Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

ALLAH DOSTLARI

Allah dostları Kur’an’da “Kendileri için hiç bir korku ve hüznün bulunmadığı”[1] bildirilen evliyâullahdır. Allah dostu olmanın iki temel özelliği âyetin devamında: “Onlar îman eden ve takvâ üzere bulunanlardır” buyurularak îman ve takvâ diye belirlenmiştir. İman gönülden Allah’a güvenmek, teslim olmak bu duyguyla yaşamak ve kendini kulluğa adamaktır.

Takvâ ise gönlü Allah sevgisi dışındaki mâsivâ ilgisinden, dünya sevgisinden, kalbi nefse, hevâya ve dünyaya kulluktan korumaktır. Dünyaya meyli, ahirete hevesi bırakıp Hakk rızâsına koşmaktır. Gece uykusu­nu, gündüz dünya kuşkusunu terk etmektir. Kur’an’ın ve sünnetin gösterdiği en yüksek kalbî eylem olan takvâ dünya ve ahireti insanca yaşama faaliyetidir. İnsan tenin ve bedenin hazlarından kurtulup rûhun ve gönlün ulviyet âlemine yönelik rûhâni hazlarına erdikçe takvâ kolaylaşır.

Takvâ Allah Rasûlü’nün buyurduğu gibi bir kalb eylemidir.[2] Kalbini eline; avucunun içine alıp halk içinde yürüyebilecek gönül sâfiyetine ermektir. Kalbde değişkenlik özelliği vardır. Bu özelliği sebebiyle sürekli sabit tutulmak için takviyeye ihtiyaç hisseder. Kalbi değişkenliklerin etkisinden kurtarıp takvâ üzere sabit-kadem kılmanın yolunun gönül imarından geçtiği bilinmektedir. Gönül imarının ilk ve temel şartı Allah ile yapılan muâhedeye; “Elest Bezmi”ndeki sözleşmeye bağlı kalmaktır. Hakk ile yapılan andı unutmamaktır. Nitekim Kur’an’da: “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde sadakat gösteren nice erler vardır”[3] buyurulur.

Allah dostları nebîlerin vârisi olma özelliğine hâiz ve bu sıfatla: “Hiçbir ticaret ve alışverişin Allah’ın zikrinden alıkoymadığı erlerdir.”[4] Onlar halk içinde Hakk ile beraber bulunan (halvet der-encümen), eli kârda gönlü Yâr’da insanlardır. Dünya işleriyle meşgul olmak onları yaratılış gayeleri bulunan kulluktan; Hakk’a ibâdet ve halka hizmetten uzaklaştırmaz. Aksine bu tür dünyevi meşguliyetleri gönüllerini imar, kalblerini tasfiye ve nefislerini tezkiye için vesîle görürler. Halktan uzaklaşmanın ve onların sıkıntılarından kaçmanın kalbî yükselişte irtifa kaybına sebebiyet vereceğini bilirler.

Allah dostları, hadis-i şerifte ifâde buyurulduğu gibi: “Yüzlerine bakanlara Allah’ı hatırlatan”[5] ricâlullahdır. Yüzü nûrâni, sözü Rabbânî, sohbeti Rahmânî insanlardır. Yüzündeki nûrâniyet görenlere ve seyredenlere sekînet, huzur hâli ve pozitif enerji verir. Yüzlerindeki tebessüm Allah Rasûlü’nün yüzünden eksik etmediği hüzn ile beşâşetin karışımından ortaya çıkan, derinlik veren aydınlık bir tebessümdür.

Allah dostları, muhabbet ve mehâbet timsâli insanlardır: “Ölmeden evvel ölmek”[6] sırrına ermiş vâsıl-ı kâmillerdir. Azîmeti ruhsata, takvâyı fetvâya tercih eden, zâhir ve bâtını ma’mûr bahtiyarlardır.

Allah dostları, Hakk’ta fâni olmuş, “Allah’ın ve Rasûlullah’ın ahlâkıyla ahlâklanmış” örnek şahsiyetlerdir. Çünkü onlar: “İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı”[7] bir zümredir.

İnsan, yapısı itibariyle telkinden çok tatbikten hoşla­nan ve ideal örnek arayan ve ondan haz alan bir varlıktır. Bu yüzden Cenâb-ı Hakk, her devirde peygamber göndererek ideal şahsiyetleri müşahhas örnekler hâlinde insanlığa sun­muştur. Son nebi ve âhir-zaman peygamberinden sonra da, O’nun ahlâkıyla ahlâklanmış ve O’nun mânevi mirasına hak kazanmış kimseleri bu vazifeye memur kılmıştır.

