Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Gerçek Tasavvuf Erbabı Ashabın Temsilcileridir

Altınoluk Dergisi, 1987 – Mart, Sayı: 013, Sayfa: 039

Üstad Ahmet Atıf
Tasavvufun Çağrısı ve Gençlik

ASLINDA tasavvuf bir çağrıdır ve bu çağrının ilk muhatapları da gençlerimizdir. Çünkü benim anlayışıma göre Dr. Abdüşşekür’ un da belirttiği gibi tasavvuf ahlaktır. Hem de öyle bir ahlak sistemi ki, insanı mal sevgisinden, nefsin kötü tesirlerinden korur. Zira insan, kalbi ve ruhuyla Allah’a yöneldiği zaman Allah ona nefsine hakim olabilme imkanı sağlayacak gizli bir manevi güç verir. Biz ne zaman ahlaktan bahsetsek Rasûlullah (s.a)in ahlakını anlatırız. O’nun ahlakı ise Kur’an’dır. Bu noktadan hareketle biz gençlerimizi Kur’an-ı ezberlemeye teşvik etmeliyiz. “Hükümet bütün okullarda Kur’an’ı ezberlemeyi icbar etmelidir” dememize imkan yok. Fakat, dinî dernek ve cemaatler , bunun faydasını görerek Kur’an ezberlemeyi yaygınlaştırmalıdırlar. Nitekim Dekahliye vilayetinde böyle bir dernek kurulmuş Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak okullar açılmış ve ana okulundan liseye kadar Kur’anı ezberleyecek bir eğitim sistemi geliştirilmiştir. Biz Kur’an eğitiminden sonra bu gençlere cemiyette gerekli olacak tasavvufi bir eğitim de verebilirsek çağrı görevimizi yapmış oluruz. Çünkü bugün cemiyetimizde mevcut masonik cereyanlara ve Rotary kulüplerine karşı en faal mücadele tasavvufla yapılabilir. Zira bu tip dernekler amme hizmetleri ve sosyal faaliyetlerle halkın içine sızmaya çalışıyorlar. Tarikat mensupları da halka yaklaşmakta en ehil olan kimselerdir. Bu yüzden tasavvuftan bu konuda iyi istifade edilmelidir.

 

Dr. el- Hüseyni Ebu Ferha
Gerçek Tasavvuf Erbabı Ashabın Günümüzdeki Temsilcileridir

BEN İslâmı yerden göğe doğru uzanan bir merdivene benzetiyorum. Kelime-i şehadeti söyleyen herkes bu merdivenin üstündedir. Fakat bu merdivenin çeşitli basamakları vardır. Tasavvuf bu merdivenin en üst basamağıdır. Gerçek Tasavvufun kaynağı Kur’an ve sünnettir. Sufi, diğerlerinden ubudiyetindeki sadakatiyle temayüz eder.

Sufi kendisin de bir varlık görmeden bütün mahlukatı Allah’ın kulu olarak görür ve inanır ki kul kendine veya başkalarına ait hiçbir işi görmeye kadir değildir. İnsanoğlunun derecesi ve ilmi ne kadar yükselse bir daneyi bile yaratmaya kadir değildir. O Rabbinden razıdır. O’nun kaza ve kaderinden de hoşnuttur. Allah’ın emirlerini Kur’an ve sünnetin gösterdiği şekilde ifa ve icra eder, farzların dışında nafilelere de devam eder. Her farz cinsinden nafile ibadet vardır. Kelime-i şehadetin nafilesi de zikr-i ilahiye ve tevhid zikrine devam etmektir. Bu yüzden mutasavvıflar müridlerini her zaman ve mekanda devamlı surette ve muhtelif şekillerde Hakk’ın zikriyle meşgul olmaya teşvik ederler. Ubudiyet anlayışı kemaline ulaşıp, insan kendisinde bir varlık görmemeye ve bütün mahlukatı Cenab-ı Hakk’ın kulu olarak görmeye başlayınca Allah’ın yarattığı hiçbir varlığın diğerine ne bir fayda ne de bir zarar veremeyeceğini anlamaya başlar. Böyle olunca da şu ayet-i kerimenin manası tahakkut etmiş olur: “Siz beni zikredin ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, nankörlük göstermeyin.” (el-Bakara, 2/152)

