Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Ebû Hafs Haddad – Kuddise Sirruh

Altınoluk Dergisi, 1988 – Mart, Sayı: 025, Sayfa: 034

Adı Amr bin Seleme, künyesi Ebû Hafs, nisbesi en-Nisaburî. Demircilikle meşgul olduğu için “Haddad” lakabıyla meşhur. Nişabur’un Buhara yolu üzerindeki Kürdabad köyünden.

Ahmed b. Hadraveyh’in mürîdi. Ebû Abdullah el Ebîverdî’nin sohbetine katıldı. Ebû Osman Hîrîve Şah Suca Kirmanî’nin üstadı. Nişabur erenlerinden. Horasan diyarından gelenlerden. Bağdad’a gittiği ve Cüneyd el Bağdadî ile sohbetlerde bulunduğu rivayet edilir. Vefatı: 270/980’dir.

Tevbesi ve tasavvuf yoluna girmesi şöyle anlatılır:

Bir cariyeye aşık oldu. Aşkı dayanılmaz bir hal aldı. Derdine çare bulsun diye bir yahüdi sihirbaza vardı. Sihirbaz ona:

– Kırk gün namaz kılmaz, dîvanı ilahî’ye durmaz ve Hakk’ın adını ağzına almazsan, seni bu dertten kurtarırım, dedi.

O da sihirbazın sözünü tuttu ve kırk gün sonra yanıma vardı. Sihirbaz sihir yaptı ama muradına erdiremedi.

Yahudî sihirbaz:

– Sen mutlaka hayır işlemişsin, yoksa mutlaka sihrimle muradına ererdin, dedi.Ebû Hafs:

– Yaptığım tek hayır, yoldaki bir taşı, kimsenin ayağı takılıp tökezlemesin, diye kaldırmaktan ibarettir, Başka bir şey yapmadım, diye karşılık verdi.

Bu sefer sihirbaz:

– Kırk gün süreyle emrini terkettiğin Allah, demek seni hiç terketmemiş, keremini senden esirgememiş.

Sen böyle kerem sahibini nerde bulacaksın. Öyleyse dön O’na, bırak gayriyi, dedi ve müslüman oldu. Ebu Hafs da titredi, ürperdi. İçine bir ateş düştü. Tevbe etti, Demircilikten kazandıklarını, dul ve yetimlere dağıtmaya başladı. Çeşme başında yıkanan sebzelerin artıklarıyla yetinir oldu. Cezbesi vecd ve müşahedesi çok, bir gönül eri oldu. Bazan duyduğu bir Kur’an ayetinin kalbinde bıraktığı tesirle gaybet haline” geçer, çevresinde konuşulanları duymaz olur, kızgın demiri maşasız, eliyle çevirirdi.

Derdi ki, zamanın fesadı üç zümrenin şu üç hareketi sebebiyledir:

1-Arif olduklarını söyleyenlerin fıskı, ki onların fışkı elle, dille kulakla veya başka şekillerle dünyaya gönül kaptırmalarıdır.

2-Muhabbet ehli olduklarını söyleyenlerin hıyaneti. Bunların hıyaneti, bazı fani şeylere kavuşmak için Hakk’ın rızasını vermeleridir.

3- Mürîdierin yalanı. Bu da kalplerine Hakk sevgisini koyacakları yerde halkın takdirine aldanmalarıdır.

Bir ara hadis ilmiyle meşgul oldu. Sonra bıraktı. Kendisine:

– Neden hadîs derslerine devam etmiyorsun? diye soranlara:

Bana göre hadîs ilmi uygulanmak içindir. Ben ise hala, yıllar önce duyduğum bir hadisi şerîfin gereğini yerine getirmeye muvaffak olmadım, dedi. Hangi hadistir o? diye soranlara da:

“Kişinin işe yaramayan boş şeyleri (malayanî) terk etmesi, müslümanlığının güzelliğindendir,” mealindeki hadîsi şerîf, diye karşılık verdi.

Velî kimdir? diye soranlara:

Kerametle teyid edilen ve fakat keramete aldırmayan erlerdir, dedi. Bu sebeple, keramet peşinde koşanlardan değil, istikameti esas alanlardandı. Nitekim bir gün müridleriyle birlikte tenezzühe çıkmıştı. Sohbet tatlanıp müridlerin duygulandığı sırada dağdan bir ceylan koşarak geldi ve basını Ebû Hafs’ın dizine koydu. Ebû Hafs, hiddetlenerek ceylanı kovunca etrafındakiler sordular:

Hayrola ne oluyor. şöyle cevap verdi:

Sohbetimiz güzelleştikçe keşke bir koyun olsa da kesip size ikram etsem de dağılmasanız, sohbetimiz devam etse, diye gönlümden geçirdim. Bir de baktım ki ceylan dizime yaslanmış. Hemen hatırıma Nil’i ters akıtması için Allah’a dua eden ve duası kabul edilen Fir’avn geldi. Ve Fir’avn’a benzemekten korkarak ceylanı kovdum.

Hacc’a giderken Bağdad’a uğradı. Bağdad’ın şeyh ve müridleri onu karşıladı. Ebu Hafs Arapça bilmezdi.

