Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Feyiz ve Bereket

Altınoluk Dergisi, 1997 – Mart, Sayı: 133, Sayfa: 034

Zaman zaman aynı anlamda kullanılan; fakat genelde farklılıkları bulunan iki kavramdır feyiz ve bereket.

Feyiz ve feyezan, lügatte suyun yatağından taşması, bir sırrın ortaya çıkıp şayi olması, bolluk, ihsan gibi anlamlara gelir. Kur’an’da “gözden yaşlar akıtmak” da feyz kelimesiyle aynı kökten “ifâza” lafzıyla ifade edilmiştir.1 Feyiz kelimesinin Kur’an ayetlerinde2 ve hadislerde3 genelde buna yakın anlamlara geldiği görülmektedir.

Feyiz ve çoğulu füyuzat, tasavvufta genellikle ilahi rahmetin taşması ve kulları kuşatması anlamına kullanılır. Kainatın varlık sebebi sevgi ve aşktır; sevgide ise taşma (feyiz) özelliği vardır. Nitekim bir kudsi hadiste: “Ben bir gizli hazineydim; ma’rifete muhabbet ettim; yani bilinip tanınmamı istedim ve yaratıkları yarattım.”4 buyurulmaktadır. Hakk’ın ma’rifete olan muhabbeti, insanların ve cinlerin varlık sebebi olmuştur. Nitekim ayette: “Ben insanları vb cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”5 buyurulur. Bu ayetin tefsirinde ibn Abbas: “Bana kulluk etsinler” lafzını “Beni tanısınlar” (ma’rifet) diye yorumlamıştır. Muhabbet île ma’rifet arasında bir ilişki vardır. insan tanıdıkça sever ve sevdikçe daha iyi tanır, muhabbet de feyz kaynağı olur.

Kainatın varlık sebebi sevgi olduğu gibi, varlığın devamı da sevgi kanununa bağlıdır. Cinslerin üreme ve devamı, cazibe ve sevgi dairesinde devam ettiği gibi; inanç sistemleri ve toplum düzenleri de temelde sevgi esasına dayanır. Eğer bu esasa dayanmıyorsa payidar olması ve insanlığa mutluluk vermesi mümkün değildir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz’in kamil bir imana ermek için Allah ve Rasulü’nü her şeyden daha çok sevme şartına bağlamış olması buna delildir.6 Asr-ı saadetin muhabbet ortamı, bir sevgi çağlayanı gibi, ilahi bir feyizle hem ashabı Allah ve Rasülü’ne bağlamış, hem de birbirine kenetlemiştir. Allah Rasulü’ne olan muhabbet, onunla beraber bulunma arzusunu canlı hale getirmekte ve kalplerin ılık feyz meltemiyle kaynaşmasını sağlamaktadır. O’nun yüzünde görülen; yanında bulunmakla hissedilen ma’nevi hal ve duygular, in’ikas suretiyle ashabına ve ümmetine intikal etmiştir. Sahabiler onun meclisinde o feyzin hazzına erdikleri içindir ki, onu başlarındaki kuşu uçurmak istemeyen kimselerin sükunet ve sekinetiyle dinlemişlerdir. Sahabeden tabiine, onlardan tebe-i tabiine intikal ile devam eden bu feyz halesine süfiler “feyz-i isnadi” derler. Çünkü bu feyz, silsile yoluyla ve ruhani” bir tarikla günümüze kadar ulaşmaktadır. Bu manasıyla feyz zaten Allah tarafından, saliklerin kalbine kendi çabaları olmaksızın gelen ilham ve feth-i ilahidir; gönlün açılmasıdır, ilahi ihsanların kalbe dolmasıdır. Cenab-ı Peygamber’in “salihlerin anıldığı yere rahmet-i ilahiyyenin ineceğini” 7 haber veren hadisi, aslında bu tür bir isnadi” feyzin varlığını teyit etmektedir. Vakıa imam Gazzali bu hadisin yorumunda “rahmet-i ilahiyyenin inmesine vesile olan şey, insanda meydana gelecek salihlere benzeme duygusudur” diyerek işi, aksiyon ve himmet şartına bağlamaktadır. Süfiler de feyz-i ilahinin kuvvetli bir îmana bağlı olarak himmet ve azmin ardından gelebileceğini belirterek adeta bu görüşü benimsemişlerdir.8

Sûfiler, feyz kelimesini “feth-i rabbani” ile Allah’ın sevdiklerine zahir ve batın bir takım nimetlerini bolca vermesi anlamında kullanırlar. Gönülleri masivaya kapalı, fakat Mevla’ya açık olan kullarını Allah Teala, “feyz-i ilahi” ile kendine yaklaştırır. Onlar üns şarabından içtiklerinden muhabbet vadisinde sermesttirler. Çevrelerinde bulunan insanlar da onların bu hallerinden etkilenir. Çünkü insanların gözle görülmeyen bu feyz-i ilahiden etkileneceği “sadıklarla beraber bulunmayı”9 emreden ayetten açıkça anlaşılmaktadır. Nasıl hamama giren bir insan, hamamın gözle görülmeyen; ama tenle hissedilen hararetinden etkilenip terlerse, aynen onun gibi ilim, irfan ve zikir meclislerinin etkileyici ve feyizli havası içinde bulunan insanlar da niyet ve azimleri ölçüsünde bu atmosferden etkilenir ve feyiz alırlar. Ancak bu etkilenme işi tamamen kabiliyet ve isti’dad ölçüsünde gerçekleşen bir konudur. Nitekim şair:

Halkın isti’dadına vâbestedir asar-ı feyz

Ebr-i nisandan sadef dürdane, ef’isüm kapar, diyerek herkesin kabiliyetine göre feyz asarından istifade edeceğini; nisan yağmurundan sadefin inci; yılanın ise zehir alarak etkileneceğini belirtir.

