, öyle mukabele ederdi. Falan seni gıybet etti ona helallik versen denildiğinde ise Allah’ın haram kıldığını, ben nasıl helal yapabilirim? derdi.

Ölümü asla unutmaz, bahsedildiği zaman bütün organları adeta ölmüşçesine hareketsiz kalır, ölmeden evvel ölmek sırrına ermeğe çalışırdı.

Yemeği tartarak dirhemle ve çok az yer, bir gün oruç tutup bir gün iftar ederek savm-ı Davud’a devam ederdi. Her gün gusletmek adetiydi, iyi veya kötü hiç kimseye hased etmezdi.

ANNEYE HÜRMET

Annesine çok hürmetkârdı, onun yanında konuşurken sesini asla yükseltmezdi. Cevap vermesi gerekirse işaretle veya çok yavaş sesle konuşurdu.

Bir defasında borcunu ödeyemeyen birine kefil oldu. Kendisi de ödeyemeyince hapse attılar, akşam olunca zindancı kendisine:

– Şimdi evine git, sabah gelirsin, dedi, o bu teklifi beğenmedi ve.

– Sana tevdi edilen vazifeye hıyanet suretiyle bana iyilik etmeye kalkışma.

Şöhretten ve övülmekten hoşlanmaz, verdiği fetvalar çok beğenildiğinde yapılan iltifatlardan sıkılırdı. Bir defasında bir fetvası çok beğenildi ve ancak ashabın fetvası bu kadar güzel olabilir, denildi. O “Allah’a andolsun ki biz sahabenin fıkıh bilgisine ermeyi arzu etsek bile akli kavrayışımız buna yetmez” dedi.

Şöyle nasihat ederdi:

“Eline bakacağın kadını değil, senin eline bakacak kadını nikâhla.

Vefatı Hasan Basri’den yüz gün sonra H. 110 (M. 729) yılındadır.

– Rahmetullahi Aleyh-

HAZRET EBÛ EYYÜB EL- ENSÂRÎ

İstanbul’un fethi sırasında Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri, Ebû Eyyüb el-Ensârî -radıyallahu anh-‘ın kabr-i şeriflerinin yerini bulmayı, Akşemseddin Hazretlerinden rica eyledi.

Akşemseddin Sultan Fatih’e hitaben:

– Sultanım! Geceleri şu semtde bir yere nur inmekte olduğunu görüyorum. Zannederim ki, kabri şerîf o nurun indiği yerdedir.

Bir müddet teveccühden sonra:

– Evet. Hazreti Ebu Eyyüb el-Ensârî -radıyallahu anh-‘ın ruh-ı şerîfi ile şimdi mülakat ettim. İstanbul’un fethini tebrik etti, dediler.

Sultan Fatih, Akşemseddin Hazretleri ile beraberindekiler o yere geldiler.

Sultan Fatih, Akşemseddin Hazretlerine yönelerek:

– Efendim! Kabr-i Şerîfin yerini ta’yin buyurunuz ki üzerine bir kubbe bina edelim.

Akşemseddin Hazretleri orada bir müddet teveccüh ve murakabeden sonra:

– Burasını kazınız. İnşaallah iki arşın sonra kûfî olarak “İşte burası Ebû Eyyüb el-Ensârî’nin kabridir.” diye yazılmış bir mermer çıkacaktır. O yer kazıldı ve aynen mermer çıktı. Sultan Fatih’in vücudu titremeğe başladı. Eğer maiyyeti tutmasa idi yere düşeceği muhakkakdı.

Evliya Çelebi’nin beyanına göre: O taşı kaldırınca Ebû Eyyüb el-Ensârî’nin mübarek vücûd-ı şerîfini safran ile boyanmış bir kefen içinde ter ü taze yattığını gördüler. Hazır olanlar, Kelime-i Tevhid ve Zikr-i Mevlâ ile kabr-i şerîfin topraklarını doldurdular. Bilâhere, Sultan Fatih Mehmed Han Hazretleri tarafından kubbesi, camisi, medreseleri yapılmıştır.

Cenab-ı Hak bizleri şefaatlerine nail eylesin. Amin. Eyyüp Sultanı ziyaret Peygamberimizi ziyaret gibidir.Ona muhabbet, hizmet, dualarla bağlılığımızı ifade etmek, Allahımızın sevgili Habibine olan muhabbetimiz ve bağlılığımız demektir.

Sultan Fatih’in, hocası hakkında: “İstanbul’un fethine sevindiğimden ziyade bu ehl-i keşif ve keramet sahibi olan Akşemseddin Hazretlerinin maiyyetinde bulunmaklığım iftiharıma sebebdir.” dediği gibi, bizlerin de Eyüp Sultan Hazretleri’ne muhabbetimiz, şefaatlerine sebeb olacaktır. İnşaallah.

Onu cihad ruhuyla dolu olmaya şu hadîs-i şerifler teşvik etmiştir.

Kendisinden naklen Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Bir mücahid Allah yolunda düşmana hücumda iken Güneş doğması ve akşam üzeri harb meydanında karargaha dönmesi Allah indinde Güneşin üzerine doğup battığı bütün dünya mal ve mülkünden daha hayırlı ve sevaplıdır.”1

Bir başka Hadis-i Şeriffe’de şöyle buyurulmuştur:

“Kim gaza ve cihad etmeksizin, cihadı arzu edip de kendi kendine “Keşke ben de mücahidlerden olsaydım.” demeksizin vefat ederse, münafıklık huyundan bir şüphe üzerine ölmüş olur.”2

Cenab-ı Hak onun Habib-i Kibriya’ya olan aşkını ve cihad ruhunu bizlere de nasip eylesin. Amin.
Dipnotlar : (1) Ebû Eyyüb el-Ensârî’nin rivayetidir. Buhari, Cihad, 5, 6, 73;Müslim, imâre, 115. (2) Müslim, Ebu Davud, Nesâî, Ebu Hureyre’den mervidir.