Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

GÖNÜL İNSANI

Dînî tebliğ ve temsil dâvâsında olanların sıfat ve sorumlulukları bugün dünkünden çok daha büyük önem arz etmektedir. Dün ellerinde dînî temsil gücü bulunduranlar, arkalarında devletin müeyyide desteğine sâhiptiler. Bugün laik yapının geliştirdiği ortamda böyle bir güç yok, din hâdimlerinin ellerinde. Tek müeyyideleri gönül sermayeleridir.

Bu değişim sürecinde hedef, tarihteki “Alperenlik” zihniyetine denk bir gönül insanlığıdır. Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e insanlık her devirde gönül insanlarına muhtaç ve müştaktır. Çünkü din hizmeti aşk işidir. Aşkın mahalli ise gönüldür.

Yüreğinde aşk ateşi olan kuralın hükmünün farz mı sünnet mi ne olduğunu sormaz, hemen yapar. “Kural egemen” anlayış insanların gönüllerine perde olur. İman bir gönül işi olarak Hakk’a yöneliştir. Halkı Hakk’a celbedecek kimse ancak gönül insanı vasfı ile gönüllere hulûl edebilir. İnsanları koşturan soluk soluk heyecandır. Gönül insanı heyecanı söndüren değil, ateşleyendir.

Öyleyse gönül nedir? Gönül insanı kimdir?

Gönül îman nûruyla aydınlanan kalbdir. Kalb inkâra ve küfre yöneldiğinde ise nefs adını alır. Gönül yücelik tarafına/ulviyete; nefs ise süfliyete mütemâyildir. Rahman adıyla gönül arasında bir münasebet vardır. Gönül insanı canını ve malını Allah’a adayarak[1] kalb-i selîme[2] eren ve gönlünü, Gönüller Sultanı’na verendir. Rahman tecellîsine mazhar, incelik ve zarafet timsâli insandır.

Gönül insanı olmak için gerekli özelikler dört başlık altında toplanabilir:

I-       Gönül İnsanının Nefsiyle İlgili Özellikleri

II-     Gönül İnsanının Allah İle İlişkilerdeki Özellikleri

III-  Gönül İnsanının İnsanlarla Münasebetlerdeki Özellikleri

IV- Gönül İnsanının Dünyaya Karşı Tavrındaki Özellikleri

I- GÖNÜL İNSANININ NEFSİYLE İLGİLİ ÖZELLİKLERİ

1.      Sağlam Bir İnanç ve Düzgün Bir İbadet Hayâtına Sahiptir

Kur’an’da dâvet insanının özelliklerini anlatan âyette buna işaret buyrulmaktadır:

وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ

(İnsanları) Allah’a çağıran, sâlih amel işleyen ve “Ben Müslümanlardanım” diyenden kimin sözü daha güzeldir?[3]

Sâlih amel insanı değiştiren pozitif bir enerjiye sahiptir.

Gönül insanı gönül ihyâ ve inşâ etmeye bakar, çünkü aslolan gönül inşâ etmektir.  Başkasını inşa derdine düşen önce kendisini inşâ etmelidir. İnşâ edeceğiniz “insan” ise işiniz zordur.

Kusursuz talebe yetiştirmek için kusursuz hoca olmak gerekir. Tamirciye eşyanın bozuk olanı gider. Tamircinin ustalığı işçiliğinde ve ürettiği sanatta ortaya çıkar.

2. Gönül İnsanı Varlığını Sorgular ve Hedef Belirler

“Ben niçin varım? Ne işe yararım?” sorusuyla kendisine hedef belirler. Çünkü hedef koymak alışkanlıkların dışına çıkıp rahâtı terk edebilmektir. Nebevî bir çileye talip olmaktır. Nitekim Allah Rasûlü ömrü boyunca kendisi için hedefler belirlemiş ve bunların gerçekleşmesi için kavlî ve fiilî duâlar etmiştir. Nitekim iki Ömer’den birinin Müslüman olması,[4] Tâif halkının soyundan mümin insanların gelmesi,[5] Mekke halkının Müslüman olması duâ ve hedefiyle Roma, Bizans, Yemen ve İran’a İslâm’ın ulaşması temenni ve kaygıları[6] bu türden nebevî hedeflerdir.