Toplanan müridler içlerinden Horasan şeyhlerinin en büyüğünün tercüman aracılığıyla halka hitap etmesinin uygun olmayacağını düşündüler.

O, aralarında Cüneyd’in de bulunduğu şeyhler topluluğuna fasih bir Arapça ile hitap edince herkes hayretten donakaldı. Fütüvvet konusundaki sözleriyle Cüneyd ve diğerlerinin takdirini kazandı. Dedi ki: “Fütüvvet, başkalarına insaf etmek, başkalarının sana insaf etmelerini beklememektir. Fütüvvet anlatmakla değil fiil ve tatbikatla olur,” dedi.

İrak’ta bulunduğu sırada, müridlerinin onun etrafında son derece edeble hareket ettiğini, gözlerini kaldırıp yüzüne bakamadıklarını gören Cüneyd, Ebû Hafs’a:

Müridlerini sultanların terbiyesiyle yetiştirmişsin, dedi. O şu karşılığı verdi:

Ya Eba’l Kasım, onların zahiri edepleri, batınî edeplerinin aynasıdır. Zarfı mazrüfa, yani, içinde bulunana uygun olur. Nitekim Allah Rasülü:

“Eğer kalplerinde huşu bulunsaydı, organlarında da görülürdü” buyurmuştur.

Cüneyd anlatıyor:

Ebû Hafs ve sekiz arkadaşı bir yıl süreyle misafirim oldular. Kendilerine en güzel ve en latif yiyecekleri sunmaya çalıştım ve en iyi giyecekleri takdim ettim. Yanımdan ayrılıp memleketleri Nişabur’a dönecekleri vakit Ebû Hafs bana dedi ki: “Eğer yolun Nisabur’a düşerse sehavet ve fütüvvetin ne demek olduğunu sana öğretirim,” Ben şaşırmıştım, sözlerine şöyle devam etti: “Senin bize yaptığın külfetli. Halbuki dervişlere külfetle değil ülfetle muamele gerekirdi. Sen aç olduğun zaman misafirin de aç olmalı, sen doyduğunda misafirin de doymalı. Ancak bu suretle davranılırsa misafirin gelmesiyle gitmesi eşit olur. Misafir gelirse ağırlık çökmez, gidince hafiflik gelmez.

Sordular:

Ubudiyyet nedir? şöyle cevap verdi:

Malı bırakıp emrolunduğun hususa sım sıkı sarılmandır. Hak aramak yerine vazifeye koşmaktır.

Sordular:

Kerem nedir?

Dünyayı ona muhtaç olanlara bırakıp Allah’a kulluğa yönelmektir.

-Öyleyse cimri kime derler?

İhtiyaç anında başkasını düşünmeyene.

Dünya ve ahiret işlerinde kardeşlerini kendisinden önde tutana ne denir?

İsar sahibi ve diğergam.

Ebû Hafs, öfkelendiği zaman öfkesi yatışıncaya kadar güzel ahlaktan bahseder, ondan sonra anlatacağı konuya geçerdi.

Aşk ehli sufîlerdendi. Derdi ki:

“Aşk, şarabından bir yudum içen vuslat ve müşahede makamına ulaşıncaya kadar devam eden bir sarhoşluğa tutulur. Sakin ve durgun tabiatlı bir aşık gördüğün zaman bilesin ki, ona bir gaflet arız olmuştur. Çünkü gerçek sevgi, sahibini sakin bırakmaz.

Aşk ve cezbeden söz etmesine rağmen edeb konusunda en çarpıcı sözler ona aid: “Tasavvuf edebden ibarettir. Her anın ve her makamın, bir edebi vardır. İçinde bulunduğu an ve makamın edebine uygun hareket eden kimse gerçek erlerden olma şerefine erişir. Edeb gütmeyen kimse ise her ne kadar kendini Hakk’a yakın sansa da uzaktır, amellerini makbul zannetse de merdüddur.

Sordular:

Bid’at nedir? Şu karşılığı verdi:

İlahî hükümleri çiğnemek, sünneti küçümsemek, şahsi istek ve düşüncelerine tabî olarak Kur’an ve sünnete uymayı terketmek.

Ebû Hafs, zehiri ölümün postası, habercisi olarak gördüğü gibi, günahları da küfrün habercisi olarak gördü.

Fütüvvet yolunun öncülerindendi.

Rahmetullahi aleyh.
Kaynaklar: Sülemî, Tabakatu’s süfiyye, s, 115 122; Hılyetu’l evliya, X, 229 230; Sıfatü’s safve, IV, 118 121; Kuşeyrî, er Risale, l, 106 107; İbnu’l mulakkın, Tabakatü’l evliya, s. 248251; Tezkiretü’l evliya, s. 390400; Keşfül mahcüb, (Trc. S. Uludağ), s. 224 226; Netehatü’l Dns (trc. Lamii Çelebi), s. 111 112; Şa’ranî, et Tabakatü’lkübra, l, 70 71; Münavî, el Kevakibü’d dürriyye, l, 257 259; Siyeru A’lami’n nübela, Beyrut 1983, XII, 510