“Ashabım yıldızlar gibidir, onlardan hangisine tâbi olursanız hidâyete ulaşırsınız.”[8] hadis-i şerîfi farklı karakter yapılarına sahip insanların ashâb içinde kendilerine bir ör­nek şahsiyet bulabileceklerini ima ederek bizi örnek ideal şahsiyetler aramaya yönlendirmektedir. Bu yüzdendir ki, Hz. Peygamberin devlet reisliği ve dînî otoritesi halifede topla­nırken, mânevi-rûhânî otoritesi, bu otoriteyi temsile lâyık bu tip kimselere intikal etmiş, tebliğ ve irşad vazifesi bunlar eliyle yapılagelmiştir. İlk devirlerde zâhid, âbid, nâsik gibi sı­fatlarla yâd edilen bu tür kişiler, hicri II. asırdan itibaren sûfî adıyla anılmaya başlamışlardır. Bunların hayatlarından bahseden kitaplar da genellikle “Evliya ve Sûfiye” tabakâtı olarak şöh­ret bulmuştur.

Allah dostları “Alperenlik” zihniyetine sahip gönül adamlarıdır. Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e insanlık her devirde bu tür gönül adamlarına muhtaç ve müştaktır. Çünkü din hizmeti aşk işidir. Aşkın mahalli ise gönüldür. Nitekim Muhammed İkbâl bunu: “Din aşktır.” ifâdesiyle özetler.

Aşksız kurallar manzûmesi bir dînî hayat, dînin özünün önüne geçer. Oysa yüreğinde aşk ateşi olan kuralın hükmünü sormaz, hemen yapar. “Kural egemen” anlayış insanların gönüllerine perde olur. Halkı Hakk’a celbedecek insan, ancak gönül adamlığı vasfı ile gönüllere hulûl edebilir. İnsanları koşturan soluk soluk heyecandır. Gönül adamı heyecanı söndüren değil, ateşleyendir.

Allah dostu gönül adamı sevgi âbidesidir. Bütün insanları; hatta mutlak mânâda bütün yaratılanları sever. Çünkü gönül adamlığının temelinde insan sevgisi vardır. Gönlünüze almadığınızın gönlüne giremezsiniz. Gönlüne giremediğinizin beynine asla ulaşamazsınız.

Allah dostu olan gönül adamı başkasını inşâ derdine düşen, ama önce kendini inşâ edendir. Gönül adamının değeri yetiştirdiklerinin kalitesiyle ölçülür. Eğitmek ve irşâd etmek doğruları söylemek değil, yapmaktır. Gönül adamı karakter sâhibidir. İnsânî ilişkilerde güven sağlayan ve sevgi dokuyan sağlam karakter, dürüst ve tutarlı davranışlardır. İnsanlarda hayranlık uyandıran dehâ ise de peşinden sürükleyen karakterdir. Gönül adamı otoriter değil, karizmatik ve rehber; buyuran değil, karşısındakini anlayan ve kavrayandır.

Allah dostu gönül adamının gönlü, sofrası, kapısı ve alnı açıktır. İnsanların acılarını ve sancılarını, sevinçlerini ve sürûrlarını paylaşır, iyi günde de kötü günde de, yanlarında olur. Yar olduğuna bâr olmaz. Kimseden bir şey istemez. Çünkü istemenin insanı küçülttüğünü bilir.

Allah dostu gönül adamı herkese hoşlukla muâmele eder. Kusur ve günahlarından dolayı insanları azarlamaz, incitmez ve kırmaz. Günahkâra değil, günaha kızar. Çile ve kahır çekmeyi işinin gereği görür. Nitekim Mevlânâ gülün güzel kokusunu, dikene katlanmasına borçlu olduğunu söyler. Eşrefoğlu Rûmî de der ki:

Ol dost içün âğûları / Şeker gibi yutmak gerek

El-hâsıl altın çağa erişip hidâyet yıldızı sahâbîlerle görüşme bahtiyarlığına eren nesilden başlayarak, eserleri, sözleri ve örnek ahlâkları ile tarihimizde Peygamber vârisi Allah dostları insanlığa yol gösteren yıldız şahsiyetlerdir. Onlardan bahsetmek, fazîletlerini anmak ve anlatmak “sâlihlerin anıldığı meclise rahmet iner”[9]  hadîsi fehvâsınca rahmet vesîlesidir. Biz de bu yazımızda Yozgatlı gönüller sultanı Şeyhzâde Ahmed Efendi’yi rahmetle anmak istiyoruz. Niyâzımız bu kervanın mensuplarının her daim ülkemizde ve dünyamızda eksik olmaması duâsıdır.

[1] Yûnus, 10/62.

[2] Müslim, Birr 32; Tirmizî Birr 18.

[3] el-Ahzâb, 33/23.

[4] en-Nûr, 24/37.

[5] İbn Mâce, Zühd 4.

[6] Bkz. Keşfü’l-hafâ, II, 2669 nolu hadis.

[7] Al-i İmrân, 3/110.

[8] Bkz. Keşfü’l-hafâ, I, 381 nolu hadis.

[9] Bkz. Keşfü’l-hafâ, II, 1772 nolu hadis.