Gönül insanı şunu bilir ki insanın kapasitesi koyduğu hedefler kadardır. İnsan için en büyük mutluluk büyük hedefler belirlemek ve onlara ulaşmaktır.

Hedefsiz, plansız ve programsız çalışma verimli tarlaların nadasa bırakılması ya da yaban otlarıyla dolmasına seyirci kalınmasıdır.

Büyük hedefler ve büyük inançlar büyük sonuçlar doğurur. Başarılı olanlar, nereye gittiklerini bilenlerdir. Çünkü neyi aradığını bilen bulduğunun farkında olur.

Başarmak insanın kuvvetlerini bir hedefe kilitlemesi ve onu elde etme sürecine girmesidir. İnsan istediklerine odaklanmalı, istemediklerine değil.

Hedefsiz yaşanmaz. Meselâ size sorsam ve desem ki: “On beş saniyede bana üç hedefinizi söyleyebilir misiniz?”

3. Gönül insanı Kendini ve Yaptıklarını Hesâba Çeker

Gönül insanı, kalp ve gönül sorgusuyla: “Bugün Allah için ne yaptım?” “Yaptıklarımın ne kadarı Allah için?” diye sormalıdırr. Nitekim hadîste buyrulmuştur:

حاسبوا انفسكم قبل ان تحاسبوا

“Hesâba çekilmeden önce nefsinizi hesâba çekiniz.”[7]

Büyük bir hesap vardır. Nitekim Allah Teâlâ buyurur:

ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

“Sonra o gün, size verilmiş olan her nimetten sorguya çekileceksiniz.”[8]

Kişisel gelişimciler insanlardan sabah planlama, akşam sağlama isterler. Mutasavvıflar ise amellerin hem önünde hem sonunda muhasebe yaparlar. Nitekim Hâris b. Esed Muhâsibi bu özelliği ile anılır ve bilinir.

4. Gönül İnsanı Dert Sahibidir

Kendi içinde kulluğu, hizmeti, başkalarının sıkıntılarını ve islâmı derd edinir. Bu yüzden uykusu kaçar.

İnsanın, kendi motorunun elektriğini üreten dinamo gibi olması için dert sahibi olması gerekir. Dert insanı şarj eder, ataletten harekete geçirir, heyecan verir. Bu yüzden hayatın zorlukları karşısında insanın ne kadar yıkıldığından çok ne kadar ayağa kalkabildiği önemlidir. Bu da dertle olur.

Ömer b. Abdülaziz: “Allah Rasûlü’nün bana hesap sormasından korkarım” derdi.

Ebu’l Hasan Harakânî: “Horasan’dan Şam’a bütün Müslümanların derdi benim derdimdir” der.

Muhammed İkbâl: “Dünyanın gidişatından Müslümanın sorumlu olduğunu” söylerdi.

5. Gönül İnsanı Yaptığı İşi Güzel Yapar, Kendini Geliştirir

Allah Kur’an’da “فَأَحْسِنُوَاْ” “güzel yapınız”[9] buyurduğu gibi, pek çok âyette muhsinleri sevdiğini bildirmektedir. Allah Rasûlü de: “ فا حسن عمل ذا ا” “Allah yaptığı işi güzel yapanı sever” [10] buyurmaktadır.

Kendini yenilemeyen yenilir. Kendini geliştiren ise yücelir.

6. Gönül İnsanı Benlikten Geçer, “Ben”e Çarpı Atar

Benlik olan yerde bereket olmaz. “Ben, ben” diyenler insanları etrafından kaçırır. Bundan kurtuluşun yolu nefs tezkiyesidir. Gönül insanı önce kendi gönlünü îmar ve tezkiye eder. Tasavvufta “iskatü’l-yâât” diye bir prensip vardır. Bu mülkiyet iddiâsından geçmek demektir. “Benim malım”, “senin malın” yok. Hepsi Allah’ın. Nefsin iki anlamı vardır:

a. Ego = Ene; ben

b. Kötülüğü emreden nefs

Tasavvufî anlayışta gerçek hürriyet nefs esaretinden kurtulmaktır.