Feyze ermek için ilim, irfan, zikir ve sohbet meclislerinde bulunmak ve ehl-i dil kimselerle beraber olmak anlamına kullanılan İstifazakelimesi de bir tasavvuf kavramıdır.

Tasavvufta zaman zaman feyiz kavramıyla birlikte kullanılan bir de bereket kavramı vardır. Bereket “bir şeyde ilahi bir hayır bulunması” demektir. Her şeyin olduğu gibi bereketin kaynağı da Allah’tır. Kur’an, Kabe, Peygamber ve salihler berekete ancak vesiledir. Allah’ın vereceği berekete duacı ve şefaatçidir.

Kur’an’da iman ve takva sahibi toplumlara gökten ve yerden bereket kapılarının açılacağım, insanların başına gelen felaketlerin ise kendilerinin tuttukları kötü yol sebebiyle olduğunu anlatan ayetler vardır.10

Bereket ile aynı kökten, bereketli ve kutsal anlamı taşıyan “mübarek” kavramı ise zaman, mekan ve Kur’an gibi muhtelif konularda kullanılmıştır. Selam lafzı ile birlikte rahmet ve bereket lafızlarının zikredilmesi, bu kelimelerin manalarının muhtevasının da birbirlerine yakın olduklarını göstermektedir. Nitekim “Tahıyyat” duasında Peygamber’e ve salihlere selam ile rahmet ve bereket talebi, bu insanların rahmet ve berekete vesile olacak kimseler olduğunu gösterir.

Bereket “ilahi hayır” demek olduğundan yerine göre tabii” kanunları aşan bir takım neticelerin meydana gelmesine de vesiledir. Nitekim Kur’an’da Hz. İbrahim’in yaşlı eşi Sâre’nin çocuk doğurabilecek bir lütfa mazhar olması da “bereket” kelimesiyle ifade edilmiştir.11

“Abdal” adı verilen gayb erenlerini yeryüzünün bereket sebebi olduğunu belirten hadis ile12 Allah’tan korkan gençlerin, yayılan hayvanlar ve beli bükülmüş ihtiyarlarla süt emen sabilerin bereket ve azab-ı ilahiyi def vesilesi olduğunu belirten hadisler13 bereketin şümulünü daha da genişletmektedir. Ayrıca bir salih müslümanın bereketine komşularından yüz tanesinin başından belanın def olunacağını belirten hadis14 salih ve sadık insanların berekatını göstermektedir.

Mü’min her türlü hayrın, nimet ve bereketin Allah’ın kullarına bir ihsanı olduğuna inanır, duasında daima O’na yönelir, her şeyi O’ndan ister ve her türlü hayır ve bereketi O’ndan bekler. Bu tevhid ikliminde yaşamanın bir gereğidir. Yine mümin, Allah’ın rahmet ve bereketini rıza-i ilahi amacıyla bir araya gelen cemaatte olduğunu bilir ve bu inançla cemaatla kıldığı namazlarının ferdi” namazlara göre yirmi yedi kat bir ecri mucip olacak “bereket” taşıdığının bilinci içindedir. Süfilerin cemaatle namaz, zikir ve sohbet için bir araya gelmelerinin amacı hep bu berekete ermek, inanan gönüllerden taşan feyz-i ilahiyi algılamak içindir.

Feyz kavramı tasavvufi’ düşüncede bir de varlığın oluşumu ile alakalı olarak kullanılır. Varlıklar her an tecelli eden “feyz” vasıtasıyla meydana gelir ve özündeki imkan itibarıyla yok, Hakk’ın feyziyle var olur. Bu anlamda iki tür feyz vardır: Feyz-i akdes ve feyz-i mukaddes. Feyz-i akdes önce ilim, sonra ayn mertebesinde şeylerin ve isti’dadlarının var olmasını gerekli kılan zatı tecellidir. Feyz-i mukaddes ise şeylere ait isti’dadların hariçte zuhur etmesini gerektiren isim tecelli leri demektir, İbn Arabi hazretleri ve ona bağlı tasavvufi düşünce ekolünde feyz, bu anlamda kullanılarak sistemleştirilmiştir.

Biz bu yazımızda bu anlamdaki feyzin ayrıntısına girecek değiliz. Tasavvuf ortamlarda söz konuşu olan feyz ve bereketin kısa tanım ve izahları ile konuyu noktalamak istiyoruz. Tek cümle ile ifade edilecek olursa feyz, ilahi rahmetin taşması, gönüllere yayılması; bereket ise gönüllere giren bu feyzin himmet ve azim gibi semereli sonuçlar doğurmasıdır.

Dipnotları: l) bk. el-Maide, 5/83 2) bk. Ragib el-Isfahani-, el-Müfredât s. 584 3) bk. İbnü’l-Esir, enNikaye 1484-48 4) bk.Keşfü’l-hafa II,132 hadis no: 2016. B) ez-Zariyat, 51/56 8) bk. Nesei İman, 34; ibn Mace, Fiten 23; Müslim, iman, 66. 7) bk.,Keşfü’l-hafa II, 70 hadis no: 1772 8) Hasan eş-şarka-vi”, Elfazu’s-sufiyye, Iskenderiyye ts. s. 54 9) et-Tevbe, 9/119 10) Hud, 11/48; el-A’raf, 7/96 U) Hûd, 11/73 12) Müsned, l, 112;Hilye, l, 8-9 13) Beyhaki-, Sünen-i kübrâ, III, 345 14) Müslim, İman, 234