Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Hakk’a Kul, Halka Makbûl Olmak

Altınoluk Dergisi, 2006 – Temmuz, Sayı: 245, Sayfa: 005

İslâmî telakkîde insan, bir yandan “ahsen-i takvîm”1 sûrette; yani en güzel kıvam ve kalitede yaratılmış, Allah’a halife2 olmakla mükerrem3 ve şerefli, kâinâtta en gözde varlık. Diğer yandan ise son derece aceleci, zâlim,4 nankör,5 aşağıların aşağısına bırakılmış,6 hayvanlardan daha şaşkın bir yaratık7. Kur’ân’a göre ahsen-i takvîm ile esfel-i sâfilîn arasında gidip gelen bu varlık, gayesiz ve boş olarak yaratılmış8 ya da başıboş salıverilmiş9 olamazdı. Bu yüzden yaratılışından günümüze insanoğlunun en temel problemi varlık sırrıdır: “Ben niye varım? Nereden ve niçin geldim? Nereye gideceğim?”

Bakıldığında aklı, bedeni ve rûhî yapısı ile mükerrem ve mükemmel olan bu varlığın başıboş bırakılması mümkün değildir. Onun bir var oluş amacı olmalıdır. Nitekim Kur’an bu var oluş sırrını “kulluk” merkezine oturtmakta ve insanın mayasındaki kulluğa şöyle işâret etmektedir: “Ben insanları ve cinleri başka bir gaye ile değil, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”10 Hz. Mevlânâ da yaratılış ve kulluk sırrını kendi iç dünyâsında nasıl algıladığını şöyle anlatır:

Benim hürriyete kavuşmam nedir?

Sana kul köle olmamdır

Çünkü sensiz yaşayış ıztıraptır

Ben sensiz hürriyeti ne yapayım?11

Bu manada şöyle bir rubaî de vardır:

Ben kul oldum, kul oldum, kul oldum;

Utancımdan başımı önüme eğdim.

Her kul âzâd edildiğinde sevinir

Ben ise Sana kul olunca sevinirim.12

Ölümü ve hayatı insanların hangisinin daha güzel amel işleyeceğini denemek üzere yaratan Allah13 insanları kulluk formatında halk edip kendisine kulluğa teşvik etmiş; Hakk’a kul olmayanları nefse, dünyaya ve kula kulluk noktasında muhayyer bırakmıştır. İşte insan oğlunun ayağının kaydığı alan burasıdır. İnsanlar dünyaya meyil ve insanlardan takdir görme noktasında zaaf ile mâlûldür. Nitekim bir sahâbî Allah Rasûlüne sorar: “Bana öyle bir amel gösterir misin ki ben onu işlediğim zaman hem Allah tarafından sevileyim, hem de insanlar tarafından sevileyim?” Yani ben hangi amel ve davranışım sâyesinde Hakk’a kul, halka makbûl olabilirim? Allah Rasûlü buyururlar ki:

“-Dünyaya karşı zâhid davranır -ona kalbinde değer vermezsen- Allah tarafından sevilirsin. İnsanların elindekine göz dikip onlardan bir şey ummazsan onlar tarafından sevilirsin.”14

Allah Rasûlü’nün cevabından Hakk’a kulluk yolunun dünya ve mâsivâya kulluktan kurtulup gönül tahtını başkalarına kaptırmamaktan geçtiği anlaşılmaktadır. Allah Rasûlü bir başka hadislerinde “kahrolası dînâr ve dirhem kulları”15 buyurarak parayı putlaştıran dünya meylini kınamaktadır. Kur’an insanların nefsânî duygu ve hevâlarını tanrılaştırarak azacağına dikkat çekmektedir: “Hevâî duygularını tanrı edineni gördün mü?”16

İnsanoğlu mayasındaki pozitif kulluk duygusunu yanlış yönlendirerek negatif pozisyonlara düşürmekte ve negatif kulluk tezâhürleri zaman içerisinde insanoğlunu kula kulluğa götürmektedir. Bu yüzden bazı insanlar büsbütün kulluktan kurtulmadıkça gerçek hürriyete kavuşamayacaklarını sanmaktadır. Bir başka ifâde ile “Vatandaş olmak ile kul olmayı birbirlerine alternatif olgu” olarak görmektedir. İşte yanılgı da burada başlamaktadır.

Gerçek hürriyet Allah’a kul olmaktan geçer. Kaçılması gereken ise kula kulluktur. Nitekim Kur’an ehl-i kitabı Allah’a kulluğa çağırırken kula kulluktan uzaklaşmaya davet etmektedir: “De ki: Ey ehl-i kitap! Geliniz aramızda eşit olan tek söze: Ancak Allah’a kulluk edelim. O’na hiç bir ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp birbirimizi tanrı edinmeyelim.” Kula kul olmayalım.17

Bugün insanlar, kula kulluktan kurtulalım derken Allah’a kulluktan kaçtılar, nefs ve hevâlarına kul oldular. Hersekli Ârif Hikmet Bey’in bu konuda ârifane bir beyti vardır:

Hakka kul olmakta buldum devlet-i hürriyeti

Ihtiyarımla esâret geldi, kendimden bana

İnsanın şerefi, üstünlüğü; Allah’a bağlılığı, ibâdet ve kulluğu iledir. Yoksa insanları başına toplayıp onlara üstünlük ve büyüklük taslamak değildir. Hz. Mevlânâ der ki:

• Dünya padişahları; yüksek mevkilerde bulunanlar, bulundukları makamın hırsı ile benliğe kapıldıkları için kulluk şarabının kokusunu duyamamışlardır.