7. Gönül İnsanı İbnü’l-vakttır

Zamanın kıymetini bilir, onu iyi yönetir.

Asr Sûresi’nde Allah Teâlâ zamana yemin ile insanlığın husranda olduğuna dikkat çekmektedir. İnsanlığı husrana sevk eden şeylerin başında zamanı iyi kullanamamak gelir. Bugün “Time Management” adıyla hayatımıza giren kavram zaman yönetiminin önemine işaret etmektedir. Zamanı planlı yaşamak, her şeyi vaktinde yapmak demektir.

Plansız zaman, sahipsiz ve sınırları belli olmayan mîrî arâzî gibidir. Her zaman birileri tarafından işgal edilebilir. Bu yüzden Allah Teâlâ müminin boş vaktinin olmamasına dikkat çekerek şöyle buyurur:

فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ

“Boş kaldın mı hemen başka bir işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.” [11]

Bir işten boşalınca öbürüne geçmek hem dinlenmek, hem de verimli çalışmaktır. Zaman kaygısı, maişet endişesi taşımak demek değildir.

II.  GÖNÜL İNSANININ ALLAH İLE İLİŞKİLERİNDEKİ ÖZELLİKLERİ

1.      Gönül İnsanı Allah İledir

Allah kuluyla olan yakınlığına Kur’an’da dikkat çekmekte ve şöyle buyurmaktadır.

وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ “Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir.”[12]

وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ Biz insanoğluna şah damarından daha yakınız”[13]

Ebû Bekir Şiblî: “O seninle ama sen kiminlesin?” demiştir. Bu yüzden önce gönlü mâsivâ şaibesinden temizlemeli ve Allah’ın evi hâline getirmelidir. Nitekim şâir şöyle der:

Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hak

Padişah girmez saraya hane mamur olmadan

كعبه بنياد خليل ازر است             دل نظر كاه جليل اكبر است

Mevlânâ der ki: Tevbesiz ömür can çekişmekten ibarettir. İnsanın yaşayan ölü haline sokan ölüm ise Allah’tan habersiz olmaktır. Allah ile olunca, Allah ile beraber yaşayınca ömür de hoştur, ölüm de. Fakat Allahsız olan, Allah’ı bulamayan kişiye âb-ı hayat bile ateştir.[14]

Aynü’1-Kuzât-ı Hemedânî, Zübdetü’l-Hakâyık adlı esrinde: “Eğer mezhebi, bir kişiyi Hakk’a ulaştı­rırsa o kişi müslümandır. Eğer mezhebi onu Hakk’tan haberdar etmezse o yol, küfür­den de beterdir. Ben beni Hakk’a götürmeyen mezhebi ateşe verir yakarım”[15] der.

Mevlânâ da der ki:

Ey her ağyarı dost edinen, herkesle dost olan,

Ey dikene gül elbisesi bağışlayan Allah!

Toprağımızı tekrar ele, keder ve ıstırap çöplerini ayıkla.

Böylece hiçbir şey olmayanı kıymetlendir.[16]

2. Gönül İnsanı Gönlünü Allah’a Adar

Allah’a adanmışlığı Allah, malını ve canını cennet mukabili O’na satmak olarak ifade buyurur:[17]

إِنَّ اللّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُم بِأَنَّ لَهُمُ الجَنَّةَ

Rahman adıyla gönül arasında münasebet vardır. Rahmet kalp yufkalığı, gönül inceliği demektir.

Gönül aşk mahallidir. Din hizmeti de gönül işidir. Çünkü M. İkbal’in Câvidnâme’sinde dediği gibi “Din aşktır.”

Kurallar dinin özünün önüne geçmemelidir. Çünkü yüreğinde ateş olan, kuralın hükmünü sormaz, onu hemen aşkla yapar. Gönül insanı dini hayatı ve kulluğu aşkla yaşar. İnsanları İbâdet ve hizmete koşturan bir avuç heyecan ve aşktır.