Günümüzdeki gerçek tasavvuf erbabı, bu ümmetin selefi dediğimiz ashab-ı Rasûlullah’ın temsilcileri durumundadır. Nafile ibadete itina ederek Hak dostu olanları hatırlamak gerekir. Nitekim hadis-i kudside şöyle buyurulur: “Benim velime düşmanlık edene ben harb ilan ederim.” Esas mes’ele ortaya çıktıktan sonra Cenab-ı Mevla, kulunu manevi makamlara yücelten hasletleri şöyle beyan buyurur. ” Kulum bana benim kendine farz kıldığım şeylerden daha sevimlisiyle yaklaşamaz, Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder. Ta ki ben onu severim. Ben onu sevince onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli olurum.”

 

Dr. Abdülmun’im Hafaci
Zararlı Akımlar İslâm Gençliği Ve Tasavvuf

BİZLER atalarımız gibi tasavvuf sevgisi üzere yetiştik ve tarikat yolunda yürüdük.

“Tasavvuf tevessül ve kerametten ibarettir” diyerek, onu “şirk” saymak hangi insafa sığar? Tasavvuf Allah’a imana ve ondan başka bu alemde, gerçek vücut olmadığı inancına çağıran bir akidedir. Nitekim hadis-i şerifte “Söyle Habibim, insanlar ve cinler, sana zarar vermek üzere toplansalar, Allah’ın takdirinin dışında sana zarar veremezler. Ve yine sana menfaat sağlamak üzere bir araya gelseler Allah’ın takdir buyurduğundan fazla bir fayda sağlamazlar.” buyurulmuştur. Değerli üstad Dr. el-Hüseyni’nin dediği gibi gerçek ubudiyet, iman-ı kamil ve akidenin en üst derecesidir. Şirkten ve müşriklerden uzaklaşmaktır. Ubudiyet sahibinin nafile ibadetleri, emir ve nehye olan inkıyadı, hep Allah rızası içindir. Tasavvuf inançla, amel yoluna çıkmak ve güzel örneklere uymaktır. Tasavvuf, yüce örneklere tabi olmak, yüksek değerleri benimsemek, ahlak ve amellerde imanın gereğini yapmaktır.

Tevessül ve şirk suçlamasına gelince: “Herhangi bir insanın kainatta kendiliğinden bir şeylere kadir olabileceğine, başkasına fayda veya zarar verebileceğine, başkasını öldürüp diriltebileceğine, hasta edip şifa verebileceğine inanan kim vardır? Müslümanlardan böyle bir itikada sahip olan bulunabilir mi?” Bütün bunlar aslı, esası olmayan, batıl teviller, tasavvuf cevherinden uzak düşüncelerdir. Tasavvufî düşünce insanın kalbini iman, yakın, havf, reca ve tevekkülle dolduran, gönlünü aydınlatan bir düşüncedir. Bir İnsanın, “bir veli veya nebinin başkasına zarar ve fayda verebileceğine, diriltip öldüreceğine, şifa verip hasta edebileceğine” kim inanır? Müslümanlardan böyle bir itikada sahip olan bulunmaz.

Gençler şayet tasavvuf yoluna süluk ederek tasavvuf fikrinde müstakim olarak, onun nurundan istifade etseler, bu onlar için nefsani bir terbiye, ruhani bir eğitim vesilesi olur. Akıllarından, ruhlarından, şuur ve vicdanlarından perdenin kalkması sayesinde her şeyde ve her yerde uyku ve yakaza halinde Allah’ın tecellilerini görürler. Gençlerimizin önünde onları sapıtan, fitneye düşüren bir takım engeller, onları şerre götüren pek çok tuzaklar vardır. Gençlerimizi dinsizliğe, komünizme, Bahailik ve benzeri sapık akımlara sevk etmeye çalışan pek çok akım vardır. Bu akımlar, İslâm gençliğini zaafa uğratarak korktukları İslâmî düşünceyi zayıflatmak istiyorlar. Biz gençlerimizi tasavvufi düşüncelerle donattığımız zaman sapık düşüncelere karşı onları en iyi silahla teçhiz etmiş oluruz.