• Eğer duysalardı, Allah’a kul olmanın padişahlıktan üstün olduğunu anlarlar da, İbrahim Edhem gibi şaşkın halde hemen tacı, tahtı, pâdişahlığı bırakıp giderlerdi.

• Fakat Cenâb-ı Hakk bu dünya nizamı devam etsin diye, dünyayı idare edenlerin gözlerini, ağızlarını mühürlemiş, onlara makamlarını sevdirmiştir.18

Bu dünyada asıl maksad, cihan mülküne sultan olmak değil, can mülküne sultan olmaktır. Can mülküne sultan olmak için kendi canını ve gönlünü sultanlar sultanına açmak gerektir. Çünkü gönlünü sultanlar sultanına tahsis eden gönüllere sultan olur.

İnsanoğlu Hakk nezdinde iyi bir kul olup olmadığını anlamak için kalbine bakmalıdır. Eğer kalbinde Allah’a karşı bir aşk, bir sevgi duyuyorsa, Allah’ın yarattığı şeylerde O’nun güzelliğini, yaratma gücünü görüp hayran oluyorsa, kendisinin de Allah tarafından sevildiğini anlamalıdır. Onun gönlüne bu hayranlığı, bu aşk ve sevgiyi veren kimdir? Allah’tır. Çünkü O, sâdece sâlihlerin ve günahsızların rabbı değil, herkesin ve her şeyin rabbıdır. Eğer O, sâdece sâlihlerin ve günahsızların ümid kaynağı olsa günahkârlar kime el açacaklar, kime gidip sığınacaklar? Oysa O, kullarının duâsından hoşlanan, yakarışını bekleyen merhametliler merhametlisidir. Nitekim O buyurur: “(Rasûlüm!) de ki: Sizin kulluk, duâ ve yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? (Siz ne işe yararsınız?)”19 Kulluk ve ibâdetin süresi doyumluk değil, ömürlük ve ölümlüktür. Bu yüzden Allah buyurur: “Sana yakîn (ölüm) gelene kadar Allâh’a kulluk et.”20 Hz. Mevlânâ da Kur’an’a bende, Hz. Peygamber’in emrine âmâde oluşunu şöyle ifâde eder:

Bu can bu tende oldukça Kur’an’a kulum, köleyim;

Muhammed-i Muhtâr’ın yolunun toprağıyım.

Kim benden bundan başka söz naklederse,

Ben o kişiden de bîzârım, o sözden de…21

Allah’a kul olduktan sonra halka makbûl olmak için tavsiye edilen ise insanların elindekine göz dikmemek, onlardan bir şey istememek aksine sürekli veren el olmaktır. Sınırlı hayat günlerini insanlarla paylaşmak, sosyalleşmenin temel şartı olarak görünmektedir. Nitekim bir sahâbî, Hz. Rasûlullâh’a geldi ve: “Yâ Rasûlallâh! Bana kısa ve öz bir öğüt ver.” dedi. Bunun üzerine Efendimiz buyurdular:

“–Namazını, hayâta vedâ edenin namazı gibi kıl! Özür gerektirecek bir söz söyleme! İnsanların elindekilerden ümidini kes!”.22

Ölüme hazırlanma gayreti içinde bulunan mü’min kulluğunu güzelleştirmek mecbûriyetindedir. Çünkü elinden ve dilinden herkesin istifâde ettiği bir kul olmak, kendisi için istediğini kardeşi için de isteyebilme diğergâmlığına kavuşmak, halka makbûl olmanın yoludur.

Dipnotlar: 1) et-Tin, 95/4; 2) el-Bakara, 2/30; 3) el-İsrâ, 17/70; 4) el-İsrâ, 17/11; 5) el-İsrâ, l7/67; 6) et-Tîn, 95/5; 7) el-A’râf, 7/179; 8) bk. el-Mü’minûn, 23/115; 9) bk. el-Kıyâme, 75/36; 10) ez-Zâriyât, 51/56; 11) Şefik Can, Mesnevî Terc. , VI, s. 412, beyit: 1078; 12) bk. a. e. VI, 412, dipnot: 349; 13) el-Mülk, 67/2; 14) İbn Mâce, Zühd, 1; 15) Buhârî, Cihâd, 70, Rikak, 10; 16) el-Furkan, 35/43; el-Câsiye, 45/23; 17) Âl-i İmrân, 3/64; 18) Şefik Can, Mesnevî Terc., IV, s. 433 beyit: 667 – 669; 19) el-Furkan, 25/77; 20) el-Hicr, 15/99; 21) Rubâîler, nşr. Şefik Can, Ankara 2001, 1311; 22) İbn Mâce, Zühd, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 412.