Bu yüzden:

1. Allah aşkı ile dolu bir gönle,

2. Gönlü Allah Rasûlü’nün gönlüne raptetmeye

ihtiyaç vardır.

3. Gönül İnsanı Gönüller Sultânına Gönülden Bağlıdır

Allah kendi sevgisini Rasûlü’nün sevgisine denk gördüğünden gönül insanı Allah Rasûlü’nü gönülden sever. Nitekim buyurulmuştur:

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.[18]

İnananların gözünde ve gönlünde Hz. Peygamber kendi canlarından daha değerlidir. Nitekim Allah Teâlâ buyurur: “Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır.”[19]

III. GÖNÜL İNSANININ İNSANLARLA İLİŞKİLERİNDEKİ ÖZELLİKLERİ

1. Gönül İnsanı Sevgi Abidesidir

Gönül insanı sevgi ve heyecan aşılayan ve insanları ateşleyendir. İşin temeli insan sevgisidir. Çünkü gönül insanı yaratandan ötürü yaratılanları sever. Yûnus’un ifâdesiyle:

Elif okuduk ötürü        Pazar eyledik götürü

Yaradılanı severiz       Yaradandan ötürü

Ben gelmedim dâvî için          Benim işim sevi için

Dostun evi gönüllerdir           Gönüller yapmaya geldim

Önemli olan gönül yapmak ve gönle girmektir. Gönlüne girmediğiniz insanın beynine eremezsiniz.

2. Gönül İnsanı Karakter Sahibidir

Karakter davranışlardaki tutarlılığı ifade eder. Karakter insânî ilişkilerde, doğruluk, güven vefâ ve dürüstlüktür. İnsanlar dehâya hayrandır, ama karakterin peşinden gider. Nitekim es-Sâdık ve el-Emîn sıfatlarıyla karakter şâhikası olan Hz. Muhammed’in (s.a.) Kureyş müşriklerine bile: “Biz sana yalancı diyemeyiz”[20] dedirtmişti.

3. Gönül İnsanı Model İnsandır

Gönül insanı rehberdir, otoriter değil; karizmatik ve sempatiktir. Cezâ ve sorgu hâkimi veya polis ve jandarma gibi davranmaz. Eğitmek, doğruları söylemek ya da şiddet uygulayarak zorla yaptırmak değil, yaparak örnek olmaktır. Bizde baba, hoca ve koca otoriter olarak algılanmış ve bu yüzden zaman zaman iletişim problemlerine ve şiddete davetiye çıkarılmıştır.

4. Gönül İnsanı Paylaşandır

Başkalarının acılarını ve sevinçlerini; kendisinin imkânlarını paylaşır; sofrası, kapısı ve gönlü dâima açıktır. Gönül insanı müstağnidir; yaptığı iş ve hizmetlerden karşılık beklemez ve almaz. İnsanların dertlerine ve sevinçlerine ortak olur. Nitekim Allah Rasûlü zaman zaman sorardı: “Bugün içinizden bir yetim başı okşayan, bir cenaze teşyi eden ve hasta ziyaret eden var mı?”[21]

Din hizmeti görenler işlerinin gereği insanların en acılı ve en mutlu günlerinde onlarla beraber olma imkânına sahiptir. Nitekim:

Sevinç anları                         Hüzün zamanları

Düğün                                     Ölüm

Başarı                                      Hastalık

Nikâh                                      Kaza

Doğum                                    Belâ-musibet

Gönül insanı böyle zamanlarda yanında bulunduğu acısını ve sevincini paylaştığı insanlardan bir şey almaz.