 

Dr. Abdullah en-Neccar
Gençlik Ve Tasavvufa Yanlış Bakışlar

GENÇLİK İslâmın eğitim ve yetişmesine büyük ehemmiyet verdiği, ileriye dönük olarak doğru görüş ve sağlam bir yönelişte hayata hazırlamaya çalıştığı bir topluluktur ki bu gençlik sayesinde bu ümmetin istikbali teminat altına alınabilecektir. Biz bugün gençleri yetiştirme ve enerjilerini hayra yönlendirme yollarını araştırdığımız, toplum içinde bu idealleri gerçekleştirecek faal bir eleman olmalarını sağlamak istediğimiz zaman tasavvufun, gençliğin eğitimdeki tesirinden gafil olmamamız gerekir. Çünkü tasavvuf İslâmın eğitim sistemi demektir. Fakat bugün vakıa şu ki gençlerden çoğu tasavvuf mefhumlarını kavramakta zahmet çekiyor. Çünkü çok kimselerin zihnine tasavvuf, insanı tembelliğe, yalancı bir tevekküle çağıran, üretim ve çalışmayı durduran, insanları uyuşturan ve toplumdan ayıran bir sistem olarak yerleştirilmiştir. Bu yanlışın tashihi de oldukça zordur; çünkü gençlerimizin çoğu tasavvufla ilgili şeyler okumuyorlar. Şayet okumuş olsalar yanlış düşünceleri değişirdi..

Fakat maalesef gençlerimiz oradan buradan duydukları bir takım lafları tekrarlamakla yetiniyorlar. Bu tip laflar bazen maksatlı olarak uydurulmuştur, insanlar düşünüp anlamadan bunları tekrarlayıp dururlar. Bir de, gençlerin zihinlerine yerleştirilen, tasavvufun tembellikten ibaret, hayatı terketmeye ve sadece zikr ile ibadete dayalı bir sistem olduğu şeklindeki anlayış zaten İslâmın sınırları dışında bir anlayıştır. Gençlerimizin ve tasavvufa yanlış nazarla bakan kimselerin, tasavvufun ubudiyet derecelerinden biri demek olduğunu bilmeleri gerekir. “Mutasavvıf”, büyük alimlerimizin de belirttiği gibi “Abdullah” yani Allah’a celalinin gerektirdiği gibi kulluk eden demektir. Tasavvufun dinin rükünlerinden veya imanın esaslarından biri yıkılarak onun yerine kaim olması tasavvur olunamaz. Aslında tasavvuf, gençlerimizin de bilmesi gerektiği gibi, insanın, dini iman, İslâm ve ihsan olarak anlayıp gereğini yerine getirmesidir. Tasavvufun rolü ihsan mertebesinde başlar. Çünkü mutasavvıf ibadetleri sadece bir takım hareketlerle eda etmek manasına mahsus olarak anlamaz. Aksine o, Allah’a kamil bir imanla inanarak, ihsan duygusuyla -Allah’ı görüyormuşçasına- ibadet eder. Veyahut da bazı sufilerin dediği gibi haşyetle kulluk yapar. Tasavvuftaki haşyeti iyi anlamak zorundayız. Çünkü haşyetin manasının yanlış anlaşılması, gençlerin zihinlerinde yanlış düşüncelerin yerleşmesine sebep olur. Bu yanlış düşüncelerin tashihi için de öğretici ve uyarıcı neşriyata ihtiyaç vardır. Eğer biz hayatta gençlerimizin hayrını istiyor ve onları düştükleri bu tür düşüncelerden kurtarmayı arzu ediyorsak, gencin zihnine ulaşan sağlam islâmî düşünceye bağlı her vesile ve kanaldan istifade etmemiz gerekir. Şüphesiz tasavvuf gençleri faziletli bir hayata ulaştırmak için ellerinden tutacak bir sistemdir. Ben gençlerin bu manaları anlamalarını, neşir ve tanıtma ile meşgul olan kimselerin de çalışmalarını bu istikamete yönlendirmelerini diliyorum. Ki bu suretle tasavvuf, gençlerin hayatlarını düzeltmeye bir başlangıç teşkil etsin ve gençlerin çalışma hayatlarında sağlam imandan ve Allah’a karşı halis kulluk görevinin yerine getirilmesinden kaynaklanan esaslardan biri olsun.

Tasavvufa düşmanlık yapan bir grup daha var ki, bunların düşmanlığının sebebi cehalettir. Yani tasavvufu bilmemesidir. Bazen da liderlik sevdası ve insanlara baş olma tutkusudur. Pek tabii ki böyleleri gençleri hatalı yollara sevk ediyorlar.