5. Gönül İnsanı Hüsn-i Muâmele Sahibidir

Herkesle iyi geçinir, hoş muâmele eder. Nitekim Ra­ma­zan-ı Şe­rîf’te vaaz u na­sîhat için Er­zu­rum’un bir kö­yü­ne da­vet edi­len İb­ra­him Hak­kı Haz­ret­le­ri’ni alıp kö­ye ge­tir­mek üze­re, üc­ret kar­şı­lı­ğın­da bu iş­le­ri ya­pan gayr-ı müs­lim bir hiz­met­çi gön­de­ril­miş­ti. Dönüşte İb­ra­him Hak­kı Haz­ret­le­ri, Haz­ret-i Ömer gibi ata nöbetleşe binmeyi teklif etti. Gayr-ı müs­lim hiz­met­çi bu­na her ne ka­dar iti­raz et­ti ise de Haz­ret:

-“Ev­lâ­dım, son ne­fes­te hâ­li­mi­zin ne ola­ca­ğı meç­hul! Sen köy­lü­le­rin se­ni azarlamasından en­di­şe edi­yor­sun, ben ise Al­lah hu­zu­run­da ve­ri­le­cek bü­yük he­sap­tan kor­ku­yo­rum!” bu­yu­rdu ve tam kö­ye gi­re­cek­le­ri es­nâ­da sı­ra hiz­met­çi­ye gel­di. Köy­lü­ler­den kor­kan adam­ca­ğız, hak­kın­dan ferâgat et­ti­ği­ni be­lir­te­rek, ata bin­me­si­ni ıs­rar­la is­te­diy­se de İb­ra­him Hak­kı Haz­ret­leri: “Sı­ra se­nin­dir!” de­di ve atın önün­de yü­rü­ye­rek kö­ye gir­di. Halk bu hâ­li gö­rün­ce, he­men hiz­met­çi­nin et­ra­fı­nı sar­dı ve: “Vay den­siz! Genç­li­ği­ne bak­ma­dan ata ku­rul­muş, şu aksakallı ih­ti­yar üs­ta­dı yü­rüt­mek­te­sin ha! Bu mu se­nin sa­dâ­ka­tin! Biz böy­le mi ten­bih et­tik sa­na!.” şek­lin­de muh­te­lif ifâ­de­ler­le azar­la­ma­ya baş­la­dı.

İb­ra­him Hak­kı Haz­ret­le­ri me­se­le­yi îzâh edince azar­dan vaz­geç­ti­ler. Bu es­nâ­da köy­lü­ler­den bi­ri, gence:

“Bu ka­dar fa­zi­le­ti gör­dün, bâ­ri müs­lü­man olsaydı a!” de­di.

Hiz­met­çi, bir­kaç da­ki­ka­lık sü­kût­tan son­ra dedi ki:

“Eğer si­zin dî­ni­ni­ze da­vet edi­yor­sa­nız, as­lâ! Ama şu mü­bâ­rek zâ­tın dî­ni­ne da­ha yol­day­ken girdim bi­le!..”

6. Gönül İnsanı Muâhezeyi Kendine, Müsâmahayı Karşısındakine Gösterir

Beşeri ilişkilerde en kolay yol karşısındakini suçlamak ve kendinin suçsuz olduğunu iddiâ ederek ilişkileri bitirmektir. Başkalarına katlanmak ve kendi kusurunun farkına varmak ise zor ama onurlu bir iştir. Bu yüzden gönül insanı kendine yapılan kötülüklere bile iyilikle mukâbele eder. Nitekim Allah Teâlâ buyurur:

وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ

İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.[22]

Kötülük en güzel hasletlerle savuşturulur:

Gadaba karşı sabır, bilgisizliğe hilim, kötülüğe afv ile mukâbele edilir.

Gönül insanı ayb örtücüdür. Meydanda zina eden çiftin üzerine cübbesini örterek “yorganları da yokmuş gariplerin” diyen bir anlayış.

Ayağına basana “Kör müsün!” yerine “Özür dilerim ayağının altına basmışım” diyebilmek.

7. Gönül İnsanı Hoşgörülüdür, Yumuşak Sözle Konuşur

Allah Rasûlü buyurur: “Size iyilik yapana iyilik yapmak meziyet değildir. Asıl meziyet kötülük yapana da iyilik yapabilmektir.[23]

Merhametiniz bütün mahlûkata şamil olmadıkça cennete giremezsiniz.[24]

Gönül insanı insanlara karşı “kavl-i leyyin” ile konuşur. Nitekim Allah Teâlâ Firavun’a gönderdiği Mûsa ve Hârun’a şöyle buyurmuştu:

فََاذْهَبَا إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى   فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَّيِّنًا لَّعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَى

“Firavun’a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya çekinir.”[25]

Gönül insanı kime ve nasıl tepki verileceğini bilen ama eliyle, diliyle incinse de incitmeyendir. Nitekim Yûnus bunu şöyle ifâde eder:

Dövene elsiz gerek,                Sövene dilsiz gerek,

Derviş gönülsüz gerek,           Sen derviş olamazsın.

8. Gönül İnsanı Günahkâra Değil Günaha Kızar

Sahâbîler had cezası vere vere bıktıkları birine lanet edilince Hz. Peygamber (s.a.):  “Ona lanet etmeyin, o Allah’ı ve Rasûlü’nü seviyor.”[26] buyurdu.

Ebu’d-Derdâ Şam’da kadı iken halkın, bir günahkâra sövdüğünü gördü. “Kuyuya düşen bir kardeşinize ne yaparsınız?” diye sordu. Onlar da: “Elinden tutar çıkarırız.” dediler. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ: “Günaha düşen kuyuya düşen gibidir. Bence siz onun kendisine değil, sadece işlediği günaha buğz edin” dedi.

İbrahim Edhem bir sarhoşun ağzını yıkadı. “Allah’ın adını anmak için yaratılan organı o halde bırakmak olmaz.” dedi. İbrahim Edhem’e rüyâsında: “Sen bizim için onun ağzını yıkadın biz de senin için onun gönlünü yıkadık” denildi. Adam’a da dediler ki: “Senin sarhoş kusmuğunu İbrahim Edhem yıkadı, biliyor musun?” O da bundan çok etkilendi ve tevbekâr oldu.

Mevlânâ: Ay geceden ürkmediği için nurlandı. Işık saçmaya başladı. Gül de güzel kokuyu dikenle hoş geçindiği için kazandı.[27]

Eşrefoğlu:

Ol dost için âğûları        Şeker gibi yutmak gerek

Veyiszâde’nin, talebelerinden birinin oğlu içkiye müptela olur.

Fransa’daki sarhoşlar – Hüdayî’ye gelen sarhoşlar

Hapishane vâizi ve Transseksüellerin tepkisi

Cüneyd-i Bağdâdî’nin talebelerinden biri bir günah işledi ve mahcubiyetinden kaçtı. Cüneyd onun peşinden koştu ve yakaladı: “Evladım nereye gidiyorsun? Kimden kaçıyorsun? Bir hocanın talebesine himmet ve desteği böyle zamanda lâzım” dedi.

9. Gönül İnsanı Fedâkâr, Cefâkâr ve Özverilidir

Allah rızası için aşılamayacak güçlükleri aşmak gerektiğini bilir. Hizmet yolunda her güçlüğü aşmak gerçek fedakârlıktır. Gönül insanı mazeret üretmez, iş üretir, çıkış yolu arar. İşinin eri ve kahramanıdır, çiftçi gibi ektiği tohumun derdine düşer, onu kurda kuşa yem etmez.

İnsanlara ulaşmanın yolu onların problemlerini çözmekten geçer, o da; fedakârlık ister; özveri ister; kendinden, keyfinden ve istirahatından geçmek ister; îsar ister; zamanından vermek ister. Zaman insanlara verilecek en değerli armağandır. Sevgi ve zaman iki hazine, biri kullandıkça azalır diğeri ise artar.

10. Gönül İnsanı Kötü Sözü Lügatinden, Kötü Zannı Kalbinden Çıkarır

Zan ilişkileri bozar, araya şeytan girer. Şeytan gıybet ve nemîme ile fitne tohumları eker. Gönül insanı iletişim eksikliğini giderir. Hitâbetin inceliklerinden yaralanarak insanlarda heyecan uyandırmaya çalışır.

11. Gönül İnsanı İnsanlara Anladığı Dilde Hitap Eder

Nerede ne söylediğini bilir. Lüzûmu kadar konuşur, boş laftan sakınır.

Nitekim Allah Teâlâ buyurur:

وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ

“Onlar boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler”[28]

Herkese anlayacağı dille hitâb etmek nebevî bir usuldür. Nitekim Allah Rasûlü: “İnsanlara akılları ölçüsünce konuşun”[29] buyurur. Yûnus da sözün yerine ve mahalline göre etkisini ne güzel anlatır:

Söz ola kese savaşı     Söz ola kestire başı

Söz ola âğûlu aşı        Yağ ile bal ede bir söz

12. Gönül İnsanı Gönülden Konuşur ve Anlaşır

Hal lisanı ile konuşmak en etkin konuşmadır. “Kalbden kalbe yol vardır” sözü gönüller arası konuşmanın bir ifadesidir.

Hz. Mevlânâ: “Hâl / fiil dilinin kâl / söz dilinden etkili olduğunu” söyler.[30] Yine Mevlânâ’ya göre sükût, ruhlar arasında bir konuşma ve anlaşma ifadesidir. Susmakla sözümüz daha tesirli olur. Dilsiz dudaksız konuşmalarla duygularımızı daha açık anlatabiliriz. Ehl-i kâl lüzumsuz laflar eder, ehl-i hâl kelimesiz, sessiz konuşur. Bir şâir der ki:

“Sen hamûş ol, macerayı çeşm-i giryan söy­lesin!”

Yani, “Sen sus; macerayı ağlayan göz söylesin!”[31]

Eşrefoğlu der ki:

Dil dudak deprenmeden sözden anlayan gelsin

Beden dili diye anılan şeyi gönül ve hâl dili ile karıştırmamak lazımdır.

13. Gönül İnsanı Sahip Olduğu Şeyleri Âriyet, İşini Emânet Görür

Emaneti koruyarak ona sahip çıkar. Cemaatine ve talebelerine özgüven ve vefa aşılamaya çalışır.

14. Gönül İnsanı Kırmaz, Kırılmaz; İncinmez ve İncitmez

Bugün empati denilen ve kendini başkalarının yerine koymak anlamına gelen bu duygu gönül insanının duygudaşlığını ifade etmektedir. İnsanın kendisine yapılmasını istediği muâmeleyi başkalarına yapması; kendisine yapılmasını istemediği başkalarına yapmamasını ifâde eden bu davranış toplum içinde insanın kırmadan kırılmadan yaşamasını sağlayacak bir duygu derinliğidir. Başkasının yarasını yüreğinde hisseden başkalarının sevgisine lâyık olur. Nitekim şöyle bir menkıbe nakledilir: Bayezîd ve arkadaşları halka olmuş otururlarken birine batırılan iğne sonucu bütün arkadaşlarının dizinin kanadığı rivâyet edilir. Kardeşleriyle aynı acıyı paylaşarak empati yapan bu insanlar olaydan nasıl etkilenmişlerse vücutları kanamıştır.

IV. GÖNÜL İNSANININ DÜNYAYA KARŞI TAVRINDAKİ ÖZELLİKLERİ

1.      Gönül İnsanı Dünya Malını Gaye Değil Vâsıta Görür

Nitekim âyette buyurulur:

وَلاَ تُؤْتُواْ السُّفَهَاء أَمْوَالَكُمُ الَّتِي جَعَلَ اللّهُ لَكُمْ قِيَاما

“Allah’ın kıyam ve kıvam vesilesi kıldığı mallarınızı beyinsizlere vermeyin.”[32]

Dünya malı sürekli insanları kendine cezp etmektedir. Nitekim buyurulur:

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاء وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ

“Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.”[33]

Vermek sevmektir. Dünya malı devre-mülk gibidir. Nitekim Yûnus ne güzel söylemiş:

Mal sâhibi mülk sâhibi               Hani bunun ilk sâhibi

Mal da yalan mülk de yalan       Var git biraz da sen oyalan

2.      Gönül İnsanı Dünya Konusunda Hasbîdir, Hesâbî Değildir

Yâr olduğuna bâr olmaz, kimseden bir şey istemez. Nitekim Allah Rasûlü Medine’ye hicret ettikten bir süre sonra yedi sekiz kadar sahâbinin bulunduğu bir mecliste onlardan “yalnız Allah’a kulluk, beş vakit namaz kılmak ve ülü’l-emre itaat etmek ve hiç kimseden bir şey istememek üzere” bey’at aldı. Râvinin ifâdesine göre: “Bu bey’ate katılanlar, asla kimseden bir şey istemedikleri gibi, savaşta kazara ellerinden kılıçları düşecek olsa bile, onu yerde bulunan kimseden istemez, yere inip alırlardı.”[34]

Dünya ve dünya nimetleriyle ilgi konusunda Rasûlullah’ın yöntemi zühddür. Dünyaya değer vermemek, dünya nimetlerinin peşinden koşmamaktır. Nitekim Allah Rasûlü hem Allah’ın hem insanların seveceği böyle bir ameli şöyle anlatır: “Dünyaya karşı zâhid ol, Allah tarafından sevilirsin; insanların elindekine karşı zâhid ol, insanlar tarafından sevilirsin.”[35]

Dünya ve dünya malı bizzat kendisi mezmûm değildir. Mezmûm olan insanın gözünde tanrılaşan ve insanı kendine esir eden dünya malıdır. Nitekim Hz. Mevlânâ bu konuda şunları söyler:

Dünya nedir? Allah’tan gâfil olmaktır.

Ne kadın, ne kumaş, ne altın değildir.[36]

Dünyayı Allah’tan gâfil olmak olarak gören Mevlânâ dünya malının âhırette geçerli olmayacağını, oraya bunun yerine gönül götürmek gerektiğini şöyle ifâde eder:

Ey zengin götürsen de huzura yüz çuval,

Hak buyurur: Bana gönül getir, bunları geri al!

Ben senden razıyım eğer senden razı ise gönül

O senden yüz çevirirse ben de çeviririm bil.

Ben gönüle bakarım bakmam sana

Ey can, gönül armağan getir bana.[37]

 


[1] Tevbe, 9/111.

[2] eş-Şuarâ, 26/89.

[3] Fussilet, 41/33.

[4] İbn Hişâm, Sîret, I, 365-368.

[5] Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7.

[6] Bkz. Ahmed b. Hanbel, IV, 303; İbn Sâd, IV, 83-84.

[7] Bkz. Tirmizi, Kıyâmet, 25/2459.

[8] Tekâsür, 102/8.

[9] el-Bakara, 2/195.

[10] Krş. Deylemî, Müsned, I, 157; Suyûti, Câmiu’s-Sagîr, I, 65.

[11] el-İnşirâh, 94/7.

[12] el-Hadîd, 57/4.

[13] el-Kâf, 50/16.

[14] Divân-ı Kebîr, I, b. 196.

[15] Can, Mesnevî Tercümesi, c. I-II, s. 125, dn. 161.

[16] Mesnevî, VI, b. 2317-18.

[17] et-Tevbe, 9/111.

[18] Al-i İmrân, 3/31.

[19] el-Ahzâb, 33/6.

[20] el-En’âm, 6/33; Vâhidî, Esbâbu’n-Nüzûl, s. 219.

[21] Taberânî, Sâhibu’l-Câmî, 80.

[22] Fussilet, 41/34.

[23] Tirmizi, Birr, 63.

[24] Hâkim, Müstedrek, IV, 185.

[25] Tâhâ, 20/43-44.

[26] Buhârî, Hudûd, 5.

[27] Şefik Can, Dîvân-ı Kebîr Seçmeler, İstanbul 2006, IV, s.28, rubâi 92.

[28] el-Müminûn, 23/3.

[29] Krş. Deylemî, V, 359.

[30] Mesnevî, IV, b. 485 vd.

[31] Can, Mesnevî Tercümesi, c. VI, s. 659-60, dn. 726.

[32] en-Nisâ, 4/5.

[33] Al-i İmrân, 3/14.

[34] Müslim, Zekat, 35.

[35] İbn Mâce, Zühd, 1.

[36] Mesnevî, I, b. 984.

[37] Mesnevi, V, b. 881-883.